Güncelleme Tarihi:
Kurulduklarından sonraki 10 yıl boyunca Avrupa’da çok popüler oldular. Türleri gittikçe evrildi ve poptan uzaklaştı. Artık caz festivalleri için turlayan Matt Bianco sandığınız gibi bir şahıs ismi değil. Grubun kurucuları Mark Reilly ve Mark Fisher, 1960’lı yılların casus filmlerine hayran olunca grubun ismi için de Matt Bianco adında bir karakter yaratarak oluşturmuş. Grubun beyni bu iki adamı İngiltere’deki stüdyolarında yakalayıp konuştuk.
- Yalan söylemeyeyim, Matt Bianco’yu ben ilk duyduğumda bir şahıs sanmıştım. Hikâyesini anlatır mısınız?
Mark Fisher: Pek çok insan Matt Bianco’yu gerçek biri sanıyor, o yüzden çok normal. İkimiz de 1960’ların ve 1970’lerin casus filmlerini çok severiz. Hem Latin ve cazdan ilham alıyorduk hem de o filmlerin müziklerine aşıktık. Grup ismi olarak bir casus filmi karakteri yarattık. Matt Bianco, o filmlerde bir köşeden fırlayabilecek bir casus ismi gibi gelmişti bize.
- E peki sevdiğiniz film müziği bestecileri var mı?
M.F. Henry Mancini.
Mark Reilly: Lalo Schifrin’i de unutmamak lazım.
- Madem casus filmlerini seviyorsunuz James Bond’u da seviyorsunuzdur...
M.R: Eskiden severdik de artık tadı kaçtı onun bence.
- Favori James Bond’unuz kim peki? Sean Connery mi Roger Moore mu Pierce Brosnan mı?
M.F. İkimizinki de Sean Connery’dir.
- Müziğe dönecek olursak 1991’de plak firmanızdan ayrılıp bağımsız çalışmanızın gerçek nedeni neydi?
M.F. Gerçek şu ki plak firmaları her zaman kendilerine yeni yıldız ararlar. O sıralar Avrupa’da büyük olmakla birlikte yıldızımız azar azar sönüyordu. Tarzımız da değişmeye başlamıştı. Firmamız bizimle çalışmak istemiyordu artık. En iyi dönemimizde bile ana akıma ait bir müziğimiz olmadı.
M.R. Biz de firmalara bağlı kalmadan çalışmak istedik. Bağımsız firmalara ilişkimizi dağıttırabilirdik. Dünyanın neresine gitsek elbet bir firmayla da anlaşabilirdik. O yıldan beri böyle çalışıyoruz.
- Bağımsız firmalarla çalışmak özgürlüğünüze ne kattı?
M.F. Kabul edelim ki büyük firmalar her zaman işinize karışır. Ortada büyük meblağlar dönüyor çünkü. Ama bağımsız çalışıyorsanız derdiniz olmaz. Kendi stüdyonuzda albümünüzü bitirir sonra da bağımsız firmalarla tek tek anlaşırsınız kimse de size karışmaz.
İLHAM KAYNAĞIM ANTONIO CARLOS JOBIM OLDU
- Latin Caz yapan İngiliz bir grup olmanız alışılmışın dışında bir durum. Nasıl başladı bu Latin sevdası?
M.F. Londra gerçekten çok kültürlü bir şehir. Dans kulüplerinde her şey çalar. Rock, pop olduğu kadar Latin ve caz da çok tutulur. Bu türleri tek bir meydandaki çeşitli kulüplerde dinleyebilirsiniz.
- Latin müzikle ne zaman tanıştınız?
