Güncelleme Tarihi:
Evrenin sonsuz hiçliğe doğru genişleyen bir şey olduğunu düşünürseniz, ekosenin üstüne çizgili giymek hiçbir sorun yaratmaz diyen Einstein usta gibi düşünmüşümdür hep... Ve aslında modanın, moda dışında kalan her şey olduğu kanaatindeyimdir. Şimdi benim gibi bir adam kalkıp, Madonna’dan Jennifer Lopez’e kadar pek çok dünya starını giydiren bir modacı ile röportaj yaparsa ne olur?
Dil düşüncenin giysisiymiş derler ya... Hakan Yıldırım ile karşı karşıya geldiğimiz zaman aynı dünyanın, farklı dillerini konuşan iki insanı olduğumuzu fark ettik. Moda konusundaki cehaletim sohbet sırasında da açıkça ortaya çıktı. Yine de eski hukukumuzdan olsa gerek, fazla bozmadı beni dünyanın tanıdığı ismiyle “Hakaan”... Dünya demişken, aralarında Colette, Intermix, tüm Harvey Nichols’lar ve Beymen mağazaları da dahil bu yerkürenin 50 noktasında onun giysileri satılıyor. Tanrı vergisi yeteneğinin dışında, bir şansı da galiba Madonna’nın da aralarında bulunduğu süper ikonların fotoğrafçıları Mert&Marcus ikilisinin Türk neferi Mert Alaş’ın arkadaşı olması.
Öyle ya da böyle, Hakaan uluslararası bir marka artık... Bu kadar laftan sonra Hakan Yıldırım ile ‘kuşdili’nde yaptığımız sohbete buyur ola...
Bana yardımcı ol Hakan... İzzet’i “İzzeeet” yapsam daha mı çabuk açılırım dünyaya?
- İzzet’cim, bir tek isimle olmuyor bu iş.
Hadi yaa... Peki niye Hakaan?
- Yabancıların Hakan Yıldırım demesi zor olabilirdi. Bu yüzden danışmanlarım daha kolay algılanır diye Hakaan ismini önerdiler. Benim de hoşuma gitmedi değil doğrusu.
Madem sırf isimle olmuyor nedir Hakan’ı Hakaan yapan?
- İnan sana net bir şey söylemem imkansız. Koleksiyonlarım hazır giyim olmasına rağmen içinde bir couture ruhu barındırıyor. İlk koleksiyonumun ruhu (Londra 2010 Kış Koleksiyonu) moda sektörünün ileri gelenleri tarafından çok yenilikçi, cesur, fresh, giyilebilir bulundu. Ayrıca Helmut Lang ve Alaia stilini güncellenmiş şekilde temsil ettiğinden bahsedildi.
Zaten senin hangi elbisene baksam ya Lang’i, ya Alaia’yı hatırlatıyor bana.
- Dalga mı geçiyorsun İzzet?
E tabii dalga geçiyorum Hakan, geçmiş karşıma Fransızca konuşuyorsun...
- Niye Fransızca konuşayım ki, Lang Avusturyalı, Alaia Tunuslu. İstersen bir Google’la...
Google’ı boş ver de, sen tarzını benim anlayabileceğim dilde anlat.
- Aslına bakarsan ben de tam olarak adını koyamıyorum. Yaptığım kıyafetler hem çağa uygun hem de klasikleşmiş, tanıdık tatları bir arada barındırıyor. Trendlere esir olmadan zamansız koleksiyonlar yapmaya özen gösteriyorum.
AYDIN’IN O ZAMANLAR “KUŞ”U FALAN YOKTU
Gel romanın “Hakan, Hakaan olmadan önceki” sayfalarına dönelim istersen...
- Eğitimim sırasında Maga Deri’de Aydın’la beraber çalışmaya başladım. Sonrasında İTKİB Genç Tasarımcılar Yarışması’nı kazandım. Hazırladığım koleksiyon için Rıfat Özbek’in “Türkiye’de yeni bir yıldız doğdu” demesi ayrıca dikkat çekti.
