Güncelleme Tarihi:
“30’larımda yanına almadığı için şükrediyorum Tanrıya. Belki biraz geç adam oldum ama kendimce oldum biraz galiba” demişsiniz. Nedir size bunu söyleten?
- Evet, öyle dedim. 20-30’lu yaşlarda “Ulan ben işe yaramaz biri miyim” diye çok düşünüyordum. Oysa hayata katkıda bulunmak gerekiyordu. Belki de bu duygu motive etti beni, 93-94’te başladım oyun yazmaya. Resim, heykel, şiir denedim. Hiçbirinde kendimi yeterli görmedim. Hepsinin de heves seviyesinde kalacağını düşündüm. O arada oyunculuk da yapıyordum. Ama başka bir şey arıyordum hayatımda. Beni ruhsal olarak en tatmin eden şeyin oyun yazarlığı olduğunu keşfettim. O zamandan beri de işte yazmadan duramıyorum.
Bu tereddütlerden bahsettiğinizde, akla ‘Kızıl Ötesi Aydınlık’ oyunundaki genç adam düşüyor. Siz misiniz o?
- Çok doğru. Kesinlikle öyle. Oyunu kendimden yola çıkarak kurdum. O yıllarda yaşadığım mahallede iki kişi infaz edildi. Görmedim ben bunu, tanık olmadım. Gazetelerden okudum. Fakat oyunu yazarken o apartmanda yaşadığımı düşündüm. O gidişatta 20 yıl sonraki halim neye benzeyebilirdi? Bu soru üzerine kurdum oyunu. Ama oyundaki yaşlı adama dönüşmedim. Belki de bu oyunu yazdığım için dönüşmedim. Zaten aslında bütün oyunlarımı kendim için yazıyorum. Çok hoşuma gidiyor tabii oynanması da... Edebiyat, oyun, resim, şiir... Hepsi tedavi edici, onarıcı... Siz bir şeyi sorgulamaya koyuluyorsunuz. Bu belki aylar, belki yıllarca kafanızda dönüp duruyor. Evaristo gibi işte. İki günde yazdım ama 20 yıldır kafamdaydı.
Neydi kafanızı kurcalayan siz Evaristo’yu yazmadan önce?
- Şu anda ‘bahar’ havası dediklerinin nasıl bir bahar havası olduğunu, geçmişte nasıl bir bahar havası estiğini, faşizmin geçmişte, bugün ve gelecekte nasıl yaşandığını, ileride nasıl yaşanabileceğini soruyordum. Yeniden uyanmış olabilir miydi acaba faşizm? Oyunda bir ‘Führer’ motifi var. Eva Braun ve Hitler’in saklandıkları yeraltı sığınağından çıkması bir şeylerin hortlaması demek. Oyun, birtakım düşünce ve fikirlerin çağa ayak uydurmasını anlatıyor.
Yazarın metni yönetmene emanet etmesi zordur derler. Evaristo’nun sahnede farklı yorumlar kazanması sizi nasıl etkiledi?
- Hem Nihal Hanım (Koldaş) yönetirken hem de Ayşenil oynarken çok güzel yorumlamış. Hayran kaldım doğrusu. Gelen eleştiriler de oldu. “Sen böyle mi yorumlamıştın yazarken” diye. “Niçin birebir oynanmıyor da başka oyunlar içinde teksti anlatıyor” dediler. Bundan hiç rahatsızlık duymadım. Zaten oyunlar oynandıkça hayat bulur. Her oyuncu ve yönetmenin elinde yeniden yorumlanır. Evaristo’nun şu anki yorumu da beni çok tatmin etti.
Kendi oyunlarınızı yönetmek istemezsiniz siz. Kızıl Ötesi Aydınlık ve Düğün Şarkısı’nı nasıl oldu da yönettiniz?
- Kendim istemedim. Ben iki oyun yönettim hayatım boyunca. İkisi de bu seneye denk geldi. Şimdiye kadar hiç taraftar değildim bir yazarın kendi oyununu sahneye koymasına. Bir de seyirci koltuğuna oturup kendi oyunumu başkasının oyunuymuş gibi izlemek tarifsiz haz veriyor. Çünkü unutuyorum oyunlarımı. Kendim koyduğumda yine kendi dünyamı tekrarlamış oluyorum. Düğün Şarkısı’nı Şakir yönetmemi istedi. Kızıl Ötesi Aydınlık’ı da Altan (Gördüm) “Hocam senden başkası iyi anlayamaz bu oyunu” dedi. İki oyunu da yazarken düşündüğüm biçimde sahneye koydum. Yazarken hangi müziği hissediyorsam, hangi dekoru hayal ediyorsam onu kullandım. Bundan sonra oyunlarımı metinle bağ kuracak yönetmenlere teslim etmek isterim.
Oyundaki genç adamı siz oynamak istiyordunuz aslında, değil mi?
