Büyüdüğü konakta Fatih-Harbiye romanını yaşadı

Güncelleme Tarihi:

Büyüdüğü konakta Fatih-Harbiye romanını yaşadı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 03, 2007 00:00

Hasan Garan (61) tıp dünyasının çok iyi tanıdığı, özellikle kardiyologların isminin önüne "Hocaların hocası" ya da "Dáhi" tamlamalarını getirmeden söze başlamadığı bir kalp doktoru. Robert Kolej’i bitirdikten sonra ABD’de, Harvard’da biyokimya, matematik ve tıp diploması aldı. Kardiyolojinin henüz yeni oluşturulan elektrofizyoloji bilim dalını bir bakıma kuran ve geliştiren kişiydi.

Yüzlerce bilimsel çalışması arasından kalpteki ritim bozukluğunu elektrikli bir kateter yardımıyla yakarak giderdiği yöntemi çok ses getirmişti. Dr. Mehmet Öz’le aynı hastanede, New York’taki Columbia Presbyterian’da çalışmasına rağmen biz normal vatandaşların pek tanımadığı ama merak ettiği Garan’ı iki günlük bir iş için İstanbul’a geldiğinde yakaladık. Köklü ailesini, büyüdüğü masalsı konağı, Piyer Loti’deki o konakta, dindar bir dede ve batılı babanın, ülkenin bugünkü haline bir ders gibi gelecek cinsten huzurlu ilişkisini, kariyerinin dönüm noktalarını konuştuk.

Yedi göbek İstanbullu ailelerden misiniz?

- Annemin ailesi, Osmanlı Devleti topraklarını kaybettiğinde Makedonya’dan İstanbul’a göçmüş. Baba tarafımdaki akrabalarımı tanıyamadım, çünkü doğduğumda vefat etmişlerdi.

Nasıl bir evde büyüdünüz?

- Eski İstanbul’un göbeğinde doğdum. Eyüp yakınında, Piyer Loti’de anne tarafından dedemin tahtaları tek tek elle çakılmış, muhteşem konağında büyüdüm. Zaten hayatımda dedemin ve o konağın etkisi büyüktür.

Neden?

- Dedem ekonomi ve siyasal bilgiler öğretmenliği yaptıktan sonra avukatlığa başlamış. Ama bana göre aslında tam bir filozoftu. O zamanın İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay’ın gelip onun elini öptüğü zamanları hatırlarım. Konağın orta katı ona aitti, orada tevekkül ve tesettürle bezenmiş başka bir dünyası vardı. Beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, ibadetin gereği neyse onu yapardı. İftarlarda Osmanlıca konuşan birtakım dostlar evimize gelirdi.

Peki babanız Prof. Reşat Garan?

- Dedemin üst katı babama aitti. Başka bir yaşam biçimi... Babamın dünyası, ilmin ve klasik müziğin hakim olduğu bir dünyaydı. Babam tıp eğitiminin bir kısmını Avusturya’da görmüş, son derece Avrupai, laik bir adamdı. Nur içinde yatsın, resmi bir insandı. Akşam yemeklerimizi hep ceket ve kravatla yerdik. Kendinden bahsetmeyi sevmeyen biriydi. Modern kardiyolojiyi Türkiye’ye getiren, yüzlerce doktor yetiştirmiş biri olmasına rağmen bunu gurur kaynağı yapmaz, anlatmazdı. Dini ve metafiziği dedemden, pozitif ilmi, sekülarizmi ve mütevazılığı babamdan öğrendim. Kişiliğimi bu iki insan ve o konağın yapısı belirledi diyebilirim.

Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanı gibi bir şey yaşamışsınız konakta...

- Aynen. Çocukluğum Safa’nın Fatih-Harbiye, ya da Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları kitaplarındaki gibi geçti. Yakın tarihimizdeki geçiş dönemini, iki dünyanın bir araya gelmesini birebir gözlemledim. Ama dedem de babam da birbirlerinin yaşam biçimine son derece saygı duyar, karşılıklı kıymet bilirlerdi. Ne babam onun Osmanlı musikisine, iftarına karışırdı, ne de dedem babamın katından gelen Beethoven ve Schuman seslerinden rahatsız olurdu.