Aydın dediğin Kuşum Aydın mı?
- O zamanlar kuşu filan yoktu. Çok iyi bir tasarımcıydı.
“Gazete ilanıyla gelmişti, 20 yaşındaydı, bildiğin Apaçi’ydi, hafif de varoş. Parmaksız deri eldiven, yırtık jean, tarz saçlar... Vefalı çocuktur ama...” demiş senin için.
- Sağ olsun...
MADONNA’NIN TEKLİFİNİ REDDETTİĞİM DOĞRU
Senin Çemişkezekli olmana bir anlam yüklemeye çalışanlara ne diyorsun?
- Doğduğum ve nüfus kağıdımda yazan yer... Bunun beni rahatsız edeceğini zannedenlerin galiba kendileri rahatsız.
Gerçek bir başarı öyküsüsün yani...
- Evet ama bunun bir başarı öyküsü olmasının doğduğum yerle ilgisi yok. İstanbul’da da, Adana’da da, Papua Yeni Gine’de de doğmuş olsam bu öykünün gidişatı değişmeyecekti.
Eninde sonunda Madonna benim tasarımımı giyecekti diyorsun yani.
- Ben demiyorum, sen diyorsun (gülüyor).
Tanışıyor musun majesteleriyle? Nasıl bir kadın?
- Evet tanışıyorum, çok tatlı bir insan.
Ses tonunu duyan komşun Fatma teyzeyi sordum zanneder. Peki bu tatlı kadının son turnesinin kostümlerini tasarlama teklifini reddettiğin doğru mu?
- Madonna’nın konser kostümlerini hazırlamak dünyaya yeni açılmış bir tasarımcı için büyük challenge (risk). Bu yüzden teklifi şirket olarak kabul etmedik.
Bundan daha büyük reklam olur mu? Tam da tırsacak zamanı bulmuşsun...
- Tırsmak değil... Düşünsene, kadın devamlı hareket halinde, bu sene toplam 76 konser veriyor. Bir problem olsa “Hakan’ın diktiği kostüm Madonna’yı üzdü” filan diye başlık atacaklar.
Atsınlar ne olacak?
- Ne olacağı var mı? Yeni bir marka için düzeltilmesi çok zor bir imaj sorunu çıkar ortaya. Givenchy veya Gaultier için böyle bir risk pek yok tabii..
JLO, OBAMA DAVETİNDE BENİM ELBİSEMİ GİYDİ
Merak ediyorum, şu eski Maksim Gazinosu kuralları yabancı yıldızlar için de geçerli mi?
- İzzet şimdi de sen Fransızca konuşmaya başladın. Ne demek bu?
Hemen tercümesini yapayım; Madonna’ya bir elbise diktiğin zaman Jennifer (Lopez) bozuluyor mu?
- Bilemiyorum... Ama aynı sezonda ikisine benzer kıyafetler dikmiyoruz. Stilistleri koleksiyonlardan birbirine yakın “look”lar seçtiklerinde onları uyarıyoruz ve farklı kıyafetler öneriyoruz. En iyisi bu galiba.
Jennifer’ın İstanbul gecelerinde boy gösterdiği kıyafetler de senin miydi?
- Onları görmedim ama Paris’teki Obama için verilen davette benim tasarımımı giymişti. JLO ile görüştünüz mü burada? Yok hayır. Ama sen sormadan söyleyeyim , çok sıcak ve samimi bir kızdır.
SON BOND KIZI DA BENİM TASARIMIMLA KAPAK OLDU
Bizde starlara bedava gelinlik veya elbise diken modacılar var. Oralarda da işler böyle mi yürüyor?
- Öyle bir şey yok. Kendileri direkt ısmarlar. Jennifer (Lopez) parasını tıkır tıkır öder. Madonna ve diğer bütün yıldızlar da öyle...
