BİNA GENELEV PATRONU MANUKYAN’IN BAĞIŞITaksim Polis Merkezi, Türkiye’nin en işlek karakolu. Turistik otellerin sıralandığı Talimhane-Harbiye hattı, eğlence hayatının nabzını tutan İstiklal Caddesi, suç yuvası Dolapdere, gün içinde hareketli iş yaşamına tanık olan Bankalar Caddesi ile Perşembe Pazarı, ayrıca İstanbul’daki konsoloslukların çoğunluğu bu karakolun sorumluluk alanı içinde. Ayhan Işık Sokak’taki 19. yüzyıldan kalma yüksek tavanlı binası, 35 yıl önce genelev patronu Matild Manukyan tarafından bağışlanmış.
MARMARA OTELİ’NDE 14 BURADA 19 KİŞİ ÇALIŞIYORKoridorlarından geçen suçlu sayısı, suç türü başka yerlerle karşılaştırılamayacak kadar zengin. Ancak buna rağmen karakolun 24 saatlik vardiyasında 19 polis görev yapıyor. Toplam kadrosu 40 kişi. The Marmara Oteli bile 14 güvenlikçiyle korunurken, karakolun bu kısıtlı kadrosu her gün devriyeye çıkıyor, operasyona gidiyor, yüzlerce kayıt tutuyor, onlarca suçluyu hastane, adli tıp, savcılık ve mahkemeye çıkarıyor, diğer karakollara naklini yapıyor. Neyse ki İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi’nin hırsızlık ve cinayet masaları destek veriyor. İstiklal Caddesi’ndeki devriyeyi Çevik Kuvvet üstlenmiş.
ESKİDEN RÜŞVET YERİYDİ ŞİMDİ SÜRGÜN YERİ GİBİGeçmişte, çevreden nemalanma hayali kuran polis memurları bu karakola atanmak için araya hatırlı tanıdıklar koyarmış. Şimdi sanki sürgün yeri gibi olmuş, bu sefer iş yoğunluğundan bunalan personel başka yere atanmak için aynı yolu deniyor. Üç yıldır gece gündüz çalışmaktan psikolojisinin bozulduğunu anlatan bir memurun başına bakın ne gelmiş: "Tayinimi yaptırmak için araya o kadar adam sokmuşum ki, geçenlerde yardım istediğim kişi çıkıştı. İkinci turu dönüyorsun herhalde, daha önce konuşmuş ama halledememiştik, dedi."
İşte bu suç laboratuvarında, fotoğrafçı arkadaşım Sebati Karakurt’la 24 saat geçirdik. Beyoğlu Emniyet Müdürü Ali Gedik ve Karakol Amiri Hakan Şirin bize kılavuz oldu. 26 Mayıs cuma akşamı girip ertesi gün gece yarısına kadar kaldık. İşin rengini daha iyi kavrayabilmek için pazartesi ve salı günleri de gözlem yaptık. Hazır buraya gelmişken bir de belgesel çekelim, dedik. Gazeteci Erdem Kırım ve oyuncu Tuba Ünsal, kameraları alıp geldi. Bizimle sabahladı. Gündüz toplam 84, gece 12 vaka meydana geldi.
KÜÇÜKBAŞ HAYVAN HIRSIZLIĞI BİLE VARBeyoğlu, günde ortalama 1,5 milyon kişinin hareket halinde olduğu bir merkez. Ruhsatlı 1500 eğlence yerinde hafta sonları 150 bin kişi aynı anda oturarak servis alır. Nüfusun bu kadar yoğun olduğu yerde her tür suçlunun sokaklarda, kuytularda pusu kurması da normaldir.
Beyoğlu, literatüre girmiş, aklınıza gelebilecek tüm suçların merkezi gibidir. Kırsal alanın beylik suçları bile işlenir burada. Bir emniyet amiri espriyle "Bir tek büyükbaş hayvan hırsızlığına rastlamadım burada" diyor. Sadece büyükbaş diyor, çünkü geçen bayramda küçükbaş hayvan hırsızlığı gerçekleşmiş!
