Çaresizliğimizin matematiği

Güncelleme Tarihi:

Çaresizliğimizin matematiği
Oluşturulma Tarihi: Kasım 18, 2008 17:44

Kültür Bakanlığı’ndaki bir sivri zekalı sayesinde epey reklamı yapılan Gitmek filminde, aşık olduğu adama kavuşabilmek için İstanbul’dan kalkıp savaşın ortasındaki Irak’a gitmeye çalışan bir kadının hikayesini izlerken aşkın ne olduğunu yeniden sordum kendi kendime.

Haberin Devamı

İsmail Türkmen / citizenoff@gmail.com

Aşktan konuşmak, aşk üzerine yazıp çizmek pek afili doğrusu. Hatta bir gazeteci olarak kendi sektörümden örnek vermem gerekirse bugün neredeyse her gazetenin aşk kontenjanından bir yazarı bile var. Takip ettiklerimden anladığım kadarıyla bu yazarların ifa ettikleri ana görev, insanların kimi duygularını gıdıklayacak ve aşkı mümkün olduğunca yüceltecek sözler söyleyerek okurları mest etmek. Çünkü öyle görünüyor ki bu çoğu insanın hoşuna gidiyor ve sonuç gazetelerin bilançolarına artı bakiye olarak yansıyor. Yani bir anlamda herkes kazanıyor bu alışverişte; okur duygusal anlamda tatmin oluyor, gazete yöneticileri ise “tamamen duygusal” anlamda.

Kendi adıma üzgünüm ki ben oldum olası aşk için hiç de yüceltici hisler beslemedim. Çünkü benim için aşk çaresizliğimizin ya da tatminsizliğimizin matematiğinden başka bir şey değil. Kafamız, ruhumuz, vücudumuz, artık hangisi karar mercii ise o, içinde bulunduğu durumun bir muhasebesini yapıyor ve çıkan sonuca göre davranıyor. Yani aşk dediğimiz şey de bir hesap işi sonuçta. Yoksa Gitmek’teki Ayça’nın davranışını anlamlandırmak veya başka türlü tanımlamak kesinlikle imkansız. Burada Ayça’nın yaptığı şey, filmin adının da isabetli biçimde işaret ettiği üzere, içinde bulunduğu berbat durumdan kurtulmak için alıp başını gitmek. Evet, burada bize Ayça’nın aşkı olarak anlatılan şey aslında bundan ibaret. Ayça, gerek iş hayatında (oyuncusu olduğu tiyatronun yönetmeninden sürekli fırça yiyor) gerekse de sosyal yaşamında (şişman mesela ve bir sevgilisi yok) sürekli aşağılanan ya da horlanan bir kız. Böyle olunca Ayça kendini daha rahat hissedeceği ve onu olduğu gibi kabul edebilecek insan(lar)ın bulunduğu bir ortama kaçmak istiyor. Ayça’nın hesabı, pardon aşkı, işte bu.

Haberin Devamı

Zaman zaman gazetelerde şöyle haberler okuruz: “Bilmem hangi ülkenin veliaht prensi aşkı uğruna taht sevdasından vazgeçti ve soylu olmayan biriyle evlendi.” Ayça’nın aşkı daha çok çaresizliğimizin matematiğinin ürünüyken soylu prensimiz gibilerininki tatminsizliğimizin matematiğinden doğuyor. Belki en nihayetinde aynı kapıya çıkıyor ama aralarında ton farkı bulunuyor.

Haberin Devamı

ZSA ZSA GABOR’UN AŞKI

1950’lerde oynadığı filmlerle dünya çapında üne kavuşan ABD’li aktris Zsa Zsa Gabor 1917 yılında bugün artık tarih olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında doğmuş. Resmi kayıtlara göre 8 evlilik yapan ve bir evliliği de geçersiz sayılan Gabor çok farklı çevrelerden insanlarla yaşamış ve sanırım tam anlamıyla feleğin çemberinden geçmiş bir kadın. (Gabor’un ilk kocası bizim ünlü entelektüelimiz Murat Belge’nin babası Burhan Asaf Belge, ikinci kocası ise Hilton oteller zincirinin kurucusu Conrad Hilton.) Bu görmüş geçirmiş kadının şu sözü aşkın nasıl ince bir matematiğin ürünü olduğunu gözler önüne seriyor: “Ayrıldığım hiçbir erkekten, bana hediye ettikleri mücevherleri geri verecek kadar nefret etmedim.”

Haberin Devamı

NOT: Aşk için yukarıdaki şeyleri yazan birinin aşkı yüceltme iddiasındaki bir yapımı beğenmesi zaten beklenemez. Ancak anlatılan hikayeyi bir tarafa bıraksak bile, yurtdışındaki birçok festivalde My Marlon and Brando adıyla gösterilen Gitmek’in, bir sinema filmi olarak vasatı ancak zorlayabildiğini belirtmem gerekiyor. Belki de en iyisi film ekibini bu amatör çabalarından dolayı kutlamak. Ayrıca İsviçre’deki bir festivalin yöneticilerine “Bu filmi göstermeyin” derken gerekçe olarak “Bir Türk kızı bir Kürt’e nasıl aşık olur” gibisinden akıl almaz laflar ettiği söylenen Kültür Bakanlığı çalışanına da bunun pekala olabileceğini açıklayan bu yazımı okumasını öneriyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!