Bir fotoğraf çektirmek için peşinden koştuğumuz bunca ikon senin için yalnızca müşteri mi yani?
- Büyük bir kısmı öyle. Sadece Kate Moss ile birlikte çok vakit geçiriyoruz.
Dedikleri kadar giderli ve soğuk bir hatun mu Kate?
- Kim çıkarıyor bu lafları bilmiyorum. Herkesin hayatta çevresine karşı samimi veya uzak olduğu anlar vardır. Ben Kate’le vakit geçirdiğim hiçbir ortamda onun uzak veya mesafeli olduğunu hissetmedim. Hatta ilk tanışmamızda bile gözümün içine bakarak konuşmasını son derece samimi bulmuştum.
Senin haberin olmadan da elbiselerini alıp giyen ünlüler var mı?
- Var tabii... Bir gün Paris’te yürüyorum, Premiere dergisinin kocaman kapağını asmışlar. Baktım, Daniel Craig’in yanında iki yeni Bond kızı... Naomie Harris’in üzerinde de benim elbisem.
Nereden biliyorsun senin elbise olduğunu? Ya korsansa?
- Yok, ilmiklerini saydım, kesinlikle benim (gülüyor).
BİZ JAPON GÖÇMENİYİZ!
Şansa inanıyor musun?
- İnanıyorum ve çok da şanslı bir adam olduğumu düşünüyorum.
Biraz da ukala bir adam galiba...
- Olabilir. Zaman zaman farklı kişiliklerim oluyor. Başkalarına pek benzemiyorum. Ama büyük cümleler kurmayı, hava yapmayı hiç sevmem.
Peki nedir bu Shogun durumları... Ailede Samuray mı vardı?
- Biz Japon göçmeniyiz. (kahkahalar) Samuray stilinin aslında özel bir hikayesi yok. Önceden saçlarımı önden kısa kesip arkadan toplayıp bant takıyordum.
Sonradan bantı çıkardım, hepsi bu.
Yurtdışında “Japon modacı” diye adın çıkmadı mı?
- O kadar değil de bazı röportajlara “Samuray” diye başlıklar atıyorlar. Ama yabancı basında hakkımda çıkan bütün yazılarda Türk tasarımcı ibaresi var ve bununla gurur duyuyorum.
MERT BAŞIMA VAZO MU ATMIŞ! BUNU İLK KEZ DUYUYORUM
Yurtdışına yerleşmeyi düşünüyor musun?
- Bütün geçmişim, arkadaşlarım burada. Kendimi en iyi hissettiğim yer İstanbul. Bazen farklı ülkelerde nefes almak iyi oluyor ama ben doğduğum ülkeden besleniyorum. İstanbul çıkışlı olup da dünyada kendini kabul ettirmiş benim gibi başka bir örnek yok.
Maşallah çok da alçakgönüllüyüz...
- Alçakgönüllükle ne alakası var, bu bir gerçek. İstanbul’dan kalkıyorsun, Londra’da bir şov yapıyorsun ve hemen aynı gece bütün dünya seni konuşuyor. Aptala dönüyorsun. “Bu kadarını hayal etmemiştim” diyorsun.
Ne demek bu kadarını hayal etmemiştim?
- Tabii ki dünya moda platformunda olmak istiyordum. Ama bir tek defileden sonra, aynı gece bütün dünyada benden bahsedileceği aklımın ucundan geçmezdi.
Peki nasıl oldu da bu yıldırım düştü moda dünyasına?
- Londra’daki o gece ve Paris’teki ilk defilem sayesinde diyebilirim.
Paris’teki o ilk şova dilimin dönmediği pek çok ağır isim gelmiş duyduğuma göre.
- Carine (Roitfeld) geldi, Kate (Moss) geldi. Emmanuel (Alt) geldi...
Mert Alaş sadece dünyaca ünlü bir fotoğrafçı değil aynı zamanda senin de yakın arkadaşın. “Mert olmasaydı o isimlerin hiçbiri o defileye gitmezdi” denilmesi hakkında ne düşünüyorsun?
