Güncelleme Tarihi:
Fotoğraf: Olaf Wipperfürth
CANSU DERE FOTOĞRAFLARI
“İşte hem güzel, hem akıllı, hem de yetenekli bir kadın” diye başlayabilirdim bu yazıya. Hakkında bildiğim ne varsa sıralayabilirdim. Öyle kuru sıfatlar da değil, içlerini doldururdum pekala. Her birine örnekler verirdim. Belgelerle konuşurdum gerekirse! İspat ederdim yani, zor olmazdı.Lakin bunlar değil Cansu için söylemek istediklerim. O ilk ve doğru kelimeyi arıyorum önce. Sorarlar ya hani, birini tek kelimeyle anlatsan, o kelime ne olurdu? Düşünüyorum. Ne olurdu... ne olurdu... Bulamıyorum!
Benim işim kelimelerle. Ama bu yazının yolunu açacak, üzerinden akıp gideceğim doğru kelimeyi bulamıyorum. Cansu, yazarlığımı test ediyor. Sonra düşünüyorum, “Nereye takılıyorum acaba?” diye. Nedir beni yazmaktan alıkoyan? O anda anlıyorum. Ve tespitimi yapıyorum. İşte bu yazı, o tespiti açıklamak için yazılmıştır!
TESPİT: Cansu’nun görünmez duvarları var
AÇIKLAMA: Tespitimin biricik olmaması beni üzse de, doğru olmadığı anlamına gelmiyor. Bu tespiti yapmak için onu tanımanıza gerek yok çünkü. Zaten duvarlı görünüyor. Ama ne kadar ve neden doğru olduğunu anlamak için, yakından bakmanız gerekiyor. Birlikte çalışmanız ya da arkadaşı olmanız belki... Şu an ikisi de olduğuma göre.
ANLATIYORUM: Hepimizin görünmez duvarları var. Kimimiz kalp kırıklıklarından korunmak için ördü o duvarları. Kimimiz kariyerine odaklanmak için. Kimimiz hayata karışmaktan korktuğu için. Kimimiz hiç fark etmeden... Ama Cansu’nun sebebi başka.
O sebebi bulmak için biraz uğraştım, itiraf edeyim. Başka türlü çünkü onun duvarları...
Mesafeli durmak değil bir kere bahsettiğim. Cansu ona konuşan biriyle yakından ilgilenen, sıcaklığını esirgemeyen bir kadın. Fotoğraflarının aksine bol gülüyor. Bol güldürüyor. Kendisiyle dalga geçebiliyor rahatlıkla. Kaskın değil. Gergin değil. Kaprisli? Bana yapmıyor, ötesini bilemem. Son derece net. Temiz anlatıyor derdini. Laf çevirmiyor. Ama işte...
Ne zaman bir yere çıksak, herkesten önce ortadan kaybolan kadın o. Daha hiç sarhoşluğunu göremedim. Kocaman bir soru sorduğunuzda kısa cevaplar verebilen bir kadın. Ben... ben... diye giden cümleler kurmuyor. Hiç duymadım.
Gündemini kolay işgal edebileceğiniz biri değil. İşi ve yakınları dışında hiçbir şeye uzun uzadıya mesai harcamıyor. Pek rastlamadım. Bu yüzden. Onu ilk tanıdığımda biraz kafam karışıyor. Nasıl bir kadın bu? Soğuk mu, sıcak mı? Uzak mı, yakın mı? Kimsin sen Cansu?? Evet çift soru işaretli hem de.
Neyse ki ipuçlarını takip ederek ulaşıyorum cevabın “bir kısmına”. Bir insanın bütünüyle kim olduğunu kimseler bilemez çünkü...
İLGİSİNİ ÇEKMEK ZOR
Önemsiz olanlarla ben sizin yerinize uğraştığım için, geliyorum en büyük ipucuna. İki kelime: “Gerek yok.”
Standart bir cevabı bu Cansu’nun, birçok soruya bu cevabı veriyor. Mesela bir sürü şey yazılıp çiziliyor hakkında. Hele bazıları var ki... Ben olsam üşenmem, intikam peşine düşerim. Cansu ilgilenmiyor bile.
Aslında içeride üzülüyor da belli mi etmiyor, diyorum. Değil. “Neden onlara takılayım ki, gerek yok” diyor.
Sonra çok meraklı biri mesela. Bütün filmlerin kamera arkasını izliyor. Acaba nasıl oynamış o aktris, nasıl girmiş o rolün içine diye merak ediyor. Ama “O aktris evli mi, bekar mı?” diye sorun. Bilmiyor. O kısmını merak etmiyor. Çünkü gerek yok.
