Güncelleme Tarihi:
Berkun Oya’yı prömiyer öncesi ‘Babamın Cesetleri’ hakkında yaptığımız sohbete kadar şahsen tanımıyordum. Provalar sırasında KREK’te onu ziyaret ettim. Yeni oyun hakkında ser verip sır vermiyordu. Provayı izleyip bilgilenmek istiyordum ama beni reddetti. Zaten KREK ekibi de dahil, oyunun kadrosunda olmayan kimse henüz provaya girmeyi başaramamıştı. Bari sorular sorayım dedim. Onların da yanıtlarını bulamıyordu. Sanki kafasında halihazırda tonla soru vardı. Neyse, aklımda birçok soruyla ayrıldım yanından.
Geçen çarşamba akşamı KREK’te ‘Babamın Cesetleri’ nihayet prömiyer yaptı. Oyun bitip de sahnenin ışıkları söndüğünde, anladım o gün niçin sorularımı yanıtlayamadığını. Bu arada karanlığın içinde birçok izleyici hâlen ağlıyordu.
Soy ağacının hastalıklı bireyleri
Babamın Cesetleri; daha önce ‘Hop Gitti Kafa’, ‘Bayrak’ ve ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’ oyunlarında kullanılan sahne düzeninin içinde oynanıyor yine. İzleyiciler oyunu bir camın arkasından seyrediyorlar. Yine sahne kutusunun içi amplifiye edilmiş ve seyirciler sesleri kulaklıkla takip edebiliyorlar. Sahne kutusuyla seyirciyi birbirinden ayıran cam, izleyicide röntgenleme hissi yaratıyor. Üstelik oyuncuların yutkunuşuna dek her türlü sesi kulaklıklardan sinema efekti gibi alabiliyorsunuz. Bu sahne düzeni, seyircinin algısını zenginleştirirken, aynı kamera önü gibi minimal oyunculuğa imkân sağlıyor. Oyunu daha gerçekçi kılıyor. Bir sabit kamera gibi yerleşiyorsunuz koltuğunuza ve olan biteni gözlerinizle çekip hafızaya akıtmaya başlıyorsunuz.
KREK’in küçük sahne kutusu bu oyunda bir hastane odasından ibaret. Gerektiğince sade, ölgün ve kıpırtısız. Sahnede bir hasta yatağı, iki koltuk, bir sehpa, serumlar, ilaçlar, iğneler... Dört ayrı insan, iki farklı çift ve iki güzel kurban...
İşine aşık ödüllü bir savaş foto muhabiri. 35 yıl boyunca hayalinde yarattığı bir kahramanı bekleyen anne. Onların dünyaya zaten birer ceset olarak doğmuş iki oğlu. Bir de onların dokunduğu zedeli hayatlar...
Oğlanların ellerini tuttukları her an zaman dursun diye gözlerini yumacak kadar az gördükleri baba (Şerif Erol), yıllar sonra gittiği onca yola inat yerinden kımıldayamayacak kadar ölüme yakın. Anne (sesiyle Ülkü Duru) evinde; küskünlüğü ölüm döşeğindeki kocasının elini tutmasına engel oluyor. Altı yıldır çekemediği film projesinin röportaj hayallerini kuran büyük oğlan (Kaan Taşaner) aslında konuşmak için bile gerekli çabaya sahip değil. İlk bakışta en korkakları gibi görünen küçük kardeşi (Öner Erkan), babasından ölmesini dileyecek kadar nefret ediyor. Karısı (Defne Kayalar) ise, ona ancak başını okşayacak bir anne kadar yakın.
‘Kökleri de göster oğlum’
Aslına bakarsanız, yukarıda anlattıklarımın birçoğu anlattığım gibi değil. Zaten oyunda izleyeceğiniz hiçbir şey de bizzat gözlerinizle gördüğünüz gibi olmayacak. Karakterler arasındaki ilişkiler müthiş girift. İki perdelik oyunun sonuna doğru hem bu kompleks yapı hem de Berkun Oya’nın ters köşeleriyle sersemliyorsunuz. Burada güzel olan, yazarın ‘biraz aşk, biraz entrika biraz da acı koyayım’ metoduyla izleyicinin duyguları üzerine oynamaması. Yani, aman canım bu kadar da olur mu, demeyin. Kusura bakmayın ama, bal gibi de oluyor! Sahnede olanların hepsi gerçek. Metin jilet gibi, tertemiz ve abartısız.
Berkun Oya izleyiciyi bir günah keçisi bulması için her karakterin derinlerinde defalarca gezintiye çıkarıyor. Sonra hemen her karakteri sahiplenip, temize çıkarıyor. Sizi koltuğunuzda put gibi kalakalıyorsunuz.
Üstelik hayatın her yönünü görmüş bir adamla, yaşam hakkında henüz hiçbir şey bilmeyen çırılçıplak bir çocuğun birbirine sıkıca sarıldığı bir imajı hafızalarımıza yerleştirerek, izleyiciye müthiş bir özgürlük tarifi hediye ediyor.
Babanın ağzından büyük oğlana verdiği öğütle, izleyicide yarattığı etkinin sırrını şöyle veriyor: “Ağaçların sadece toprağın üstünde olduğunu sanan adamlardan olma oğlum. Ve bir gün o filmi çekeceksen kökleri de göster.”
Oyunculukların hepsi başarılı. Ama inanması güç olsa da ilk kez tiyatro sahnesine çıkan Defne Kayalar ve Öner Erkan oyunun yıldızları. Duygulanımlarını kalp atışlarının ritmi ve nefes alış verişlerinin hızına kadar tüm bedenleriyle iletiyorlar izleyiciye. Öyle ki, Öner Erkan’ın yüzündeki renk akışını takip ederek karakteri okuyabilirsiniz. Kaan Taşaner, rolünü tam dozunda kotarıyor. Beni oyunda rahatsız eden tek şey; kardeşlerin kızışıp da birbirlerine girdikleri her sefer, kavganın hasta babanın ani vücut refleksleriyle başladığı gibi son buluşu oldu.
Neticede KREK izleyicisinin beklediğine değdi. Babamın Cesetleri; insan olmak, birey kalmak; sevgi, korku, hak, ahlâk, özgürlük kavramları ve bedelleri üzerine tokat gibi bir oyun.
KÜNYE
Yazan, yöneten, dekor: Berkun Oya
Işık: Cem Yılmazer
Prodüktör: Nisan Ceren Göknel
Oynayanlar: Defne Kayalar, Kaan Taşaner, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
Babamın Cesetleri, aralık ayı boyunca 26 Aralık tarihi dışında her çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi akşamı saat 20.30’da KREK’te. (212) 311 78 24.