- Evet, o dönem öyleydi. Genç adam mıydım yazdığım dönemde? Değildim. 40 yaşındaydım ama araftaydım. Ne yaşlı ne de genç. Ama genç adamın gözüyle yorumluyordum dünyayı. Hevesim hep o genç adamı oynamaktı. Şimdi zaman değişti, oyun tersine döndü. Şimdi yaşlı adamın gözüyle geçmişe bakıyorum. Belki tek fark bu oldu oyunu yönetirken. Oyunu tekrar ele aldığımda bazı kehanetlerimde yanılmadığımı gördüm. Oyundaki genç adamı umutsuzluğa sürükleyen karmaşa, baskı, cinayetler, askeri rejimin getirdiği bunalımın etkisiyle, 20 sene sonra umursamaz, lakayıt, kemikleşmiş ve her şeyi kabullenmiş bir adama dönüşeceğim düşüncesiyle yazdım oyunu. Ama daha sonra başka kürler oluşturdum kendime, başka oyunlar yazdım. Neyse ki o adama dönüşmedim. Ha, ortam da benim gibi olumlu bir dönüşüm mü gösterdi? Onu bilemiyorum işte, orada biraz tereddütlerim var.
Yaşlı adamı niçin oynamadınız?
- E, bu Altan’ın projesiydi, oyunu da çok sevmiş. Yıllar önce bitirdikten sonra Altan Erkekli’ye yollamıştım. Ankara Sanat Tiyatrosu’ndaydı o zaman. O dönem de hem Altan’ın (Gördüm), hem Rutkay Ağabey’in (Aziz) eline geçmiş. Oynayacaklardı ama tiyatroları badireler atlattı filan, kısmet olmadı. O dönemden beri Altan oynamak istiyormuş oyunu. Çok da iyi oldu. Ben bu oyunu unutmuştum. Artık oynanmaz diye düşünüyordum. Ama miadını doldurmadığını gördüm. Çünkü gerçekten o günkü 25 yıl sonrasının hayali dünyasıyla bugünkü dünya arasında örtüşen şeyler var.
Ne gibi?
- Ben hâlâ kendimi çok özgür hissetmiyorum. Eskiden dört başı mamur yazardım. Şimdi yazarken bu cümlem nereye gider, nasıl yorumlanır, başıma dert açar mı gibilerden tereddütler yaşıyorum.
Bundan sonra yazmam
Hayat daha hızlı akıyor şimdi. Twitter’da bile “be more clever-daha akıllı ol” diyor 140 harfi aştığın zaman. Mümkün olduğu kadar çağın ritmine uydurmaya çalışıyorum oyunlarımı. Bundan sonra da belki yazmam. Artık geldim 58 yaşına. Bir dönüp geriye bakmam gerekiyor artık. Ne yapmışım, neler yazmışım. Şimdiye kadar yazdıklarım tamam mı artık, noktayı koyayım mı? Çünkü gördüm ki o heyecanla duygu tekrarlarına gitmişim. Şimdi bastığım kitaplarda ‘Neon’ ve ‘Kıyamet Sularında’ oyunlarını kısalttım mesela. Yahya Kemal de hayatı boyunca şiirlerini devamlı değiştirmiş. Son noktayı hiçbir zaman koymamış. Ben de bundan sonra yazacağım tabii bir şeyler. Oyun yazmam diyorum ama belki başka şeyler yazarım. Seviyorum yazmayı.
Bu dünyanın içine doğdum
Babam Mahir Canova’ya Edward Albee’in oyunlarının metni gelirdi. Ben 13-14 yaşındayken onları okurdum. Anlamazdım ama bir tat verirdi. Sonra oyunlarını da izledim. Edward Albee’ye karşı hayranlık oluşmaya başladı içimde. Hayatı, yaşama güdüsü, yazdıkları, absürd tiyatro, tiyatroya kattıkları... Onun bir resmi vardı hiç unutmam. Yazı masasında oturuyor, arkasında da bir heykel, yazı yazıyor. Ben de hep hayal ederdim. Ya ben de oyun yazarı olsam, bu adam gibi olsam, bir yazı masam olsa...
Hep tecavüzcü rollerine çağırdılar
Ömer Uğur’un ‘Eve Dönüş’ filminde kötü adamı oynadım. Devamı geldi. 20’lerimde Devlet Tiyatrosu’na girmiştim. Üvey babam Kartal Tibet para kazanayım diye sete çağırdı. Kızı terk eden zengin çocuğu oynadım. Hatta başrolde Müslüm Gürses vardı. Bir ay geçmedi Temel Gürsu aradı, güzel bir rol var diye. Gittim, yine tecavüzcü çocuk. İbrahim Tatlıses, Ümit Besen ve Ercan Turgut’un oynadıkları film setlerine gidip hep tecavüz edip dönüyordum.