Güncelleme Tarihi:
Sonradan eşi olan Romen kızı Ernestine ile Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun birbirine yazdığı mektuplar İş Bankası Yayınları'ndan geçtiğimiz günlerde bir kitap olarak çıktı. Mektupları derleyip Fransızca'dan Türkçeye çeviren ise tek çocukları Mehmet Hamdi Eyuboğlu da bu müthiş aşkı ve babası Bedri Rahmi Bey'in şiirlere dönüşen çapkınlıklarını anlattı.
Türk sanatının önemli isimlerinden olan Bedri Rahmi Eyuboğlu ve karısı Eren Eyuboğlu tanıştıkları günden itibaren neredeyse ölünceye kadar, hiç durmadan mektuplaşmışlar. Daha sonra müslüman olup adını değiştirecek olan Romen kızı Ernestine ve Bedri Rahmi'nin önce aşk, sonra askerlik sonra evlilik mektupları İş Bankası Yayınlarından çıktı.
Bütün mektupları derleyip Fransızca'dan Türkçeye çeviren ise tek çocukları Mehmet Hamdi Eyuboğlu. ‘‘Bu ne biçim aşksa evlenmekle de bitmiyor. 1950'ye kadar geliyor mektuplar’’.
Ernestine ve Bedri Rahmi, 1932 yılında Paris'te tanışırlar. 1936'da İstanbul'da evlenirler. 1939'da oğulları dünyaya gelir. Bütün hayatları sanatla iç içe geçer. Beraber bir çok esere imza atarlar. Bedri Rahmi 1975'de, Eren Hanım ise 1988'de aramızdan ayrılır.
Sizce anne babanız görebilselerdi, aşk mektuplarının kitap olmasından memnun olurlar mıydı?
En ufak bir şüphem bile yok. Olsaydı yayınlamazdım. Mektuplarda müthiş bir sevgi var. Genç nesil sevgiyi unutmasın, bak sevgi böyle olur desin diye yayınladım. Ama daha önemlisi iki sanatçının sarmaşık gibi birbirini sarması var. Onun tadına varsınlar istedim. Sanatçıların çektikleri ıstırabı, bu ıstırap karşısında diğer sanatçının onu nasıl öpüp kolladığını, sanat merhemiyle kanayan yarayı nasıl aklayıp pakladığını genç neslin de anlaması lazım. Sanat yolu pek kolay değildir. İki şak şak, üç pat patla ressam olunmuyor. Yoksa annem babamı nasıl tavlamış, ben sana hayran, sen bana hayran, bu o kadar ilginç değil. Aşk mektupları ama dikkatli okunursa, özellikle Eren Hanımın müthiş bir sanat felsefesi yapan kısmı ortaya çıkıyor. Üçüncü ve dördüncü ciltte bunun dozu giderek artıyor. Bedri Rahmi’nin ileriki yıllarda yapacağı işlerin izleri o mektuplarda var.
Mektuplardan nasıl haberiniz oldu?
Babam öldükten sonra ondan geriye kalan herşeyi arşivlemiştim. Çekmecelerden, çantalardan, elbise ceplerinden kitaplar arasından, çıkınlardan, resim kitap ve dergileri arasından dünya kadar mektup çıkmıştı. Herşeyi teker teker elimden geçirip, sınıflandırdım. Bunların bir kısmını da kitap yapmıştık. Babamın kağıtları arasından annemin mektupları da çıkmıştı. 1988’de annem de vefat etti. Bu kez de Bedri Rahmi mektupları Romen mendili arasından çıktılar yatağının altından. Bedri Rahmi ve Eren hanımın mektuplarını tarihlerine göre sıralayıp arşivledim.
Kaç mektup çıktı? Kaçını çevirdiniz?
Üç yüze yakın mektup çıktı. Hepsini çevirip temize çektim. Ama henüz hepsi bilgisayara geçmedi. Dört ciltte toplamayı düşünüyoruz. Önümüzdeki aylarda ikinci cildi de yayınlanacak.
Çevirmekte zorlandınız mı?
Bu kitap benim için bir bebek sayılır. Bu bebeğin doğması çok zaman aldı. Mektupların toplanması, tercüme edilmesi. 1989 yılında, ben bunları toparladım, gider Bodrum'da oturur güzel güzel tercüme ederim dedim. Ama hiç beklediğim gibi olmadı. Ağlama krizleri tuttu. Bir tek satırı bile okuyamıyorum. Anamı da daha yeni kaybetmiştim. Keyif veren bir iş olması lazım. Koydum onları çantanın içine gerisin geriye. Daha sakin bir dönemimde çeviririm dedim. Tam on sene onlara tekrar dokunacak cesareti bulamadım kendimde. İş Bankası Yayınlarından Mürşit Balabanlar reis gelmeseydi, daha on sene kalırdı onlar. O aslında başka bir şeyin peşindeydi. Mektuplardan söz edince heyecanlandı, yüreklendirdi beni. 1999’un Nisan ayında bu sefer daha az mendil ıslatarak ele aldım. Sonra 'yahu ne ağlıyoruz? Bunu yapmak evlat olarak herhalde bana düşen bir vazifem.
Benim kadar Fransızcası keskin olan kim var? Bir de Türkçenin de keskin olması lazım. Kolay mı Bedri Rahmi’nin mektubunu çevirmek' dedim ve girdim işin içine. Beş ayda bütün mektupları çevirdim.
Çevirirken üslup kattınız mı yoksa gerçekten bu kadar güzeller mi?
