Güncelleme Tarihi:
Ne çektiyse hep sivri dilinden
Türkiye’nin dünyaca kabul gören piyanisti Fazıl Say, yılın en konuşulan isimlerinden biriydi herhalde. O, söylemek istediğini en direkt şekilde dile getiriyor. Birçok konuyu tartışmaya açan ve bir kesim tarafından bir türlü anlaşıl-a-mayışını da beraberinde getiren bu özelliğinin takdir edilmesi de gerekiyor. Ne de olsa pek çoklarının düşünüp de söylemeye cesaret edemediklerini, o hiç çekinmeden dile getiriyor... Ekim ayında, Twitter’da Ömer Hayyam’ın rubailerinden “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun Cennet-i âlâ meyhane midir? Her mümin’e iki huri diyorsun Cennet-i âlâ kerhane midir?” dörtlüğünü ‘retweet’ ettiği için, ‘halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama’ suçlamasıyla 9 aydan 1.5 yıla kadar hapsi istendi. Herkesin önce kötü bir şaka sandığı haber, yabancı basında “Türkiye’nin laiklikle sınavı” şeklinde ifadelerle gündeme gelince, inanır olduk herhalde. Hemen ardından Say’ın bir televizyon programında söylediği “saçma sapan mahkeme” sözü için 3 yıl, internette kendisine hakaret ve küfür yağdıranlar için sarf ettiği “halk dediği üç beş it kopuk” lafına da 2 yıl daha... Böylece Say’ın hapis istemi toplam 6.5 yıla çıkıverdi. Say 18 Şubat 2013 tarihinde yeniden hâkim karşısına çıkacak... (Say’ın “Arabesk dinleyen vatan hainidir” sözüyle başlattığı polemiği de buraya not düşelim.)
İçeriğinden çok kapağı konuşuldu
Elif Şafak’ın, Kasım 2010’dan bu yana Habertürk gazetesinde yayımlanan yazılarından bir seçkiyi içeren kitabı ‘Şemspare’ haziran ayında Doğan Kitap’tan yayımlandı. Kitap; Şafak’ın kadın, yolculuk, edebiyat ve güncel konular üzerine kaleme aldığı denemelere yer veriyor ve yazılara M. K. Perker imzalı illüstrasyonlar eşlik ediyordu. Fakat basın ve yayın dünyasıyla okurları en çok ilgilendiren, kitabın içeriğinden ziyade kapağı oldu. Tarlabaşı’nın dar sokaklarındaki evler arasına gerilmiş iplere asılan şemsiyeleri gösteren Uğurcan Ataoğlu imzalı kapak fotoğrafının, 2007 yılında İspanya’nın Valencia kentinde düzenlenen bir enstalasyon etkinliğinde çekilen bir fotoğrafa benzetilmesi, ‘çalıntı kapak’ iddialarını beraberinde getirdi. Elif Şafak, sıcağı sıcağına yaptığı basın açıklamasında akıllardaki soruya şöyle cevap verdi: “Sorun, gördükleri kapakta değil, gözlerindedir. Gözlerindeki ve gönüllerindeki perdede...”
‘Sen ne cahil adamsın!’
Amerikalı yazar Paul Auster’in ‘Kış Günlüğü’ kitabı Türkiye’de Can Yayınları tarafından, ocak ayında yayımlandı. Türkiye’ye davet edilen yazar, kitapla ilgili Hürriyet’e verdiği röportajda şöyle bir açıklama yaptı: “Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyorum! Kaç kişi oldu? 100’ü geçti mi? Biz demokratlar Bush’lardan kurtulduk. Bir savaş suçlusu olarak yargılanması gereken Cheney’den kurtulduk. Neler oluyor Türkiye’de! En çok endişelendiğim ülke...” Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtı tabii ki hiç gecikmedi. “Aman! Biz sana çok muhtacız. Gelsen ne olur gelmesen ne olur. İsrail’e gitmiş. Sen ne cahil bir adamsın. Gazze’de bombalar yağdıran bunlar değil mi?’ dediği konuşmasında tartışma yaratan bir diğer başlıksa; “Dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz” sözü olmuştu...