HOBİSİ BİLE HARVARD DİPLOMALI

Dedeniz sayesinde dindar bir yanınız da oluştu mu?

- Küçükken cuma namazlarına giderdim onunla. Ama şimdi dinin gereklerini yerine getirebilen bir insan değilim ama metafizik yanım vardır. Dine hürmetimi de hiç kaybetmedim.

Anneniz ne yapıyordu bu iki dünyalı konakta?

- Ev hanımıydı ama çok moderndi. Babamın yanında bütün davetlere katılır, Türk Kardiyoloji Derneği’nin toplantılarına birlikte giderdi.

Ablanızla yakın mıydınız?

- Ablamla çok farklı iki karakterdik. Aslında o çok normal çağdaş bir genç kızdı. Bense kitaplara gömülen, matematik ve klasik müzikle ilgilenen biraz garip bir çocuktum. Her şeyi anlamak ve çözmek gibi bir kompleksim vardı, hálá var. Lüzumsuz belki bilemiyorum. İncil’de bile söyler: Bilgiyle çok fazla uğraşmak iyi değildir!

Harvard hikayeniz nasıl başlıyor?

- Okuduğum Robert Kolej bana üçüncü bir pencere açmıştı: ABD. Fizik okumak istiyordum ama Avrupa’daki okullardan burs almak çok zordu. Robert’teki müdürümüzün rehberliğinde Harvard Üniversitesi’ne başvurdum ve burslu kabul edildim.

Bursa ihtiyaç duymayacak derecede varlıklı bir aile olduğunuz fikrine kapılmıştım?

- Üst orta sınıf bir aileydik ama taşıma suyla değirmen dönmez. Tahsilimi babamın yüklenmesi yine de imkansızdı.

Peki fizik okumak isterken tıp fakültesinde kendinizi nasıl buldunuz? Baba baskısı mı?

- Bir kere önce fizikten soğudum ve biyokimyaya ilgi duymaya başladım, çünkü o sırada biyokimyada üç tane Nobelli profesör çalışıyordu. Örneğin biri DNA’daki çift sarmalı bulan James Watson... Çok çekici geldi. Ondan sonra da tıbba kaymak doğaldı. Babam bana baskı yapmadı aslında ama etki etmedi desem de inkar etmiş olurum. Telefon açıp "Babacığım ben tıbba geçiyorum" dediğimde derin bir oh çekti. Babamı örnek aldım, onun benimle gurur duymasını istedim elbette, çünkü çok önemli bir insandı.

Geriye dönüp baktığınızda hayatınızın ayrım noktasını tespit edebiliyor musunuz? Bu bir karar, bir hastanın söylediği bir söz, bir klasik müzik konseri bile olabilir...

- Biyokimya tezimi yazarken bir deney yapıyordum. Saatlerce laboratuvarda kan hücrelerini inceledim. O günün sonunda ne istediğimi çok sarih bir biçimde gördüm: Doktor olmak istiyordum. O gün, o laboratuvar ve hücreler hayatımı değiştirdi.

Tıbbı bitirdikten sonra Harvard’dan bir de matematik lisansı almanıza inanamıyorum...

- E çünkü matematik aşkım çok büyük benim. Doktor olsam da hálá en büyük hobim matematik problemi çözmek. Bir insan hobisi için Harvard’dan diploma alır mı? Ben aldım işte.

YATIRIR HASTANEYE DÖNERDİM

Eşiniz Amerikalı değil mi? Nasıl tanıştınız?

- 29 yıl önce ben intörnken acil servis rotasyonumu yaparken, o da hastabakıcıydı. Öyle tanıştık. Bir kızım, bir oğlum var. Kızım avukat oldu, oğlum da doktor.

Etkiniz var mı kararında?

