Güncelleme Tarihi:
* Sarı renk, sizin için ne ifade ediyor?
- Sarı, benim sıcağım, huzurum ve günün en güzel rengi. Hayata baktığım sepya, Türk filmleri, ip atladığım günler ve hatıralar. Aslında sarı, siz ne isterseniz o. Sevdiğim her şeyin rengi.
* “Sarı” adlı şiiri, doğduğunuz şehir İskenderun’a ithaf ediyorsunuz. “Şehrin boşu boşunalığına içerlerken bırakmışım son nefesimi kaldırıma” şeklinde bir dize var. Sanki bu şehirden uzaklaşmış ve sıkılmışsınız.
- Hayır. Bu, bir sıkılmışlık veya sıkışmışlık değil. Ama aynı zamanda sıkıştığınızda bir şekilde size gelen tuhaf bir üretme, büyüme, yolculuk etme arzusu. Orası benim şehrim. Hikâyelerimi pışpışladığım, onlara bağlandığım ve onlarla hayal kurduğum bir yer. Aslında “Sarı”, bütünüyle İskenderun’u anlatmıyor. İskenderun, güzelliği ve bana kattıklarıyla bu şiir için ilham kaynağım oldu.
ÜÇÜNCÜ ALBÜM DAHA RENKLİ
* Bu albümünüzde enstrüman yelpazesi daha da genişliyor. Bu, bilinçli bir tercih miydi? Albümün hazırlık aşamasından bahsedebilir misiniz?
- Bilinçli bir tercihti. Üçüncü albüme biraz daha fazla renk katmak istedim. Zamanı gelmiş yeni parçalar, bu renkliliği ister olmuştu. Aslında hazırlık aşamamız, diğer albümlerle benzer. Çünkü her şey bir akışa, bir düzene oturdu. Parçalar yazıldı ve düzenlendi. Muhabbetle kaydedildi. Dinlendi ve dinlenildi. Sonra mix-master derken, sarardı ve “Sarı” geldi.
* Albümün dikkat çeken parçalarından biri “Dalyan Deltası”. Bülent Ortaçgil’in diğer şarkılarına göre biraz ‘gizli cevher’ konumunda. Bu şarkıyı neden seçtiniz?
- İşte tam da bu dediğiniz yüzünden seçtim. Çok söylenmemiş, farklı kişiler tarafından defalarca yorumlanmamış; ama değerinden hiçbir şey yitirmemiş, cevher bir parça. “Ayrı düşmüşüz yan yana.” Sırf bu cümle için bile “Dalyan Deltası”!
MERT’İN TIRNAĞI BİLE OLAMAM
* Sizi albüm çıkarmaya ikna eden kişi de Bülent Ortaçgil...
- “Ben albüm yapmak istemiyorum” dediğimde, “İyi ya işte!” demişti. Bu, benim için önemliydi. Albüm yapma hırsıyla işi elime yüzüme bulaştırabileceğimi biliyordu. Böyle bir hırsımın olmamasıyla daha doğru bir şeyler yapabileceğimi izah etti. Kaybedecek neyim olabilirdi ki? Ben de artık kendi şarkılarımı söylemek istedim. Bülent Ortaçgil’in bu sözü de bana güç verdi.
* Mert Önal’ın da müziğinize katkısı büyük. Birbirinizle nasıl bir etkileşim içindesiniz?
- Mert Önal, benim için en önemli erkek ve en önemli insanlardan biri. Bugüne kadar tanıdığım en mütevazı ve en yetenekli müzisyen. Ben onun tırnağı bile olamam. Benim çok çalışmam gerekir. Onunsa her şey zaten içinde ve aklındadır. O sadece bir davulcu ya da iyi bir davulcu değil. O, müzikte öngörüsü yüksek ve bütünüyle iyi bir müzisyen. Eşim olması dışında bir müzisyen olarak fikirleri benim için hep değerli oldu. Albümde çaldığı davullarla, benim için parçaların tüm rengini değiştirdi. Büyü gibi, sanki bir değnekle dokundu ve “evet” dedim. Karı-koca müzisyen olunca evde de müzik konuşuluyor. Bu parçalar üzerine çok düşündük. En önce bir arkadaş ve müzisyen olarak iyi ki var. Keşke her müzisyen, onun gibi alçakgönüllü ve kocaman yürekli olabilse. Egosuz ve ‘ben’siz. İşte o zaman müzik temizleniyor, senden ayrılıyor ve havaya karışıyor.
ANNE OLACAK YAŞTA HİSSETMİYORUM
* Şarkılarınızda genellikle büyümek ve hayal dünyasından kopmak istemeyen bir kız çocuğu var. Jehan Barbur da böyle mi?
