Güncelleme Tarihi:
(Bir dost tavsiyesi, dramatik bir yazıya davrandığınızda, siz siz olun, Barber’ın Adagio’sunu dinlemeyin!)
Hıristiyanlık, 12.yy’da bu pagan efsanesini sahiplenmiş ve kendine uydurmuş.
1228’de Benediktin keşişi Matthieu Pâris, günlüğüne - Saint-Albans Manastırı’nda misafir olan bir Ermeni keşişken dinlediği - şöyle bir efsaneyi not düşmüş:
“İsa, yargılandığı kışladan çarmıha gerilmek üzere çıkarılırken, Pontus Pilatus’un kapı görevlisi Kartafilus onu sırtından yumruğuyla iteledi ve küçümseyen bir sesle ‘Daha hızlı yürüsene Iesus, niye duruyorsun?’ dedi. İsa, adama acıyan ama öfkeli gözlerle baktı ve şöyle dedi: ‘Ben, nasıl yazıldıysa öyle yürüyorum ve yakında dinleneceğim; ama sen, benim gelişime kadar
*
Efsane 17.yy’da bütün Avrupa’ya yayılmış, ancak Matthieu Pâris’in anlattığı gibi değil, bir imzasız mektupta ifade edildiği şekliyle: bir Alman papazı olan Eitzen’li Paul’ün hayal gücünden doğan, Ahasverus adlı bir Yahudi’nin hikayesi olarak. Kapı görevlisinin yerini bu efsanede o alır, İsa’ya elini kaldırmaya cesaret edemez, ama sonsuza kadar yürümeye mahkûm edilir.
Ahasverus, Kudüslü bir Yahudi kunduracıdır. Sırtında ağır çarmıhını taşıyarak ölüme giden İsa’ya, istediği bir bardak suyu çok görür ve bu kalpsizliğinin cezasını, Tanrı tarafından, “İsa insanlar arasına dönene kadar” yaşamaya ve serseri gibi oradan oraya dolaşmaya mahkûm edilerek çeker.
Mesela Fransızca’daki “Juif errant” (
1) sözü ve benzetmesi bu efsaneden doğmuştur.(Latince’de ‘errare’ fiili ‘bir hedefi olmaksızın oradan oraya dolaşıp durmak’ anlamına geldiği gibi aynı zamanda ‘yanılmak, yanılgıya düşmek’ demektir.)
Yahudi düşmanı Hıristiyanlar ve Kilise, “İsa’yı Romalılar’a teslim eden Yahudi ırkının, sonsuza kadar sürgün yaşamaya mahkûm edildiği” bahanesini, bu efsanenin üzerine inşa etmişlerdir.
*
M. benim dostumdur. Aramızdaki yaş farkına rağmen (M. 1912 doğumludur; İstanbul işgal edildiğinde 6, Cumhuriyet ilan edildiğinde 11 yaşındaymış) dostluğunu lütfederek beni onurlandırıyor. İlişkimizi bu nadide kelimeyle tanımlamama izin verdiği için ona minnettarım.
Bir buçuk yıldır M. yalnız. Elli beş yıllık arkadaşı, sevgilisi, eşi, kendi deyimiyle ‘yarısı’ 2004 aralığında vefat etti. Allah biliyor ya, sevenleri ‘kurtuldu’ diye teselli aradık, o kadar çekti son günlerinde.
Ve doksan üç yaşında, tek başına kaldı sevgili dostum. İki oğlu, üç torunu var, ama yurt dışındalar, düzenli arayıp sormalarına, her fırsatta atlayıp gelmelerine rağmen…
M. tek başına artık bu koca şehirde…
Hiçbir şey acısını ve yalnızlığını dirdirmiyor; hiçbir teselliyi kabul etmiyor.
Sonsuz insan sevgisine, dostluğa sadakatine, merhametine iki cihanda şahadet edebileceğim için... M.’in bu dünyada, cefa tamam, ama bir ‘ceza’ çekmediğinden eminim.
Olsa olsa… ‘yarısıyla’ kavuşmaları muhteşem olsun diye, ödüllendiriliyordur sevgili dostum!
*
(1) Bu ‘Juif errant’ın karşılığı, bizde ‘serseri Yahudi’dir. Bugün tuhaf geliyor, çünkü ‘serseri’ kelimesinin ‘belli bir hedefi olmayan, orada burada gezen’ anlamı pek kullanılmıyor artık. Bu ‘Juif errant’ deyimiyle ilgili bir de masum anım vardır benim. Georges Moustaki, Le Métèque adlı şarkısında kullanır, şöyle der: Avec ma gueule de métèque / De Juif errant, de pâtre grec...” Mine Kırıkkanat, bu sözleri “Yaban yüzüm / Ve serseri Yahudi / Ve Rum çoban suretimle...” diye tercüme etmişti. (Milliyet 28.07.2001) Ben “Sürgünde bir yabancıyı, Yunanlı bir çobanı ve bir serseri Yahudi’yi andıran ben...” diyorum, anlaşılsın diye açarak.
Saint-Benoît’da ilk yıllarımda, Fransızca’yı yeni öğreniyordum. Şarkı sözlerini sökebilmişim demek ki ama bilgim yetmemiş, anneme sorduğumu hatırlıyorum: “Moustaki’nin aslen Yunanlı olduğunu biliyordum ama, Yahudi’ymiş demek ki...” Annemin bana “Juif errant” deyiminin manasını anlatması gerekmişti.