Güncelleme Tarihi:
20 yıldır camaltı tekniğiyle haşır neşir olan heykeltıraş ve ressam Mevlüt Akyıldız
Kemaliye'deki aile evinin tavan arasında 22 yıl önce bulduğu camaltından yapılmış o tepsi hayatını değiştirdi. Eski bir sandığın içinden çıkan kırık camaltı tepsisi sayesinde Türkler'in kendine özgü bu sanat tekniği unutulmaktan kurtuldu. Bir dönem İstanbul kahvelerinde, evlerin duvarlarında asılan, kızların çeyizlerine konan camaltlarının nazara karşı koruyu gücü olduğuna inanılırdı. 20 yıldır camaltı tekniğiyle haşır neşir olan heykeltıraş ve ressam Mevlüt Akyıldız ise bunu bir nevi terapi olarak görüyor.
Bazen kulağımıza çarpan bir ses, duyduğumuz bir cümle, şahit olduğumuz bir olay ya da tanıştığımız bir insan hayatımızı bambaşka bir noktaya taşır. Aklımızı başımızdan alan bu duygunun peşinden sürüklenir, sonu ne olursa olsun gözümüz kapalı dalarız içine. Bundan 22 yıl önce Erzincan'ın Kemaliye kazasında dedesinden kalma evin çatıkatında, sandıkların arkasına sıkışmış pırıl pırıl parlayan kırık bir tepsi bulmasıyla başladı onun da hikayesi... Sinop Cezaevi imzalıydı ve camaltına yapılmıştı. O güne kadar böyle bir şeyle hiç karşılaşmadığı için çok heyecanlanmıştı.
‘‘Eski çerçeveleri toplamaya başladım, İstanbul'a döner dönmez, gözüme çarpan her camın arkasına resim yapıyordum. Eski çerçevelere uygun ironik konular buluyor, tasarlıyor, bir çırpıda cam altlarına işliyordum. Dansözler çiziyor, göbek havalarını cam altına yansıtıyor ve bunlara söz yazıyordum.’’
Eğlence olsun diye başladığı bu çalışmanın onu Türkiye'nin en tanınan camaltı ressamı yapacağından haberi yoktu hiç kuşkusuz. ‘‘İşin içine girdikçe daha renklendi herşey. Camaltı sanatının çok eski bir halk sanatı olduğunu öğrendim ve Halk edebiyatını incelemeye başladım.’’
Yakın çevresindeki insanlar da eserlerini satın almaya başlamıştı. Meyhaneler, müzikholler, çıplak kadınlar ve dansözlerdi ilk resmettikleri. ‘‘Yağlıboyalarımda anlatamadığım ironiyi camaltlarına dökerek rahatlıyor, masallar yazıyor, yaptıklarımla çok eğleniyordum.’’
VERY IMPORTANT PARALILAR
Bugüne kadar 300'ün üzerinde camaltı resim üreten Mevlüt Akyıldız, geçen 20 yıl içinde yaptığı bütün resim konularını birebir camaltı tekniğinde çalıştı. ‘‘VIP (Very İmportant Paralılar) serisini resmettiğim dönemde, işlediğim her konuyu camaltında sansür tanımadan çiziyordum. bugün de adadan çıkan eski kapıların göbeklerini boyuyor, camaltında yazıp çiziyor, hikaye anlatıyorum. Camaltı yaşamdan bir kesit. Benden insanlara bir mesaj veriyor ve karşımdaki insan bunu algılayabiliyorsa mutlu oluyorum. Bu yüzden camaltı resimlerimin anlamını bilen, karşısında oturup gülebilen ya da gülümseyen insanların duvarlarında olması çok hoşuma gidiyor.’’
HİKAYELER ANLATIYOR
Resimlerinin gölgesinde camaltları yer alıyor. ‘Ben insanları eğlendirmek, güldürmek için camaltı yapmıyorum, yaşamdaki birtakım kalıplara karşı duyduğum tepkiyi ironiye vuruyorum. Yağlıboyada bir sınır vardır. Camaltında bu sınırı aşıyorum. Yazılar yazıyor, hikayeler anlatıyorum...’’
Camaltında herşey ters. Bir kere resim camın arkasından yapıldığı için figürler tersten çiziliyor, yazılar tersten yazılıyor. ‘‘Bu teknik kişiliğime ve hayata bakışıma çok denk düştü. Cam altı sansür tanımaz. Üzerinde her türlü espri yapılabilir. O yasak nedir bilmez. Bu yüzden camın arkasından herşeyi başka bir boyuta taşıyabiliyorsunuz. Yağlıboyada ilk koyduğunuz tuş en altta kalır.
Camaltında ise ilk koyduğunuz tuş en önde kalıyor. Bu yüzden konuyu cama işlemeden önce kafanızda tasarlayıp bitirmiş olmanız gerekiyor. Cam ucuz bir malzeme. Ancak kırılması kolay diye resim severler genelde camaltına rağbet etmiyor. Oysa insanlar evlerinde kristal kadehler, porselen vazolar kullanıyorlar. Her evde camaltından da çok kırılacak eşya var. Aynı zamanda camaltı günlük olarak kullanabileceğiniz bir eşya olmadığı için, kırılması çok zor. Camaltının bir yağlıboya resimden çok daha avantajları yanları var. Üzerine zift de dökülse kazınıp temizlenebilir!’’