- Mert, Hakaan markasının artistik direktörü... Onun yıllar sonra bir tasarımcıyı destekliyor olması bazı önemli isimlerin dikkatini çekmiş ve defileme katılmış olabilirler. Ama asıl önemli olan o kişilerin defileme gelmelerinden ziyade beğeni ile ayrılmaları...
Mert’le aranın açıldığı doğru mu?
- Hayır, nereden çıktı bu? Daha biraz önce telefonda konuştum, can ciğeriz...
Mert’in seni dövdüğü, kafana vazo attığı moda kulislerinde konuşuluyormuş...
- Gerçekten mi, yuh artık! Mert, benim hayatımda tanıdığım ve tanıyabileceğim en özel adamlardan biri. Başarısı ise zaten benim değerlendirebileceğim bir şey değil. Onu görmek isteyen görüyor.
Bunu Mert’e vefa olarak mı söylüyorsun?
- Hayır, samimiyetle söylüyorum. Çok tatlı, arkadaş canlısı, duygusal ve özel bir adam. İyi ki de arkadaşım.
Peki nereden çıkıyor bu dedikodular?
- Onu bilmiyorum, çıkaranlara sor. Ya insanların konuşacak konusu yok ya da ben çok önemli biriyim! Aslına bakarsan bunları hiç takip etmiyorum, hakkımda yazılanları da okumuyorum.
ANDAM ÖDÜLÜ SAYESİNDE MODA TARİHİNE GEÇTİM
Paris’e düşen “yıldırım”dan sonra neler oldu?
- O defileden sonra ANDAM ödülünü aldım.
ANDAM? Anlamadım...
- Fransız Kültür Bakanlığı’nın genç tasarımcılara verdiği önemli bir ödül.
Para var mı para bu ödülün ucunda?
- 220 bin euro verdiler. Ardından da olay çıktı tabii.
O niye?
- Fransız hükümeti, böyle bir ödülü nasıl bir Türk’e verirmiş diye...
Kim karar veriyor peki bu ödülü kimin alacağına?
- Pierre Berge’den Alber Elbaz’a ve Carine Roitfeld’e kadar modanın ağır toplarından oluşan yaklaşık 30 kişilik bir jüri...
Bu ödülün paradan başka bir faydası var mı?
- Deli misin, olmaz olur mu? Dünya moda arşivine giriyorsun ve moda tarihine geçiyorsun. Asıl önemli olan da bu zaten.
ANNA WINTOUR’DAN TÜM DÜNYA GİBİ BEN DE KORKARIM
“Prada Giyen Şeytan” ile aran nasıl?
- Anna Wintour’dan bütün dünya gibi ben de korkuyorum!
Vogue’un “sultanı” pat diye atölyene gelip “Yeni koleksiyonunu göreceğim” dese ne yaparsın?
- Ne yapacağım, açıp gösteririm tabii... Bu piyasada Anna otur dedi mi oturacaksın, kalk dedi mi kalkacaksın. Mesela aniden beni Obama için verdiği davete çağırır diye çok korktum.
Canım korkacak ne var? Ne güzel davet işte, keşke beni çağırsaydı...
- Güzel de, “Bir saat içinde burada ol” derse... “İstanbul ile Paris arası 3,5 saattir”i Anna’ya anlatamazsın!
YERDE OTURMAM, HER ÖNÜME KONANI YEMEM
Pırıltılı hayatlarla haşır neşir olup sadeliği mi seçiyorsun sen?
- Sade görünürüm ama lüksü çok severim. Öyle bohem bir adam değilim. Beni yerde oturtamazsın, iki kişilik koltuk lazım. Önüme konan her şeyi yemem.
Şöyle sıcacık bir köfte ekmek getirsem yemez misin yani? İlla havyar mı olacak?
- En iyi köfte ekmeği getirirsen afiyetle yerim.
