Campania’nın fakir ve gururlu delikanlısı

Güncelleme Tarihi:

Campania’nın fakir ve gururlu delikanlısı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 22, 2008 00:00

İtalya’nın Campania bölgesindeki Napoli kenti acımasız mafya sayesinde yine dünyanın gündemine geldi. Aslında İtalya’nın bu en fakir kenti, daracık renkli sokakları, lezzetli yemekleri, damak çatlatan pizzaları, insanı aşka sürükleyen Napoliten şarkıları ve sıcakkanlı insanları ile dost bir şehir. Bu hafta şehirle ilgili izlenimlerimi anlatacağım. Gelecek hafta ise ünlü pizzalarını.

Napoli, son zamanlara kadar İtalya’nın en az sözü edilen kentiydi. Ta ki acımasız Napoli Mafyası Camorra’nın ipliğini pazara çıkaran filmin geçen ay gösterime girmesine kadar. Şimdi herkes bu acımasız katillerin yuvalandığı Napoli’yi konuşuyor. "Gomorra" adlı filmde, Camorra adına çalışan beş adamın öyküsü anlatılıyor. Vahşi, büyüleyici, epik ve inandırıcı bir film.

Yönetmen Matteo Garrone bu filmi, Roberto Saviano’nun "Gomorra" adlı kitabından beyaz perdeye aktarmış. Film, İtalya’nın bu yılki Oscar adayı. Sinema eleştirmenleri filmin ödül alacağından eminler. Ama bu öykü, yazar Roberto Saviano’nun yaşamını altüst etti. Genç yazar, şöhretin keyfini çıkaramadan polis kuşatmasında kaçak bir yaşam sürmeye başladı. Çünkü itirafçı bir Camorra üyesi, onun için "infaz" kararı alındığını ihbar etti. Genç yazarın şimdi nerede olduğu bilinmiyor.

Gomorra filmi nedeniyle şimdi bütün gözler İtalya’nın bu en fakir kentine çevrildi. Herkes Napoli Mafyası’nın ne yapacağını merak ediyor. Bu nedenle de dünya medyasında Napoli hakkında her gün bir haber çıkıyor. Kimi mafyadan, kimi Pompei’den, kimi fakirlikten, kimi Napoli takımının İtalyan ligindeki başarılarından söz ediyor.
Campania’nın fakir ve gururlu delikanlısı

Aslında Napoli’ye gittiğimde, "Gomorra" filmi henüz gündeme düşmemişti. Zaten gidişimin nedeni de acımasız mafya Camorra değildi. Geçen ay İstanbul’da da bir şubesi açılan "Fratelli La Buffalo"nun, ünü tüm dünyaya yayılan pizzalarının tadına bakacaktım. Gidiş sebebim bu kadar masum ve lezzetliydi. Aslında Napoli’ye daha önce iki kere gitmiştim. Kente ilk yolculuğumu Akdeniz gemisiyle yapmıştım. Akdeniz’de liman liman bir gezintiydi bu. Napoli limanına inmeden önce kaptan gemi hoparlöründen yankesicilere, kapkaççılara karşı sıkı sıkıya uyarmıştı. Bu uyarılardan korkan kadınların çoğu, mücevherlerini ve paralarını kamaralarına saklayıp karaya çıkmışlardı. O günkü telaşı ve anlatılan mafya hikayelerini çok iyi hatırlıyorum.

KRAVAT SATICISI

Benim amacım ise bir meyhaneye oturup, Napoliten şarkılar dinlemekti. Öyle de yaptım. İki apartman arasına gerilmiş iplerde çamaşırların uçuştuğu daracık bir sokakta, bir kahvenin önüne oturdum. Bir bardak şarap ısmarlayıp etrafı seyretmeye başladım. Biraz ilerimde bir ihtiyar, seyyar tezgahında kravat satıyordu. Boynunda iğreti bir kravat ve başında siyah bir fötr şapka vardı. Siyah takım elbise giymişti. Mafya emeklisi mi acaba, diye düşünmüştüm. Adam bir kravat satınca doğru kahveye geliyor, kazandığı parayla bir bardak şarap alıp tezgahının başına dönüyordu. Saydım, tam dört kravat sattı ve dört bardak şarap aldı.