M.R. 1970’lerde funk ve dans müziklerini dinlerken Latin-funk gruplarına kaymaya başladım. Özellikle Santana’dan etkilenmiştim. Matt Bianco’dan önceki grubumuz Blue Rondo A La Turka’da iki Brezilyalı üye vardı. Onlar sayesinde bossa nova ve Latin cazla tanıştım. İspanya, Portekiz ve Brezilya müziklerine hayran kaldım. Bir yandan hâlâ popla da ilgileniyordum. David Bowie, David Sanborn ve Stevie Wonder’a kadar pek çok farklı müzisyenden etkilenmiş olsam da Antonio Carlos Jobim gibi Latin sanatçılar benim için esas ilham kaynağı oldu.
- Japonya’da çok fazla hayranınız var. Biliyorsunuz New York caz şehri olarak lanse edilir. Ardından Tokyo çok yükseldi. Son birkaç yıldır İstanbul da caz şehri olarak anılıyor. Hatta Mezzo kanalı İstanbul’un caz kültürüyle ilgili çekimler yapmıştı. İstanbul hakkında sizin bir bilginiz var mı?
M.F. İngiliz bir grup olarak Japonya’da çok iyi bir kariyerimiz var. 1980’lerde Avrupa’da popülerdik fakat sonraları Japonya’da ciddi bir kitleye hitap etmeye başladık. İstanbul’un caz konusunda bu kadar geliştiğini açıkçası bilmiyordum. Bunlar güzel haberler. İstanbul’la da ilgili pek bir şey bilmiyoruz. 15 yıl önce gelip bir yılbaşı partisinde çalmıştık. Tek bildiğimiz bu sefer bir alışveriş merkezinde açıkhavada çalacağımız.
- Mark (Reilly), bir ara grubu bıraktın, uzun bir süre Fisher grubu tek başına götürdü. Yıllardan sonra tekrar birleşmek nasıl bir duyguydu?
M.R. Grupta birlikte çalışmıyorduk fakat hep arkadaştık. Şu anda sevdiğimiz işi birlikte yaptığımız için şanslıyız. Bayağı da meşguluz.
M.F. Asıl özlediğim şeyin birlikte seyahat etmek olduğunu anlamıştım. Arkadaşınla müzik yapıp dünyayı dolaşıyor olmak çok büyük bir şans. Birlikte albüm kaydedebiliyor olmak ve sahnelere çıkmak da gerçekten güzel.
- Konserlerinizde Get Out Of Your Lazy Bed, Sneaking Out the Back Door veya Half A Minute gibi tarzı şimdiye göre çok farklı eski hitlerinizi de çalıyor musunuz?
M.R. Tabii ki eski şarkıları da mutlaka çalıyoruz. Çünkü o hitleri canlı çalmak çok eğlenceli. Bu arada hepsini bugünkü sound’umuza uyduruyoruz. Çünkü sahnede 10 kişilik çok sıkı bir büyük orkestra oluyor ve çok enerjik oluyoruz. Setin çoğunluğunu en hareketli şarkılardan seçeriz her zaman.
STÜDYODA ÇALIŞIYORUZ
“Şu an stüdyodayız ve albümü bu yıl sonu bitirmeyi planlıyoruz. Önümüzdeki bahar gibi de yayınlarız. Ama şu an daha ortada pek bir şey yok. Biz sadece şarkı ne hak ediyorsa onu yaparız. Ortaya fikirleri atarız ve toplanıp çalmaya başlarız. Fizik formülü gibi her şeyi önceden hazırlamıyoruz. Bu albüm için de daha başlardayız o yüzden bir şey söylememiz mümkün değil. Her şey her an yön değiştirebilir. Gidişatı hiçbir zaman kestiremeyiz. Bu yolla yaptığımız her albümden de gurur duyuyoruz” diyen Mark Reilly ve Mark Fisher’ın önderliğini yaptığı Matt Bianco’yu 18. İKSV Caz Festivali kapsamında, 1 temmuz Cuma, saat 22.00’de İstinye Park’ta izleyebilirsiniz. Öğrenci 20, tam biletleri 30 lira olan konserin biletlerini biletix.com’dan satın alabilirsiniz.