İstatistiklere göre de, Taksim Polis Merkezi, Türkiye’de asayiş olaylarının en yoğun olduğu karakol. İkinci Eminönü Karakolu, üçüncü Kadıköy Polis Merkezi. Kayıtlarında, geçtiğimiz mayıs ayı içinde "mala karşı işlenen suçlar" kapsamında 382, "şahsa karşı işlenen suçlar" kapsamında 139 olay meydana gelmiş. Bu olaylar sadece savcılığa intikal ettirilenler. Barışanlar, davacı olmaktan vazgeçenler, olay yerini terk edenler eklenince karakolun uğraştığı aylık ortalama olay sayısı 1500’ü buluyor. Mala karşı suçlarda ilk sırada otodan hırsızlık, ikinci olarak yankesicilik geliyor. Şahsa karşı suçlarda sırasıyla kasten yaralama, darp, tehdit var.
DOLAPDERE’NİN YENİ SUÇLULARIHırsızlık Masası’nda çalışan uzman polisler, yeni yasayla birlikte artık zanlıların fotoğraflarını çekemediklerinden ve parmak izi alamadıklarından yakınıyor. "Teşhis için şu anda eski fotoğraflarla idare ediyoruz" diyor. Beş-on yıl içinde eski suçlular emekli olup piyasadan çekildiklerinde, yeni kuşak hırsız, kapkaççı ve gaspçıların fotoğraf ve parmak izlerinden teşhis dönemi sona erecekmiş. Çünkü suçluların dosyalarına artık mahkeme kararıyla bakılabiliyor. Elde edilen dosya örnekleri, iş bittikten sonra ya imha ediliyor ya da geri veriliyor.
Beyoğlu’nun suç haritasını çok iyi bilen memur, suç noktalarının sürekli değiştiğini söylüyor: "Örneğin Bilgi Üniversitesi, Dolapdere’ye geldiğinde çevresini değiştireceğine inanmıştık. Nitekim değiştirdi. Ama olumsuz yönde." Üniversite’nin Dolapdere kampusu, Kuştepe’de olduğu gibi çevreye entegre olamamış, uyuşturucu satıcılarına yeni suçlular eklenmiş: "Üniversiteye gelenlerin paralı ve arabalı olmasından dolayı bölgeye kapkaççılar, oto fareleri, yankesiciler de dadanmaya başladı. Uyuşturucu satıcılarının sayısında ciddi artış kaydedildi."
Sohbetimize daha sonra katılan Karakol Amir Yardımcısı Ali Kayda da buradaki suçluların acımasızlığından ve profesyonelliğinden söz ediyordu. Tam bu sırada kapıdan daha sonra isminin Nizamettin Gülmez olduğunu öğrendiğimiz bir mağdur girdi. Kayda, Gülmez’i göstererek şunları anlattı: "İşte bu adamcağız da soyismiyle müsemma. Gece yarısına kadar garsonluk yapıp evine bir lokma ekmek götürme gayretindeki namuslu bir vatandaş. Haftalığını almış, yol parası vermemek için Cibali’deki evine yürüyerek gidiyor. Tarlabaşı’nda karşıdan karşıya geçerken hızla gelen bir araç çarpmış Gülmez’e. Çarpışmanın şiddetiyle karşı yola fırlamış. Vatandaşlardan biri gelip onu yolun ortasından kurtarmış. Hay Allah senden razı olsun, diyecek olmuş. Bu sırada adam elini cebine atıp, haftalığını ve cüzdanını alarak kaçmış. Olay yerindeki ekibimizin kovalaması sonucu hırsız ele geçmiş..."
