Canan Tolon, San Francisco’da, Türkiye’de olduÄŸundan daha çok tanınan bir ressam. ABD’deki ilk kiÅŸisel sergisini 1983 yılında açan, ondan sonra da San Francisco, Chicago, New York, Paris ve Türkiye’de 20’den fazla kiÅŸisel, bir o kadar da karma sergiye imza atan Tolon, ÅŸu günlerde Ankara Galeri Nev’de son dönem çalışmalarını sergiliyor.Onu yakından tanıyanlar, bu sergisinin diÄŸerlerinden bir farkı olduÄŸunu hemen anlayabilir: Çünkü burada sanatçının farklı malzemelerden ürettiÄŸi tuval resimlerinin yanı sıra, geçmiÅŸinden farklı anları anlatan eski desenleri de sergileniyor. Yanında, ‘GeçmiÅŸsiz Gelecek’ adlı kitabı. Bildiklerimizden çok farklı, çarpıcı bir hayat hikayesi var Tolon’un. Aslında bunları konuÅŸmaktan pek hoÅŸlanmıyor. ‘Neden baÅŸkalarının mutsuzluÄŸu bunca büyüler insanı? Acaba merhamet duygularını doyurmak için mi? Ama ben, kurbanı ve kahramanı olmayan kitabı bu yüzden yazmadım. Uzun zaman yazmakta tereddüt ettim. Kendinden, kendinin ya da arkadaÅŸlarının bedensel engelinden söz etmenin verdiÄŸi rahatsızlık vardı. Åžimdi bundan söz ediyorsam, bir daha hiç söz etmemek içindir.’ Dedik ya, çocuk felcine yakalandığı bir yaşından itibaren hayatının ilk on yılını ÅŸimdi ‘beyaz bir boÅŸluk’ olarak hatırladığı hastanelerde geçiren, ülkeden ülkeye, dilden dile dolaÅŸarak uzun süre kendini hem bedeninde, hem -aile evi dahil- her yerde yabancı hisseden Tolon’un çok çarpıcı bir hayat hikayesi var. Ama aynı zamanda çarpıcı resimleri...15 Temmuz 1955 günü, Orhan ve Nezahat Tolon’un ikinci kızı olarak NiÅŸantaşı’nda dünyaya gelir. Mimar babası Orhan Tolon, aynı zamanda adı Türkiye’de çizgi roman tarihine yazılmış, ilk yerli çizgi roman çizerlerindendir. Bugün 94 yaşına raÄŸmen halen çizmektedir ve birkaç yıl önce televizyonda kendisinden ‘İzi bulunamıyor’ diye söz edilince, ekrana doÄŸru ‘Ben buradayım, ben buradayım’ diye bağırmıştır. Kendisinden üç buçuk yaÅŸ büyük ablası gibi, normal ve güzel bir çocuk olarak. Güzelbahçe KliniÄŸi’nde dünyaya gelir Canan. Ancak iki kardeÅŸin kaderi, bir yıl sonra Türkiye’de pek çok çocuÄŸu etkileyecek bir salgınla deÄŸiÅŸir: Ä°kisi de çocuk felcine yakalanır. Henüz bir yaşında olan Canan, bir süre karantinada kaldıklarını, sonra Fransa’da Bask bölgesinde bir hastaneye götürüldüklerini hatırlayamaz elbette. Ablası da daha büyüklerin koÄŸuÅŸuna konduÄŸu için, hayata gözlerini kalabalık bir hastanede yalnız açmış olur aslında. Sadece onun gibi felçli deÄŸil, zeka özürlü, otistik, ÅŸizofren, her türlü sorunu olan bir sürü çocukla bir arada tam altı yıl yaÅŸar. Anne, baba, kardeÅŸ nedir bilmeden. Onun için yuva olanın, ailesi için dış dünya olduÄŸunu çok yıllar sonra keÅŸfedecektir. Ä°lk dil olarak Fransızca’yı öğrenir. O zaman ‘dışarısı’ ve ‘hastane’ vardır; duvarların, yatakların, ‘hastane anneleri’nin giysilerinin, her ÅŸeyin bembeyaz olduÄŸu. ‘Dezenfektan kokusu, yankılı koridorlar, makine gürültülerine karışan çocuk seslerinin sağır edici gürültüsü, büyük asansörler, rehabilitasyon salonları, aygıtlar, minicik pembe ya da mavi önlükler giymiÅŸ, yerde sürünen ya da kırık kuklalar gibi düşen kalkan, yine düşen küçücük çocuklar... Onların yürüyebilmek için her adımda sürükledikleri gürültülü, ağır metal, küçük yürüme makineleri...’ANNESÄ° : GÃœZEL KOKAN KADINGördüğü herkes -büyükler dışında- aynı yaÅŸtadır; bu yüzden çok uzun süre küçüklerin büyümediÄŸini sanır. Hep birlikte düşülür, hep birlikte tuvalete gidilir, hep birlikte yenir, yatılır. Dayak yoktur ama büyük asansöre kapatılmak, karanlıkta bırakılmak gibi ağır cezalar vardır. Ödülü olmadan cezası olan bir dünya, onun dünyası. Kimi büyükler vardır, ‘dışarıdan’ gelen ve renkli giyinen. Annesi de onlardan biridir iÅŸte; sadece çok güzel kokanı, güzel hediyeler getireni ve aksanı bozuk olanı. Hatta Basklıların ‘Kanon’ diye telaffuz ettiÄŸi adını bile yanlış söyler, Canan diye çağırır onu! Bir yabancıdır; hep ÅŸaÅŸkın, kaygılı, ‘Beni hatırladın mı, kim olduÄŸumu biliyor musun?’ diye soran. ‘O ÅŸiveyle, o dille, o kopartılmış baÄŸlarla...’ Ä°ÅŸte o hastanede, daha konuÅŸmaya yeni baÅŸladığı günlerden itibaren, ana dili çizgi olur. Daha sonra da ülkeden ülkeye, dilden dile her geçtiÄŸinde, deÄŸiÅŸmeyen ana dili olarak kalacak; desen arayıp da bulamadığı sözcüklerin yerine geçecektir.Aylarca yattığı yatağında, ışık vurmuÅŸ yüzeylere retinasını yakana kadar bakarak imgeler yaratır kendi kendine. Gözkapaklarına yansıyan enstantane resimler yapar. Sonra görüntüyü kaydırarak diÄŸer bir parlak noktada gördüğü imgenin üzerine bindirir, kompozisyonlar elde eder. Dağınık çarÅŸafın kıvrımlarında daÄŸlar, vadiler yaratır. Hastane yatağı, yani onun ‘yaÅŸadığı yer’, sonsuz bir esin kaynağı haline gelir. O görüntüleri hafızasına da kaydetmiÅŸtir ki ÅŸimdi eserlerinin kiminde görülebilir. Hastanede yıllarca kağıtlara yaptığı resimler ise ÅŸimdi yoktur. DoÄŸru dürüst fotoÄŸrafı bile. Bu yüzden kitabının adı, ‘GeçmiÅŸsiz Gelecek’tir.Arada Almanya’da bir hastane macerası vardır; Almancayı öğreneceÄŸi kadar uzun sürmüştür ve oradan kötü anılar kalmıştır aklında ama bir gün, o sekiz on yaÅŸlarındayken, anne babaları gelip alır iki kardeÅŸi. Her ÅŸeyin bittiÄŸini, kabusun sona erdiÄŸini söylerler. Bir aile olarak yaÅŸadığı ilk ev Paris yakınlarındadır ama onun için asıl zor olan, anne, baba ve iki kardeÅŸten oluÅŸan bir ailede yaÅŸamaktır. Ãœstelik ‘ailesi yabancı’dır; Fransızca’yı aksanla konuÅŸan Türkler! Farklı bir dünyadan gelen, Türkçe bilmeyen ve annesiyle bile iletiÅŸim kurmakta zorlanan bir çocuk olarak öyle çok sorusu vardır ki: Evden çıkmak için neden giyinilir? Neden evin kapısı kilitlenir? Tanımadığımız halde hırsızdan neden korkulur? Ä°nsanın neden anne babası vardır? Ve neden çoÄŸunlukla yanıt yoktur?TÃœRKÄ°YE: YABANCI BÄ°R ÃœLKE Hastaneyle iliÅŸkisi, ilk altı yılı tamamen orada kalmak, sonrakiler sık sık kontrole gitmek üzere, on yıl sürer. 13 yaşında Türkiye’ye doÄŸru yola çıkmadan önce bir Fransız okuluna gider. Station bir arabanın arkasında ablasıyla birlikte oturarak yaptığı Türkiye yolculuÄŸu, her ne kadar bilmediÄŸi bir ülkeye doÄŸru olsa da keyifli bir yolculuktur aslında; küçüklüğünden itibaren hep ilgisini çeken ve bugün eserlerinde önemli bir yer kaplayan haritalara -onlar da çizgi- bakıp ülkeden ülkeye, yani renkten renge geçmek ilginçtir. Yalnız, Bulgaristan’da baÅŸlayan ve Türkiye’de iyice artan bakışlar hiç hoÅŸuna gitmez. Attığı her adımda sarfettiÄŸi güçle yakından ilgilenen bakışlardır onlar. Yılllarca bu bakışlara maruz kalıp o kadar dolar ki ablasıyla ‘herkesin haftasonunu yine berbat ettik, oh olsun’ dedikleri olur. Ona dikkatle uzun uzun bakanların belleÄŸinde bıraktığı izleri çizmeye o zamanlar baÅŸlar.Ä°stanbul yıllarında, ona evde kalmanın daha emniyetli olduÄŸu söylenir. ‘Acelesi olanları, koÅŸarken çarpanları engellememek, onlara ısrarla istedikleri yeri vermek için ortadan kalkmak gerekir.’ Fransız okuluna yazılır; iyi bir talebe olamaz. Çünkü o bugün ne olduÄŸunu çok merak ederken ona anlatılan taÅŸ devrinden baÅŸlayarak tarihtir. Ne zaman felsefeyle tanışır, hayatı deÄŸiÅŸir... Ona absürd gelen hayatıyla ÅŸakalaşırcasına yüzleÅŸmeye baÅŸlar. Hayat hikayesini tekrar tekrar anlatmanın yükünü, ancak her anlatışta ona yeni bir mizah katarak kaldırabilir. Resim yapmak için eline her kağıt alışında bunu düşünür. Çocukken anlatacak tek bir hikayesi olduÄŸunu, çünkü insanların dinlemek istediÄŸini düşünürken, Fransız sürrealist edebiyatını okumaya baÅŸladıktan sonra, bu düşünceden kurtulur.Ä°skoçya’da Edinburgh Napier College of Commerce and Technology’nin tasarım bölümünde okurken, mimar olarak mezun olduÄŸunda; Almanya’da Fachhochschule’de iç mimari eÄŸitimi alırken; Londra Middlesex Polytechnic and Architectural Association’da iç tasarım öğrencisiyken; Kaliforniya Berkeley Ãœniversitesi’nde mimarlık yüksek lisansını tamamlarken, mimarlik tarihi doktorasına baÅŸlarken, hep resim yapar. San Francisco son memleketidir; orada bir mimarlık bürosunda on yıl çalışır, Kaliforniya Ãœniversitesi’nde öğretim üyesi olur ama soluk aldığı yer evindeki resim atölyesidir. BaÅŸkaları için çalışır, kendi için resim yapar. Hiçbirini de sergilemeyi aklına getirmez. Taa ki, sanat galerisi olan bir arkadaşı, sanatçısı son hafta sergiyi iptal edip güç durumda kalana kadar... Böylece, adı modern resim alanında önemli bir yere ulaşır ama baÅŸlangıçta Fransız ressam olarak tanınır San Francisco’da, sonra Türk. ‘Vatanınız neresi?’ sorusuyla da sık karşılaşır. Buna cevabı ‘Vatan zihinde oluÅŸturulan bir ÅŸeydir’ olacaktır. Ä°nsanın kökleriyle sürekli meÅŸgul olması tuhaf gelecektir ona; fanatikliÄŸe götüren bir ÅŸeydir çünkü. Kendisi için bu araÅŸtırmayı hiçbir zaman gerekli görmez. ‘Köken arayışı kimi insanları birleÅŸtirir ama bu sefer de onları diÄŸerlerinden ayırır’ diye düşünür.KAHVE TELVESÄ°YLE RESÄ°MÇalışmaları da, resimlerinde kullandığı malzeme de çok çeÅŸitlidir: YaÅŸanan en küçük mekan dediÄŸi mobilya tasarımları, canlı heykeller, dolmakalemle yaptığı desenler, tuvalde kullandığı, yaÅŸayan ve çürüyerek ölen otlar gibi organik malzeme, pas, baskı teknikleri, fotoÄŸraf, elbette yaÄŸlı boya, elbise patronları, diyagramlar, haritalar, hatta mimari projeler ve hatta kahve telvesi.... Neden kahve telvesi derseniz; sonucu tahmin edilemez ve ‘raslantı’ onun çalışmalarının önemli bir parçasıdır. Sürekli olarak kurmak ve yok etmek, eserlerinin konusudur. 1980’den bu yana San Francisco’da yaÅŸayan Canan Tolon, Türkiye’ye gelmeyi çok düşünür. Artık, bunca yıl sonra üzerine dikilen gözlere daha farklı yaklaÅŸmaktadır elbette, hem Türkiye’de sanat ona göre daha olgun, sanatçılar diÄŸerleriyle daha ilgilidir ama ‘burada karşıdan karşıya geçmesi çok zor’dur. NiÅŸantaşı’ndaki Yaya Sergisi’ne bir sanatçı olarak katılmış, her çukura, her yüksek kaldırıma ‘Kendi düşen aÄŸlamaz’ yazmış, ‘belediye belki utanır da...’ demiÅŸtir ama... Fiziksel koÅŸullar yine de deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. Eski eserlerinde, beden üzerine yoÄŸunlaÅŸma var. Bozuk, kutuya benzer kompartımanlara hapsolmuÅŸ figürler... Eseri harfi harfine yorumlamanın yanlış olduÄŸunu, bunun izleyiciyi yönlendirdiÄŸini düşündüğü için, çoÄŸu resminin adı, ‘İsimsiz.’ Tolon’la ilgili Türkçe’de iki kitap çıktı: Biri söyleÅŸi kitabı olan Limbo... DiÄŸeri ise Norgunk Yayınevi ve Galeri Nev’in ortak yapımı, GeçmiÅŸsiz Gelecek... SöylediÄŸine göre, bana biraz Frida Kahlo’nun otoportrelerindeki acıyı çaÄŸrıştıran bu desenlerde anlattığı sadece kendisi deÄŸil. Onun gibi hasta çocuklar ve insanlar da deÄŸil, lösemili, zeka özürlü, azınlık, fakir ya da baÅŸka bir renkte olduÄŸu için dışlanan herkes.Â
button