Auster, -daha sonra birçok yazar ve yayıncının Başbakan’a sitem, kendisineyse teşekkür edeceği- yanıtıyla coşkun ve içtenlikli bir alkışı hak etti: “İsrail’de düşünce özgürlüğü var. Ne yazarlar ne de gazeteciler hapiste. Tüm ülkelerdeki yaşam şartlarını iyileştirmek için hapis korkusu ve sansür olmadan konuşma ve yayımlama özgürlüğü, herkes için kutsal bir haktır...” Henüz yeni piyasaya sürülmüş olan kitap, kısa sürede birkaç baskı yaparak 20 binin üzerinde sattı. Auster’in Türkçe yayımlanan diğer kitaplarında da artış gözlendi.
Sözde pornografi
Geçen yılın hafızalarımızda bıraktıkları; Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nca verilen karar doğrultusunda yargılanan romanlar, ifade veren çevirmenler, daha basılmamış olmasına rağmen toplatılan kitaplar, yine Muzır Kurulu’nca bazı karikatür ve dergilere getirilen +18 yaş sınırı... oldu. Bu yıl da Aslı Tohumcu’nun 10 sene evvel Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanan ‘Abis’ adlı öykü kitabına gelen yasakla başladık seneye. İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yürütülen ‘Yazarlar Okulda’ projesi kapsamında İstanbul ve çevresindeki okullara dağıtılması önerilen kitaplardan biri olmasına rağmen Abis, ‘pornografi’ duvarına tosladı! Tohumcu’nun öğrencilerle kitabını konuşmak için davet edildiği lise, Abis’i aldığının ertesi günü iade etti. Bir öğrencinin “Bu kitabı kütüphaneme bile koymam” sözleri üzerine Aslı Tohumcu
“Tepkinin kendisi bile komik! Üzüldüm tabii, ama kimseye kitabı zorla okutacak halimiz yok” derken, manşetlerdeki yerini çoktan almıştı.
Olan tiyatro izleyicisine oldu
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda (İBBŞT) ocak ayında prömiyer yapan, Orhan Alkaya’nın yönettiği ‘Rosenbergler Ölmemeli’ oyunu; geçmişte yaşanmış gerçek bir olaydan hareketle, yargının siyasallaştığı bir ülkede adaletin nasıl sağlanabileceği sorusuna yanıt arıyordu. Oyun, galasının ardından önce sosyal medya, sonra gazete köşelerinde çok fazla yazıldı çizildi. Eleştirilerin çoğunluğu da olumluydu. Ancak önce basında oyunun tarihi gerçeği çarpıttığı ve Fransa’da sahnelenmesinin yazarı tarafından yasaklandığı yönünde haberler çıkmaya başladı. Sonra İBBŞT yönetimi kararıyla oyunun gösterimine son verildi. Yine de tartışmalar son bulmadı. O dönemki İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, “ONK Ajans’la telif sözleşmesi imzalandı” diyor, ONK Ajans ise sözleşme gösterilirse 53 yıllık ajansı kapatacaklarını söylüyordu. Tartışma Şehir Tiyatroları’nın suskunluğuyla sona erdi. Olan, bugün Türkiye’nin de yaşadığı pek çok soruna dair pek çok doğru sorular soran, bu sorulara belgelerle yanıt arayan ama asla belgesele kaçmadan, iyi şekilde sahneye konmuş oyuna oldu. Dolayısıyla da tiyatro izleyicisine...
‘Onlar jürilik yapsın diye çekmiyorum’
17-23 Eylül Uluslararası Adana Altın Koza Fim Festivali sona erdi. Ama ödül tartışmalarının ardı arkası uzun süre kesilmedi. Kulislerde konuşulanlara göre, ‘Yeraltı’ ve ‘Araf’ın ödül dışı kalmasının nedeni, Demirkubuz’la arası açık olan Nuri Bilge Ceylan’ın yapımcısı olan jüri üyesi Zeynep Özbatur Atakan’dı. Zeki Demirkubuz festivalde yarışan ‘Yeraltı’ filmi beklenen ödülleri alamayınca, Twitter’da yazdığı bir mesajla festival jürisini sert bir dille eleştirdi. İşte o tweet: “Bu filmleri kendileri jürilik yapsın diye çektiğimi zanneden gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türk festivallerinde yarışmak yok.” Bu arada festivalde ‘Yeraltı’ oyuncularından Nihal Yalçın En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Engin Günaydın ise En İyi Erkek Oyuncu kategorilerinde ödül aldı.