Röportaj teklifleri geliyor, Cansu çoğunu geri çeviriyor. Niye kendini anlatsın ki uzun uzun... Gerek yok! Çünkü herkesin gerçeği, sadece kendi içindeyken gerçek. Onu başkasına anlattığınız zaman, bu kez başkasının gerçeği olacak o. Çaresi yok, başka türlü anlatılacak. Şu an benim yaptığım gibi... Cansu’nun hikayesini size anlatırken, en baştan yazmam gibi...
Cansu bunu biliyor. Bu yüzden gerek duymuyor kendini anlatmaya. Bunu fark ettiğimde anlıyorum ki, doğru yoldayım. Bazı şeyler netleşmeye başlıyor. İlgisini çekmek gerçekten zor bu kadının.
Bazı şeyler var onu heyecanlandıran. Oraya oynamak lazım. Güzel bir sahne örneğin. Sadece nasıl oynayacağı heyecanlandırmıyor onu. Sahnenin nasıl ortaya çıktığı da heyecanlandırıyor. Açıp soruyor hemen: “Nasıl yazdın o sahneyi?”
Durup bir düşünüyorum o vakit. Hem bu kadar tahmin edilebilir bir dünyada yaşayıp, hem de bir şeylere şaşırmak zor olmalı. 10 sene objektifin, kameranın karşısında durduktan sonra, az şeye hayret ediyordur insan. Misal, pijamalarımla (?) inmişim. Marketten peynir alıyorum. Birden biri elinde kamerayla üstüme koşsa. Nefes nefese, ‘Peyniri sevgilinize mi alıyorsunuz?’ dese. Ben düşer bayılırım herhalde. Ama Cansu şaşırmaz ki ona.
NE ZAMAN ŞAŞIRIR?
Cansu ne zaman şaşırır? Eyşan gibi bir karakterle karşılaştığında şaşırır. “Eyşan gibi bir hayatım yok ki benim” demişti bir seferinde. “Öyle bir kadın ne hisseder, ne yapar, merak ediyorum...”
Kameranın karşısında heyecanlanmaz mesela Cansu. Ama bir Tuncel Kurtiz’le, bir Haluk Bilginer’le oynayacaksa mesela, kalbi hızla çarpmaya başlar.
Ben öyle bir çekim anını ilk gördüğümde durup bir daha düşünüyorum. Birini tanımak için heyecanlandığı anları gözlemek gerek belki de. Mimiklerini tam kontrol edemediğinde, daha çok görünüyor sanki içi.
Fark ediyorum ki, Cansu en çok o heyecanlandığı anlarda gülüyor. Tesadüfen çok sevdiği bir şeyi keşfetmiş gibi değil de, başından beri ona doğru yürüyormuş gibi gülüyor. Sahip olur gibi değil, teslim olur gibi seviniyor. Masum ama kararlı istiyor o şeyi. İsteğin parıltısı akıyor gözlerinden, gülüşüne karışıyor masumane.
Ne kadar canlı olduğunu fark ediyorum ona bakarken. O an hiç de saklamıyor bunu dünyadan. Çocuk gibi gülüyor işte heyecanla. Hemen oracıkta. Gözümün önünde. Duvarlarına kahkahadan bombalar düşüyor yavaş yavaş. Görünmez talaşlar saçılıyor her yere. Yerle yeksan oluyor etrafına ördüğü duvarlar. Ben de anlıyorum nihayet.
MASUMİYET İÇİN DUVAR
Masumiyeti korumak için var o duvarlar. Kimseler Cansu’yu göremesin diye değil. Cansu herkesi göremesin diye. Kötülüğü görüp de mesela, içi kanamasın diye. İyi şeyler olacağına inancını yitirmesin diye. Vicdanı kirlenmesin diye. İçinde bir yerlerde, hep masum kalabilmek için...
O yüzden kolay kolay ilgilenmiyor herhangi bir şeyle. “Gerek yok” deyip kabuğuna çekiliyor hemen. Madde ve mana o duvarların içinde de hayat bulmuyor mu nihayetinde? “Beni sevmezler, beni suratsız bulurlar” diye tasalanmasına gerek olmuyor. Verilmeyen bir söz gibi Cansu Dere. Orada, gözümüzün önünde. Var.
Gerçek. Ama kimseye sorumlu değil varlığından.
Bu da bu kadar bir tespit işte. Hepimiz ayrı bir yol tutuyoruz hayatla baş etmek için. Cansu’nun yolu da bu bence. Başkalarının ne yaptığı da önemli olmuyor çünkü o sayede. Ne düşündüğü de. Cansu’nun onlar için ne düşündüğü mü? Cansu onları görmüyor ki...
Çünküüü: Cansu’nun görünmez duvarları var...