BİR POLİS ÖYKÜSÜGoogle’a baktık beyefendi siz bir hiçmişsinizKarakola uğrayan, 24 yıllık trafik polisi, sürücülerden yakınıyor. Karşısına her gün "Sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyen birçok kişinin çıktığını anlatıyor: "Lüks otomobiller kullanıyorlar. Çoğunun mesleği, işi yok. İkinci cümleleri genellikle haritadan kendine yer beğen, olur. Olmazsa rüşvet teklif ederler." Ardından geçenlerde yaşadığı ilginç bir olayı naklediyor: "Gece vakti yolda zikzaklar çizerek gelen BMW’yi durdurdum. Adam sarhoş. Konuya doğrudan girdi. Kim olduğumu biliyor musun, deyiverdi. Bu sırada telefonum çaldı. Kızım arıyordu. Üniversiteye hazırlanıyor. Bilgisayarın karşısında ders çalışıyormuş. Google’a gir ve Ahmet B. kimmiş bir bakıver, dedim. İki dakika sonra aradı. Hiçbir bilgi çıkmamış. Adama döndüm. Google’a baktık beyefendi, siz bir hiçmişsiniz, dedim..."
SAAT: 21.30Yarım asırlık sokak yatıcısıAkşam sakin başlıyor. Bir polis, "Ayağınız uğurlu geldi, hiç hadise yok" diyor. Bu sırada kapıdan kara kuru bir adam giriyor. Avurtları çökmüş. Emniyet Müdür Yardımcısı Sami Güneş’i kastederek, "Beni Sami Baba gönderdi, burada sabahlayabileceğimi söyledi" diyor. Başkomiser, "Senin kulübene ne oldu ki" diye soruyor. Bir telefon kulübesinde kalıyormuş. Başkaları gelmiş el koymuş. Elinde tespihler, kağıt mendiller var. "Sokak satıcısı mısın" diye soruyorum. "Hayır" diyor, "yarım asırlık sokak yatıcısıyım!..."
Adı Nizamettin Paşa Demirtaş. 55 yaşında ama sanki 80’inde. İki yaşında Ankara Anafartalar Merkez Karakolu’nun önüne bırakılmış. Onu karların üstünde bulan karakol amiri Hayrettin Nakiboğlu, Keçiören Çocuk Yuvası’na götürmüş. Adını da Nizamettin koymuş. O günden beri hep polisler göz kulak olmuş Demirtaş’a. İstanbul’a gelince Beyoğlu Karakolu’nun yakınını mesken tutmuş. Şimdi Sami Baba’sı bakıyor ona.
SAAT: 21.45Yatsıda gerçeği söylediMağdur bir kadının ifadesini alan tecrübeli polis memuru, sinirli bir yüz ifadesiyle karakolun kapısından çıktı. Bizimle konuşan taksiciyi yanına çağırdı. Hiçbir şey söylemeden eliyle havayı işaret etti. O sırada ezan okunuyordu. "Bak" dedi, "yatsı ezanı okunuyor. Kadın içerde bana gerçeği anlattı. Şimdi senin tek kelime yalanını yakalarsam, aynı teraneyi anlatmayı sürdürürsen çıranı yakarım." Taksici bize ve polise anlattığı, ilk bakışta mükemmel görünen senaryoyu tekrar edemeyeceğini anlamıştı. Bir müddet sustu. Ardından "Tamam, anlatacağım" dedi. Ve başladı dökülmeye.
Birkaç saat önce biz karakolun sokağında girdiğimizde bir taksiyle karşılaşmıştık. Taksinin ön camı olduğu gibi kırılmış, sol aynası ise kablolara bağlı olarak sallanıyordu. Vaziyeti sorduk, anlattılar. Taksi sürücüsü Mustafa O. saat 19.00 sularında Çukurcuma’dan M.B. (23) adlı genç kadını almış. Diş teknisyeni olan M. Hanım, Kurtuluş’a gitmek istediğini belirtmiş. Yola çıkmışlar. 100 metre bile gitmeden taksinin önünü kesen üç kişiden biri elindeki parke taşını cama fırlatmış. Saldırganlardan biri elindeki bıçağı sürücünün gırtlağına dayayıp gömlek cebindeki 120 YTL’yi gasp etmiş. Diğer saldırgan da arka koltuktaki müşterinin çantasını kapmış. İşini tamamlayan grup, Çukurcuma’nın arka sokaklarında kaybolduğunda taksi şoförü, müşterisiyle tekrar yola çıkmış.