Garsondan bir bardak şarap istedim. Şarabı götürüp adama verdim ve tezgahtan bir kravat seçtim. Ne o bir şey sordu ne de ben bir şey söyledim. Onu bir zahmetten kurtarmıştım. Para versem nasıl olsa onu şaraba çevirecekti. Oradan dönerken yoldan aldığım Napoliten şarkılar bulunan kaseti gemide dinleyince, ilk şarkıdan sonrasının boş olduğunu gördüm. Ne kadar uyanık olursam olayım, Napolili uyanıkların oyununa gelmiştim. Her şeye rağmen sokaklarında çamaşırların uçuştuğu, insanların bağırarak konuştuğu, klaksonların kulak zarını zorladığı, kapkaççıların motosikletlerle cirit attığı, karmakarışık kenti çok sevdim. Çünkü bize benzer bir kentti. Bunda Napoliten şarkıları sevmemin de etkisi olmuştur belki. Belki de pizza sevgimin!.. Çünkü sevgilim Margarita pizza bu kentte doğmuştu. Bu konuya sonra geleceğim.

GEÇEN YÜZYILDA NAPOLİ

Son gidişimde lodosla allak bullak olmuş bir Napoli buldum karşımda. Dalgalı, rüzgarlı, yağmur konusunda kararsız bir Napoli. Kent yıllar önce bıraktığım gibiydi. Ya ben değişen yerlerde dolaşmıyordum, ya da hiçbir şey değişmiyordu.

Aslında Türk seyyahlarının atalarının anlattıklarına bakılacak olursa, geçmişteki Napoli bugünkü Napoli’den çok güzeldi. Örneğin Servet-i Fünun’un ünlü romancısı Mehmet Rauf, "Seyyahatname-i Avrupa"da Napoli’nin "leb-i deryada, yüksek ve küçük, mamur, güzel dağların eteğine kurulmuş" bir şehir olduğunu belirtiyordu. Yazara göre sokaklar düz ve geniş, meydanlar düzenli, kentin etrafı bağ ve bahçelerle çevrilmişti. Mehmet Rauf’a göre burada zengin insanlar yaşıyordu. Ve o günlerin seyyahları "Napoli’yi göreyim, sonra öleyim" nakaratını dillerinden düşürmüyorlardı. Mehmet Rauf Napoli sevgisini biraz abartıp, şu cümleyi bile kurabiliyordu: "Gözlerini açmış, yatağında gerinmeye başlayan şuh ve dilaşub bir dilbere benziyor..."

Anlatılanlar benim gördüklerimle öylesine tezat teşkil ediyordu ki şaşırıp kalıyordum. Bir tek dağlar, Vezüv ve Pompei yerli yerindeydi o kadar. Sokaklar daracıktı, caddeler delik deşikti, meydanlarda trafik Arap saçına dönmüştü, kentin etrafında çirkin binalar yükseliyordu ve Napoliler İtalya’nın en fakirleriydi.

Mehmet Rauf’la bir tek konuda uyuştuğumu gözledim. Ona göre her şey İstanbul’dan ucuzdur. Bu tespit bugün de geçerliydi. Gerçekten de Napoli belki de Avrupa’nın en ucuz kentiydi.

YAĞMURUN AZİZLİĞİ

Napoli sokaklarında gezinirken lodosun azizliğine uğradım. Onun taşıdığı yağmur bulutları birden gök yüzünden kova kova su dökmeye başladı. Sığınacak bir saçak altı buluncaya kadar sırılsıklam olmuştum bile. Oysa sokakta yürüyenlerin hepsi tedbirliydi. Onlar çoktan şemsiyelerinin altına sığınmışlardı. Oysa 1921 yılı başlarında Napoli’ye giden Asmai’nin "Sicilya Hatıraları"nı okusaydım, ben de tedbiri elden bırakmazdım. Asmai, hatıralarında Napoli yağmurunun iri taneli olduğunu, onun için yağmura yakalananların aşırı derecede ıslandığını söyleyip şu uyarıda bulunuyordu: "Sokağa çıkıldığında yağmurluğu veya şemsiyeyi odada unutmaya gelmez ha!.. Sırılsıklam ıslanmak hiçtir..."