- Sizi temin ederim hiç karışmadım. Kendi isteğiyle dahiliye ihtisası yaptı. Dört hafta evvel, aynı benim babama ettiğim gibi bir telefon aldım ondan. Kardiyolog olmaya karar vermiş! Sevindim tabii.

Böyle bir kariyer yaptığınıza göre hayatta pek başka şeye vakit bulamamışsınızdır. Çocuklarınız hiç şikayet etti mi?

- Doktorların kendilerine ait bir hayatları yoktur, başkalarının hayatını yaşamak zorundadırlar. Ama ben o dengeyi çok iyi kurdum. Yatma saatlerine yakın eve döner, onların başucuna oturur, kitap okur, ancak uyuduklarına emin olduğumda hastaneye geri dönerdim. Çünkü hastanede işler bitsin de öyle eve gideyim derseniz, eve gidemeyebilirsiniz.

TANITIM YAPMAYA MİZACIM ELVERMİYOR

Asistanlığınızı ve uzmanlığınızı dünyanın en önemli tıp merkezlerinde tamamlamışsınız. Hırslı biri olduğunuzu söyleyebilir misiniz?

- Her şeyin en iyisini yapmayı hırs olarak tasvir ederseniz kabul ederim. Ama hiç parada pulda gözü olan biri olmadım. Ailemin bana verdiği değerlerden kaynaklanıyor belki de bu.

ABD’de bir Türk olarak zorluk yaşadınız mı, yoksa çalışkan ve zeki insana dünyanın neresi olursa olsun yer var mı?

- Elbette karşıma pek iyi mürekkep yalamamış insanlar çıktı. Türk olmamla ilgili önyargıları vardı ama benim önümü tıkayacak bir şey yaşamadım. Bugün önyargıya sahip kişileri biz Türkler kınıyoruz, siz tarih bilmiyorsunuz, taşralı gibi düşünüyorsunuz diye.

Türkiye’deki kardiyologların gözünde çok başka bir yerdesiniz, çok saygı duyuyorlar. Nedeni nedir?

- Bazı çok önemli araştırmalarım oldu. Kardiyoloji ihtisasımı tamamladığım zaman elektrofizyoloji dalı henüz kuruluyordu. Çok ilkel bir durumdaydı, onu bugün bir anabilim dalı haline getirdik. O yüzden kişisel kariyerim bu özel ve genç ilmin gelişmesinin birebir aynası gibidir. Çalışmalarım da bu ilmin ilerlemesine katkıda bulundu muhakkak.

Sizin hastanede üç önemli Türk doktor var. Siz, Özgen Doğan ve Mehmet Öz. Bir Türk gücü oluşturdunuz mu?

- Bizi tanıyorlar tabii ki. Hastalar üstünde sık sık görüşüp tartışıyoruz.

Peki Mehmet Öz’ü çok iyi tanıyoruz. Siz daha kıdemlisiniz, yüzlerce önemli bilimsel araştırmanız var. Tanıtımdan pek hoşlanmıyor musunuz?

- Mizacım buna kabil-î telif değil. Yapamam ben o işleri. Böylesi daha iyi bence.

Buraya dönmeyi hiç mi düşünmediniz?

- Kardiyoloji ihtisası bittiğinde düşündüm ama o sırada önemli hastanelerden çok cazip teklifler aldım. Hayat bizim gibi insanlar için nasıl oluyor biliyor musunuz. Böyle bir şey düşünüyorsunuz ama önce şu işi yapayım, bunu da bitireyim derken ikinci defa başınızı kaşıyıp acaba dediğinizde bir bakmışsınız 10 sene geçmiş.

Bu ülkeye karşı bir sorumluluk hissediyor musunuz?

- Elbette. Bu ülkenin bana verdiği çok önemli değerler, tarihin getirdiği bir yön var. Bir hassasiyet duygusu var. Burada yaşayanlar onun farkına varamıyor bazen. Yani hipodromun çimenlerinde top oynayarak büyüdüyseniz, Ayasofya sizin için sadece bir fon gibi kalabilir. Halbuki ben şimdi oradaki bazilikanın değerini çok iyi biliyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!