Cezayir Sokağı’nın karşısına geldiklerinde bu üç haydutu yeniden karşılarında bulmuşlar. İkisinin elinde demir çubuklar varmış. Arabanın önüne geçip durdurmuşlar ve sürücüye, "Karakola gidersen, ananı ..." diye küfür etmişler. Bununla da yetinmeyen grup ellerindeki demir çubuklarla yeniden saldırmışlar mağdurlara. Sürücüyle müşterinin pestilini çıkaran sadist grup, Çukurcuma’ya doğru küfürler savurarak yollarına devam etmişler.
Bize bunu anlattıklarında "şehir eşkıyalarındaki cesarete bak yahu" diye hayıflandık. Olayın aslını öğrenince, bunca yıllık meslek tecrübemize rağmen hálá enayi yerine konulabildiğimizi anladık. Deneyimli polis memurunun bir çırpıda çözdüğü olayın aslına gelince...
M.G. aslında diş teknisyeni değil bir hayat kadını. Daha önce bir dostu varmış. Genç kadını sevgilisi pazarlarmış. Başka bir kadınla birlikte olduğunu öğrenen M.G. ondan ayrılmış. Ve bağımsız çalışmaya karar vermiş. Bir taksiciyle, yani bizi kandıran Mustafa ile anlaşıp birlikte ortak iş yapmaya koyulmuşlar. Kadının eski dostu da almış eline bir demir çubuk, Çukurcuma’da taksiye ve kadına saldırmış. Bu sırada araya giren stajyer muhabbet tellalı sürücü de dayaktan nasibini almış...
SAAT: 23.00Gecenin içinde yuvarlanan tek taş pırlantaDışarıda yağmur başladı. Yağmurlu karakol sokağından bir kızın hıçkırıkları duyuldu. Çevik kuvvet ekibinden bir polisin nezaretinde karakolun kapısından girerken hüngür hüngür ağlıyordu. Çantasını, cep telefonunu gasp etmişler. Yola çıkıp devriye gezen polislere sığınmış. Ali Komiser, kızın gözyaşlarının dinmesini bekledi bir süre. Sonra teskin etmeye çalıştı: "Tamam hanımefendi, şimdi sakin olun ve olup biteni anlatın." Hayır, kızı sakinleştirmek mümkün değildi. Gözyaşı seli çeyrek saat kadar sürdü. Sonunda sustu. İkram edilen çayı içti ve ilk sözü, "Malımı çaldırdığıma değil, aşkımı ve şerefimi kaybettiğime üzülüyorum" dedi. Yeniden ağlamaya koyuldu.
Sevgilisiyle bir arkadaşının doğum günü partisine gelmiş. Çıkışta iki gaspçının saldırısına uğramışlar. Eli bıçaklı şakilere çantasını ve cep telefonunu teslim etmiş. Bıçaklı saldırganlardan biri sustalıyı kızın sevgilisine doğrultunca, erkek kızı orada bırakıp Tarlabaşı’na doğru kaçıp gözden kaybolmuş. Adının Mine S. olduğunu öğrendiğimiz güzel kız, parmağındaki tek taş pırlantayı gösterip, "Geçen hafta nişanlandık, sonbaharda evlenecektik" derken bir ağlama krizine daha girdi. Komiser, "Sizinkinin cep telefonu yanında mıdır" diye sordu. Rıdvan K.’nin numarasını alıp, aradı. "Neredesiniz" diye sordu. Ardından "Nişanlınız merkez karakolunda, ifade için sizi bekliyoruz" dedi. Sonra da Mine Hanım’a dönüp bilgi verdi: "O da Tarlabaşı’ndaki Emniyet Müdürlüğü binasındaymış."
DEFOL BURDAN PİSLİKOn dakika kadar sonra kapıdan zebellah gibi bir genç adam girdi. "Defol burdan pislik, hangi yüzle geldin, defol!" diye haykıran genç kız bayılıp, düştü. Memurlardan biri kolonya getirirken komiser genç adama dönüp ön ifadeyi almaya başladı. Saldırganlar 16-18 yaşlarında, 1.65 boylarındaydı. "Sizin boyunuz kaç" diye sordu polislerden biri. "1.98" diye yanıtladı Rıdvan K. "Ya kilonuz?" 108 cevabını alan genç polis dayanamayıp "Be haysiyetsiz! Kilon, boyun saldırganların iki katı. Onların üstlerine düşsen ezersin. Hadi diyelim korktun. Üstündekileri verip kızı alarak oradan uzaklaşmaya bile cesaret edemedin mi" deyiverdi. Hayır, cesaret edememiş çünkü üzerinde pasaportu varmış. Ertesi gün Amerika’ya uçup, çalıştığı şirket adına önemli bir anlaşmaya imza atacakmış. Pasaportunu ve güç bela aldığı 10 yıllık Amerikan vizesini riske atmaya kıyamamış...