Ne sihirdir ne keramet
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Neşet Günal Atölyesi'nden mezun olan Mevlüt Akyıldız, 25 yıldır resim yapıyor. ‘‘Malzemem insan ve insanla ilgili herşey, hayalleri, rüyaları, düşünü kurduğu, ona ulaşmak için uğruna herşeyi verebileceği kariyer kaygıları’’ diyor Mevlüt Akyıldız. Bol bol televizyon izliyor, trendi programlardan, televolelerden, VIP dergilerinden besleniyor. Tuval üzerine yağlı boyaları ona yetmiyor, yaratıcılığının bir kısmını heykellerine, sansür tanımaz, en ironik düşüncelerini ise camaltlarına yansıtıyor. Bugüne kadar tuvale döktüğü her konuyu camaltı resminde de çalışan Akyıldız, camaltlarını yaparken hem çok eğlendiğini, hem de bunu bir terapi olarak gördüğünü söylüyor. Sanatçı bugüne kadar 26 kişisel sergi açtı. Ankara Galeri Selvin'deki Ne Sihirdir Ne Keramet adlı sergisi 30 Mart 2000'e kadar izlenebilir. Bugüne kadar üç kişisel camaltı sergisi açan Akyıldız, ‘‘Dünyamla denk düştüğü için camaltlarının bende ayrı bir yeri var’’ diyor.
Afete karşı her duvara bir tane
Osmanlı döneminde her evde, mescit, tekke ve türbede, şekerci dükkanlarında rastlayabileceğimiz resimlerdi camaltları. Manilerle döşenmiş camaltından yapılmış tepsiler, aynalar çeyizlerin en görkemli parçalarından sayılırdı. Camaltı resimleri özellikle 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarında en parlak dönemini yaşadı. Dinsel konulardan yola çıkan ressamlar, zamanla halkın günlük hayatından etkilendikleri olayları manidar bir şekilde işlemeye başladılar camların üstünde. Renkler daha parlak ve canlı gözüktüğü için, halk da cam altı resimlerine merak salmıştı. Her bütçeye uygun olan bu resimlerin evde bereketi arttırdığına, insanları nazardan koruduğuna ve afetlere karşı koruyucu gücü olduğuna inanılıyordu. Camaltında klasikleşen yarı-insan, yarı-yılan görünümlü Şahmeran figürleri, özellikle Doğu ve Güneydogu Anadolu'da evlenecek kızın bohçasında bulunur, yatak odasına asılırdı. Yedi uyuyanların isimleri yazılı yelkenli geminin, ‘‘Amentü Gemisi’’nin, bereket getirdiğine inanılırdı.
Eski İstanbul kahveleri, zamanın adeta resim sergileriydi. Duvarlarda asılan camaltı resimleri devrin siyasi ve dini gelenekleriyle uygunluk göstermek zorundaydı. Cam ve ayna esnafı da camaltı resimleri yapıyordu. İstanbul, bu resimlerin sevilip yaygınlaştığı ilk kentti. Çünkü sultanın cami imalathaneleri burada kurulmuştu. İstanbullu sanatçılar özellikle güzel yazı ve resim kompozisyonları, imparatorluk armaları, ünlü camiler ve halkın övünç duyduğu gemilerin, olayların resimlerini çalışıyorlardı.
Osmanlı'da sadece usta hattatlar yapıtlarını imzalıyorlardı. Ama daha sonra onların yazdıklarını kopya eden ya da eski yazıyı bilmedikleri halde bu tarz çalışmalar yapan halk ressamları, kendilerini sanatçı kabul etmediklerinden resimlerini imzalamayı da abes saydılar.
Kaynak: Neveser Aksoy'un Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından basılan, Camaltında Yirmi Bin Fersah isimle eseri.
Zamanla yokoldu
Bir dönem neredeyse bütün evlerin duvarlarında asılan cam altı resimleri geleneksel halk sanatları arasında özel bir yer edinmişti. mitolojik öyküleri içeren, toplumun yaşam tarzını ironik bir şekilde işleyen bu resimler Türk halkının beğenisine hitap ettiği için çok popüler olmuşlardı. Ancak ne yazık ki çok kısa bir süre içinde camalatı tekniği yerini bambaşka resimlere bırakarak yokolmaya yüz tuttu. Bugün pek az sanatçı camaltı resmi yapıyor ve birkaç koleksiyonerin, özellikle de yabancı koleksiyonerlerin ilgisi sayesinde yaşıyor. Bugün Türkiye'de sadece camaltı resmi yaparak yaşayan bir ressama rastlanmazken, yağlıboyanın yanında camaltı tekniğine de önem veren ressamların başında Erol Eti, Hüsamettin Koçan, Neveser Aksoy ve Fikret Otyam bulunuyor.