Bunu Ferit Edgü de sordu. Hoşuma gidiyor bunu duymak. Tabii ki kendi dilimi de kattım işin içine. Yazıya karşı zaafım var. Severim yazmayı. Mektupların aslı bir şiir gibi. Çevirirken o şiir dilini Türkçe’de de yaratmak istedim. Canımı kattım. Bazılarını yirmi kere yeniden çevirdiğim olmuştur.
Hangisinin mektuplarını çeviririken daha çok zorlandınız?
Eren Hanımınkileri. Bunun da nedeni, Eren Hanım, ileriki yıllarda biraz da Türkçe yazmaya çalışmış. O Türkçeyle Fransızcayla bağdaştırıp sonunda akıcı bir Türkçeye ulaşmak için anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. Doğru dürüst Fransızca yazsan ya! Öyle denmez böyle denir diye düzeltmek zorunda kaldım tabii.
Sansür koyduğunuz oldu mu?
Hiç! Olduğu gibi. Paldır küldür. Neyse ne. Tek satırda bile sansür yok. Babam yazar bir insandı. Mektup yazmasını domuz gibi bilirdi. Yayınlanacağı hiç aklına gelmemiştir ama hiç falsosu yok.
Niçin birbirlerine Buciş ve Memişcik diyorlar?
Bilmiyorum. Sevgi ifadesi olmalı.
43. sayfada, annenizin 'insan bu yaşta böylesine karamsar olur mu?' cümlesinin ardından dip not olarak isim vermeden bir rahatsızlıktan söz ediyor, eşinizin yıllar sonra bu rahatsızlığı tedavi ettiğini ve annenizin huzura erdiğini söylüyorsunuz. Neydi bu rahatsızlık?
Bunu açıklamak istemiyorum. Çok özel bir durum. Ama dikkatiniz için tebrik ederim sizi.
Sizin eşinizle birbirinize yazdığınız mektupların da kitap olmasını ister miydiniz?
İsterim. Bizimki de az buz bir aşk değildi. Biz zaten mektupla tanıştık ve aşık olduk. Bu da tarihin garip bir cilvesi olmalı. Ve onlar da Fransızca. Oğluma kolay gelsin!
Eren Hanım hep sineye çekti
Babanızın çapkınlığı evliliklerini nasıl etkilerdi?
Eren hanım, Bedri Rahmi’nin bütün yaramazlıklarını sineye çekmiş ve sevgisinden dirhem kaybetmemişti. Bir kere olsun 'Niye o kızın peşinde koştun' diye kavga etmemişlerdir. Münakaşaları hep resim üzerine olmuştur. Annem çok mağrur bir kadındı. Hiç bir zaman yüzleştirmedi Bedri Rahmi’yi çapkınlıklarıyla. Bedri Rahmi, onun için 'enayice ahmak' deyimini kullanıyor anılarında. Hayır. Eren Hanım 'enayicesine aşık' bir kadındı. Son nefesine kadar müthiş sevdi.
Eren Hanım mutsuz muydu peki?
Bedri Rahmi en acılı günlerinde, bu allahın belası hastalığın onu en çok üzdüğü günlerde şöyle derdi: 'Ağlatır mısın Romen kızını, al bakalım Rahmi, çek bakalım'. Ama Eren Hanım bir tek laf demezdi. Ölümünden bir iki yıl geçtikten sonra bir kere 'eğer sen olmasaydın, ben bu kahrı çekemezdim. Ne yapar eder memleketime dönerdim' demişti bana. Ve bir sefer etmiştir bu lafı, seksen kere değil. Ayrıca babamın iki dönemi vardır. Onun hanımların peşinde koştuğu dönem, hanımların onun peşinde koştuğu dönem. İkinci dönemde hakikatten ailecek çok rahatsız oluyorduk. Meşhur olma umuduyla ne rezillikler. Hesabını bilmeyen ne meşhur kadınlar tanıdık. Ailenin içine girip sonra Bedri Rahmi'ye asılmalar. Olacak iş değildi.
Ya Karadutum, çatalkaram, çingenem?
Karadut, evliliklerini en çok yaralayan ilişkisiydi Bedri Rahmi’nin. Mari Gerekmezyan isimli esmer mi esmer bir Ermeni kızıydı. Eren Hanım, Bedri Rahmi’ye nasıl tutulduysa, Bedri Rahmi de Karadut’a öyle tutulmuştu. Karadut Hanım da demiş ki 'bak kardeşim. Beraber yaşarız, öyle yaparız, böyle yaparız ama evliliği hiç düşünme. Sen Türksün, ben Ermeni. İmkan yok olmaz.' Altı yıl sürmüş ilişkileri. Hiç de dikkat etmemişler, bütün İstanbul öğrenmiş. Bir gün Adalet Cimcoz , Bedri Rahmi’yi kenara çekmiş 'Bir kere daha kulağıma bu kızla ilgili bir şey gelsin, evimin kapısından giremezsin. Sen bu kızı ağlatmak için mi İstanbul’a getirdin?' demiş. Babam da hatıra defterine ‘Ben de işin b.kunu çıkardım, haklı' diyor. Böyle diyor ama kızcağız ölünce de bir kitap çıkarıyor, baştan aşağıya Karadut Hanımın resimleri! Annem de görüyor tabii. Nasıl açıklıyordu? Babam büyülenmiş Karadut’dan.
Fakat Allah, yukarıdan görüyor, olacak gibi değil diyor herhalde, menejit tüberküloz, iki ayda kadını götürüyor hastalık. Kızcağız ölünce Bedri Rahmi ağlaya ağlaya eve geliyor, Eren Hanım kapıyı açıyor, boynuna sarılıyor ve beraber ağlıyorlar. Böyle bir aşk işte...