Olaylı Portakal
49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, daha ulusal jüri üyelerinin isimleri ve jüriye Hülya Avşar’ın başkanlık edeceği açıklandığında gündeme bomba gibi düştü. Levent Kırca, “Hülya başkanlık yapacak yeterli genel ve sanat kültürüne sahip değil” diyerek jüri üyeliğinden çekildi. Hemen ardından Kutluğ Ataman da. Onun sebebi Hülya Avşar değil; jüri üyeliği eleştirisini ‘geri kalmış ülkenin cahil aydın snobizmi’ydi... Jüri tartışmaları hiç bitmedi. Çağatay Tosun’un ‘Derin Düşün-ce’ filmi gösteriminde Hülya Avşar’ın “Bu film çocuk pornosu, ben bu filmi festivalden kovdururum” çıkışı üzerine, M.G. Kırıkkanat’tan sert tepki geldi: “Kovduramazsınız efendim, bu tür sorunlar Türkiye’de her zaman vardı...”
Festivalden akılda kalan bir başka mevzu da En İyi Erkek Oyuncu ödülünün ‘Küf’ün başarılı oyuncusu Ercan Kesal’a değil de, ‘Güzelliğin On Par’ Etmez’den 12 yaşındaki ‘umut vaat eden’ Abdulkadir Tuncer’e, En İyi Kadın Oyuncu ödülününse ‘Elveda Katya’daki rolüyle Anna Andrusenko’ya verilmesiydi... Böylece, bu yıl da hem basın hem de festivalin kendisi için bereketli bir Altın Portakal yaşanmış oldu.
Resimde intihal polemiği
“Haluk Özden’in işleri Adnan Çoker’inkilere benziyor” söylentisi ilk kez 2007’de çalındı kulağımıza. Özden’in aynı yıl Mine Sanat Galerisi’yle eşzamanlı Artistanbul fuarında açtığı iki kişisel sergide atıldı ilk nifak tohumu. Haluk Özden, Deniz İnceoğlu’na verdiği röportajda olayı şöyle anlatıyor: “Bir akşam galeriden aradılar. Çoker’in avukatı, bir hâkim ve kendi tayin ettiği bilirkişisi galeriye baskın ziyarette bulunup, durum tespiti yapmış; mahkemeye verecekmiş. Çok istedim ama dava açılmadı.”
Geçen ay düzenlenen Contemporary Istanbul’da Bali Art Galeri’ye “Haluk Özden’in resimlerini almadan gelin” neviinden bir koşul konduğu da duyulunca, tartışma iyice alevlendi. Kimi ustalardan yapılan intihalin eserlerin satış oranını arttırdığını, kimi genç bir ressamın esinlenmesiyle ustanın onore olması gerektiğini söylerken, kimi de Haluk Özden’in üslubunun kendine özgülüğünü savunuyor. Belli ki bu meselede kimin haklı olduğunu yapıta hak ettiği değeri verecek olan sanat tarihi gösterecek...
Tiyatroyu
tiyatrocular yönetir
İstanbul Şehir Tiyatrosu, bu şehirde yaşayanlarımız için çok şey ifade ediyor. Bazen bir buluşma mekânı, çoğu zamansa en yüksek duygu ve heyecanların yaşandığı, müdavimi olunan bir tiyatro mabedi... Dolayısıyla geçen sezon sonunda kulağımıza çalınan yönetmelik değişimi haberi tüm Şehir Tiyatrosu kadrosu ve tiyatroseverleri müthiş derecede endişelendirmişti. E haksız da sayılmazlardı. Zira, eski adıyla Darülbedayi bugüne dek tiyatro konusunda yetkin sanatçılarca yönetiliyordu. Yönetmelikteki değişiklik, her şeyden önce İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun başındaki genel sanat yönetmeninin elindeki tüm yetkinin belediye bürokratlarına verilmesi demekti. Ne yazık ki; sokağa dökülüp de “Şehir Tiyatroları yok edilemez!” diye hep birlikte haykıran, sonra Sanat Maratonu organizasyonuyla tepkisini 7/24 sahnelenen tiyatro oyunlarıyla dile getiren sanatçılar ve tiyatroseverlerin korktukları başlarına geldi. Şimdilerde serzenişler yalnızca sözünü söylemekten geri durmayan sanatçılarca sürdürülse de, siz geri kalan kalabalığın sükûnetine aldırış etmeyin. Şehir Tiyatroları bünyesindeki sanatçılar ve teknik ekibin yüreği hâlâ karanlık. Elbette yaşananları unutmayıp da tehlikenin farkında olan izleyicilerin de...