ADI PASAPORT KALDIPolisler lakap takmayı çok seviyor. Rıdvan’ın adı artık "Pasaport" olmuştu. Birazdan, ifadeyi yazacak olan memur, "Hey Pasaport, buraya gel de ifadeni yazalım" diye seslendi. İfadesini verip imzaladı. Bu sırada kız kendine gelmişti. Ailesi de karakolun kapısında belirdi. Babasına sarılan kız, ifade odasından çıkan Pasaport’a, "Sen hálá burada mısın, defol!" diye bağırdı avazı çıktığı kadar. Pasaport, kapıya yönelip yağmurlu sokakta yürümeye başladı. Genç kız arkasından koşup Pasaport’a birkaç metre kala durdu. Kızın sarılacağını sanan Pasaport kollarını açtı. Aldanıyordu. Çünkü Mine S. bu sırada parmağından çıkardığı tek taş pırlanta yüzüğünü nişanlısının yüzüne fırlatmaya hazırlanıyordu. Pırlanta, Pasaport’a değmeden havadaki yağmur damlalarının içinde pırıldayarak bir müddet havada uçtu. Ve yağmurlu sokağın sonuna doğru düştü. Yuvarlanıp yoldan geçen bir travestinin ayaklarının dibinde durdu. Yerdeki pırlanta yüzüğü alan travesti, önce orta parmağında denedi, olmayınca serçe parmağına takıp yağmurun içinde salına salına gözden kayboldu...
SAAT: 03.30Bunlar da Fantakekler Çetesiİstiklal Caddesi’nde bir tur atıp döndüğümüzde şenliği kaçırmıştık. Ama ifade odasının girişindeki salonda curcuna devam ediyordu. Civan gibi üç gencin etrafını kuşatan polisler, peşpeşe sorularla onları şaşkına çevirmişti. Ter içindeki gençlerin yüzü kıpkırmızıydı. Bir yandan cevap yetiştirmeye çalışırken, bir an önce binadan çıkmak için can atıyorlardı. Bir saat kadar önce, kollarından kelepçelenmiş vaziyette kapıdan girmişler. Gençleri bu halde gören polisler alarma geçmiş. Çünkü yanlarında görevli memur yokmuş. "Size nezaret eden memurlara ne oldu" diye sormuş komiser. Tek sıra halinde kapıdan giren gençlerden biri, "Bize nezaret eden polis yok. Çünkü bizi polis değil kendimiz kelepçeledik" demiş. Polisler şaşırmış. Gençler açıklamış: "Şey... Eğleniyorduk da... Kelepçe fantezisi yapalım dedik!"
Peki sonra? Kelepçenin anahtarını kaybetmişler. Bütün aramalara rağmen bulunamamış anahtar. Gece yarısı bir çilingir bulmak da mümkün değil. Sabahı bekleyememişler çünkü ortada kilitli olan mühendis, Londra’ya uçmak için erkenden yola çıkacakmış. İngiltere’deki randevusu da çok mu çok acilmiş. Karakola gidelim açarlar, diye düşünüp yola çıkmışlar. Okumuş, kariyer sahibi çocuklardan oluşan bu üç gençten biri mühendis, diğerleri banka müfettişi, bir de doktor. Evde ikisi kadın dört kişi daha varmış. Anahtar fiyaskosu yaşanınca, diğerleri toz olmuş. Arkadaşlar da bir taksiye binip karakolun yolunu tutmuşlar... Polislerden biri gruba hemen bir isim yakıştırdı: Fantakekler Çetesi. Yani fantezi kekleri.