KOLEKSİYONUM KAYBOLUNCA KOLUM TUTULDU, HÂLÂ TEDAVİ GÖRÜYORUM
Gelelim son defilende yaşanan olaylara... Koleksiyonu yetiştiremediğin için kayboldu yalanını uydurup iptal ettiğin bile konuşuldu.
- Bu çok saçma... Hiçbir koleksiyon bir gecede tepeden inmez. Aylarca hazırlık yapılır. Yetişmemesi ne demek? Sonuçta bu benim şovum, istediğim tarihte yaparım, istemezsem yapmam. Bu konuyu hiç umursamıyorum ve söyleyenlerin cehaletine veriyorum.
Bulundu mu peki kayıp hazinen?
- Maalesef hayır. Ama yaz koleksiyonumu kimin üstünde göreceğim diye gözlerim bütün kadınların üzerinde.
Şu başından kaynar suların boşaldığı anı anlatsana biraz...
- Önce umutla bekliyorsun ve sonunda karar zamanı geliyor. Düşünsene, artık bulunsalar bile onların styling’ini ve provasını yapacak vakit kalmamış... Bütün davetiyeler dağıtılmış ama elinden hiçbir şey gelmiyor. Sabaha kadar otelde oturup durumu nasıl açıklayacağımı düşündüm. Açıklamayı yapınca da hayata küstüm, günlerce otelden çıkmadım. Sol kolum tutuldu, hâlâ tedavi görüyorum...
KİLOLU KADINLAR HAKAAN GİYEMEZ
Türk kadınının giyimini nasıl buluyorsun?
- Bizim gördüğümüz yer daha çok Nişantaşı. Türk kadını burada çok ok... Beyoğlu ya da Galata’dakiler daha farklı; onlar trendy denilen, kendilerine look yaratabilen kadınlar...
Sadece Nişantaşı ve Beyoğlu’nda yaşamıyor ama kadınlarımız...
- Genel olarak Türkiye’de kadınların giyimini iyi ve özenli buluyorum. Bu biraz da bizim kültürümüzde var. İnsanlar düğünlere çok iyi hazırlanıyorlar, sokağa çıkarken kendilerine dikkat ediyorlar.
Peki niye yalnız fit kadınlar için yapıyorsun giysilerini? Kiloluların günahı ne? Onlar Hakaan markasını giyemeyecekler mi?
- Giyemeyecekler.
Haydaa... Peki ya erkekler?
- Yakında 20 parçalık bir erkek koleksiyonu hazırlamayı planlıyorum.
OCAKTA TÜRKİYE’DE İLK MAĞAZAMI AÇIYORUM
Fit erkekler yaşadı desene.
- Bir de parfüm çıkaracağım.
Hadi ya... Adı ne olacak?
- Hakaan tabii ki...
Bu kadar mı yeni projeler?
- Ocak ayında Türkiye’de Hakan Yıldırım adıyla ilk mağazamı açıyorum
Nerede?
- Maçka’da.
Peki mağazanın kapısından içeri girdiğimizde bizi neler bekliyor?
- Bugüne kadar alışılagelmiş couture elbiseler dışında H by Hakan Yıldırım etiketiyle daha uygun fiyatlı hazır giyim ürünlerim bu mağazada satışa sunulacak.
- Çünkü ikisi de kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığı için korkusuzca ağızlarına geleni söylüyorlar.
Sen de yaşlanınca öyle olmak ister misin?
- O zaman kontrol mekanizmam nasıl olur bilmiyorum ama isterdim galiba. Hep sarhoş gibi yaşamak hoş bir şey olmalı.
Zaman zaman bu koşuşturmaya “dur artık” demek geçiyor mu içinden?
- “Aman da ne şahane elbise yaptım, ne şahane şov yaptım” adamı değilim. Hep daha iyinin peşinde koşan bir yapım var. Ama umarım bir gün “dur” derim kendime.