- İnsan hiç hayatından gün eksilsin, büyüdükçe ciddileşsin ister mi? En azından ben istemem. 32 yaşındayım. Ama kadın, anne veya ev hanımı olacak yaşta hissetmiyorum. Zaman ne kadar acımasız! Ben hâlâ çocukluğumdaki eksikleri kapatmaya, yeteri kadar oynayamadığım oyunlara doymaya çalışıyorum. Gündelik hayattaki vecibelerimi her daim yerine getirmeye çalışsam da, her an sokaktan biri bana bağırıp “Jehaan! Hadi gel apartmanın altında ip atlayalım, bisiklete binelim, balık tutalım, suda taş kaydırmaca oynayalım” diyecek diye bekliyorum. Büyüme işini sevmedim. Şimdi yemek yap, makyajını düzelt, kadın doğum uzmanlarına git, mamografi çektir, hoş geldin beş gittin de, evi temizle, dışarıdaki hayatla mücadele et, saçını muntazam tara, eteğini düzelt... Daha ne diyebilirim ki? Evde, annenle babanın işten gelmesini beklemek ne güzeldi! Pamuklara sarılırdın. İşte o masumane yıllar, bir daha gelmeyecek.
* Jehan Barbur’u, ilk iki albümüyle tanıyan sayısı fazla. “Behzat Ç.” sayesinde bu sayı ikiye katlandı. Popüler bir diziden ötürü adınızın daha fazla duyulmasından memnun musunuz?
- “Hayır, memnun değilim” dersem olur mu? Tabii ki memnunum. Bu şarkılar duyulsun. Üç albüm oldu. Keşke hepsi duyulsa; bir insan daha ne isteyebilir ki? Ne sebeple olursa olsun duyulsun. Bu, beni değiştirmeyecektir ki!
KENDİMİ BİR ‘HİÇ’ OLARAK GÖRÜYORUM
* Son yıllarda dizilerde, filmlerde ve tiyatro oyunlarında müziğin önemi arttı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Dizilerdeki müzik bana çok fazla geliyor. Oyunculuktan ve replikten çok müzik var. Makyaj gibi. Bence her şey tadında ve dengeli olmalı. Biri, birinden fazlaysa ben bir eksiğin kapatılmaya çalışıldığını düşünmeye başlıyorum. Bu, her mecra için geçerli.
* Sadece müzisyen olarak değil, halk ozanı olarak da nitelendiriliyorsunuz. Bu kavram, günümüzde pek kullanılmıyor. Siz de kendinizi bir ozan olarak görüyor musunuz?
- Ben kendimi bir ‘hiç’ olarak görüyorum. Geldim, gidiyorum işte. Ozan, şarkıcı, besteci, oyunbozan... Bir isimle nitelendirilmem mi gerekiyor? Boşverin, Jehan kâfi! Şarkı yazıp söylüyorum. Ne olduğumu ben bile bilmiyorum. Evet, kent ozanı olmak isterdim. İlla bir tanım istenirse şehir hikâyesi olarak geçebilirim. Ama kendi ismimiz bile gerçek ismimiz değilken, ben ne olduğumu nasıl bilebilirim ki?
* Şarkıların, insanın en güzel olduğu hali ve zamanı hatırlatan araçlar olduğunu söylüyorsunuz. Peki, size en güzel olduğunuz hali hissettiren isimler kimler?
- Erkan Oğur, Bülent Ortaçgil, Cengiz Özkan, Birsen Tezer, Mehmet Güreli, Vedat Sakman, güzel annem, babamın hatıraları, kitaplarım, Edip Cansever, kedim Norma...
OYUNCULUK KONUSUNDA ÇOK YETENEKSİZİM
* Oyuncu olmak istemişsiniz. Fakat oyunculuğu, şizoid bir geçiş olarak nitelendiriyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
- Öyle nitelendirdiğimi ben de okudum. Ama o nitelendirmenin bir devamı vardı ve ne yazık ki muhtemelen yer bulamadı. “Müzik ve hayatın kendisi de şizoid bir geçiş. Sadece oyunculuk çok büyük bir içsel kontrol gerektiriyor” demiştim ve ben bu konuda çok yeteneksizim. Bunu yapabilen ve karakter geçişlerini bu kadar sağlıklı şekilde ortaya koyan kişilere hayranlığım tarif dâhi edilemez. Ben beceremezmişim, çok yeteneksiz olduğumu düşünüyorum.
KÜLTÜR MAFYASI’NA YAZACAĞIM
* “Sarı” albümü ve konserler dışında ne gibi çalışmalarınız var?
- Şu an sadece “Sarı” ve konserler var. Bir süre sadece bunu yapmak derdindeyim ve yeni bir şeyler yazabilmenin peşindeyim. Bir de artık ayda bir yayımlanan Kültür Mafyası dergisine de yazılar yazıyor olacağım. Arada bir de http://catidakicimenler.blogspot.com adresindeki bloğuma bir şeyler yazıyorum.