Güncelleme Tarihi:
Zaman ne çabuk geçiyor. İnanılır gibi değil ama 32 yaşına girdim. Yaşı hayli ilerlemiş olanlar için belki, hadi canım sen de denecek bir yaş ama benim için yolun sonu gibi gözüküyor. Sakın aldanmayın, ölümden falan korktuğum için değil, yalnızca keşkelerle geçen 32 yılın hesabı.
Keşke hayatımızda keşkeler olmasa, ama ne yazık ki olacak. Belki de hayatın kuralı bu. İnsan 32 yaşına girince daha çok şeyler bekliyor. Daha çok insanın doğum gününü kutlamasını, daha çok insanın hediye göndermesini bekliyorsun, ama yanılıyorsun. Yaşınız ne kadar çok ilerlerse, arayan ve hediye gönderen o kadar çok azalıyor ki şaşıp kalıyorsunuz. Tabii modern zamanın bankalarının hakkını yememek lazım. Bir onlar doğum gününüzü hatırlıyor. Klassis Otel'i de unutmamak lazım, onlar da bu konuda gerçekten çok iyiler.
Bu arada bir şeyi fark ediyorsunuz; şimdiye kadar doğum gününüzde size hediye edilen en iyi şey ne diye. İşte o zaman hatırlıyorsunuz; aldığınız zaman değerini ve kıymetini bilemediğiniz, ama zamanla hayatınız boyunca alıp alabileceğiniz ve belki de bir daha alamayacağınız en güzel hediye ve hediyeyi veren sevgili NESLİHAN ve hediyesini... Anlamını şimdi çok daha iyi kavrıyorum ve beni izlediğini de biliyorum. Sana her zaman tüm sevgimi sunacağım sonsuza dek...
Oturup kara kara düşünmeye başlıyorsunuz. Ulan 32 yaşına girdin, ama bir bak bakalım geçmişe; neler olmuş, ne kadar kazık atmışsın, ne kadar kazık yemişsin, şimdi her yıl olduğu gibi ne kararlar alman gerekiyor?
Düşün, ne kadar vahim olduğunu anla. Evet düşün bakalım...
Artık saçların eskisi kadar gür değil, kırışıklıkların rahatça görülüyor. Berber kulaklarının ve ensenin kıllandığını söylüyor ki bu seni daha çok kıllandırıyor. Göbeğin yüzünden ayak başparmaklarını göremez oluyorsun. Ne kulakların eskisi kadar iyi duyuyor, ne de gözlerin eskisi kadar iyi görüyor. Eskiden küçük çocuklar ‘Abi’ diye seslenirken bir bakıyorsun ‘Amca’ demeye başlamış. En kötüsü ise çevrende senden hoşlandığını belli eden kadınların inanılmaz derecede azalması, yani ratinginizin düşmesi.
Bir kez tıraş olmak yetmiyor, kıllar o kadar sertleşip kalınlaşıyor ki iki defada ancak kesiyor. Ve ayna karşısında daha çok zaman geçirmeye başlıyorsunuz. Banyo yaparken eksilmesine rağmen saçınızı iki kez yıkıyorsunuz. Eskiden olgun ve dolgun kadınlardan hoşlanırken yaş ilerledikçe sizden hayli küçük, çıtır kızlardan hoşlanmaya başlıyorsunuz. Her fırsatta daha çok spor giyinmeye gayret gösteriyorsunuz. Dini konulara daha çok yöneliyor, daha duygusal olmaya başlıyorsunuz. Şarkılar sizi daha çok etkiliyor. Sıktığınız parfüm neredeyse bir şişeyi bulmaya başlıyor. Vitamin haplarını daha çok kullanmaya, yüz kremlerini daha çok sürmeye başlıyorsunuz.
Gazetelerde genç kalmanın sırları sizi daha çok ilgilendiriyor. Sık sık eski resimlere bakarak ‘‘Vay be ben neymişim’’ diyerek içten içe o güzelim günleri nasıl boşa geçirmişim demeye başlıyorsunuz.
Seninle ilgilenen arkadaş ve akraba çevren devamlı ‘‘Hadi evlen, daha ne bekliyorsun, tohuma kaçtın’’ diyerek laf sokuşturuyorlar, senin gibi evde kalmış kızları tavsiye edip tanıştırmaya can atıyorlar.
John Donne'nin şu sözleri geliyor aklıma: ‘‘Kimse bir ada, tek başına bir bütün değildir. Herkes anakaranın bir parçası, bütünün bir bölümüdür. Deniz bir parçacık toprağı alıp götürse, Avrupa eksilir. Deniz burnu aşındırırsa arkadaşlarının ya da senin toprakların aşınmış demektir. Her ölüm beni eksiltir, çünkü insanlığın bir parçasıyım ben.
Bundan dolayı hiçbir zaman çanlar kimin için çalıyor diye sorma.
ÇANLAR SENİN İÇİN ÇALIYOR’’.
Her şeye rağmen kendi doğum günümü kutluyorum. İyi ki doğdum.