Kentleri tanımak için hep ara sokaklarda dolaşıp dururum. Burada kentin gerçek yaşamını bulacağımı bilirim. Gerçek yemeği, gerçek insanları, gerçek müziği, gerçek öyküleri... Bu sokaklar çok renklidir ve iyi poz verirler. Bu sokaklarda gezinirken zamanın nasıl geçtiğini anlamam. Napoli’nin daracık sokakları sanki bir film stüdyosu gibidir. Pencereler arasında konuşmalar, bağrışmalar, gökyüzüne yükselen şarkılar, rüzgarla oynaşan çamaşırlar bir sinema karesini andırır. İnsan biraz sonra Sophie Loren’in görüntüye gireceğini sanır ama tüm görüntüler gerçektir. Bu sokaklarda herkes, herkesin her şeyini bilir. Çünkü evler birbirine öylesine yakındır ki, tüm konuşmalar, fısıltılar, kavgalar, kahkahalar ve inlemeler duyulur.

KENTİN KILCAL DAMARLARI

Bu sokaklar fakir ama bütün yoksul sokaklar gibi yaşam doludur, rengarenktir. Bu nedenle ben Napoli sokaklarını çok severim. Ama "Eylül" romanının yazarı Mehmet Rauf pek sevmez. Yazar bu dar sokakların "Napoli hayatının en koyu girdabı" olduğunu belirtir. Mehmet Rauf bu masum sokaklar için şu acımasız kelimelerle anlatır: "Bu sokaklar alelumum pek yüksek evler arasında, darlığı daha şiddetle göze batan, mide bulandıran ince, uzun, karanlık ve rutubetli sokaklardır. Bu cendere içinde ezilmekten korkarak yürürken, iki tarafınızda canavar ağzı gibi açık karanlık deliklerin içinde canlı mahlukat bulunduğunu, insan seslerinden anlarsınız..." Siz Mehmet Rauf’a sakın inanmayın, bu sokaklar bence Napoli’nin kılcal damarlarıdır ve gerçek yaşamı buralarda soluyabilirsiniz.

Napoli’ye giderseniz gerçek İtalya’yı göreceğinizden emin olabilirsiniz. Napoliten şarkılarla sizi aşka sürükleyen, daracık sokaklarında size renkli pozlar sunan, Pompei harabelerinde sizi şaşırtan, Capri Adası’nda sizi büyüleyen, lezzetli pizzalarıyla damağınızı çatlatan bu kent sizi bekliyor.

Haftaya Napoli’nin gururu pizzanın öyküsünü anlatacağım.

Ölümsüz şarkıların şehri

Napoli köklü bir müzik geçmişine sahip. Geçen yüzyılın unutulmaz Napolili tenoru Enrico Caruso, sonrasındaki tüm İtalyan tenorlar, Luciano Pavarotti, Andrea Bocelli dahil, bu bölgenin şarkılarını söyleyerek meşhur oldu. Canzone Napoletana deniyor bu üsluptaki halk şarkılarına. Kökeni 800 yıl kadar öncesine uzanıyor. Bu güçlü halk şarkısı geleneği 1835’te başlatılan Piedigrotta Şarkı Yarışması sayesinde gelişmiş, bestecileri harekete geçiren yarışma birçok eserin ortaya çıkmasını sağlamış. Eduardo di Capua’nın 1890’larda bestelediği "O sole mio", Luigi Denza’nın 1880’lerde bestelediği "Finiculli Finiculla" Napoliten üslubun zirvesi sayılıyor. Dünyada pek tanınmayan, fakat bölgede çok sevilen Renato Carosone, Roberto Muralo, Sergio Bruni gibi Napoliten ustaları da bu yarışma sayesinde ortaya çıkmış. Napoli’de aynı zamanda yüzyıllar öncesine uzanan bir halk ozanı (cantautore) geleneği var. Şehir ayrıca opera kültürü açısından da önemli. Barok dönemde Napoli’de Alessandro Scarlatti’nin öncülüğünde başlayan opera geleneği zaman içinde etkileri Avrupa’ya yayılan önemli bir akıma dönüşmüş. Komik opera (opera buffa) geleneği bu kentten dünyaya yayılmış, Rossini ve Mozart’a kadar ulaşmış.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!