Hani bu yaşlılık kötü bir şeydi. Hani en büyük korkumuzdu. Yaşlanınca elden ayaktan kesilecektik. Beynimiz yağ bağlayacaktı. Oramız buramız sarkacaktı. Hayatı takip edemeyecektik. Karşımdaki adama bakınca, bütün bunların fasarya olduğunu düşünüyorum. Fasa fiso, gulu gulu dansı. Seksenlik Sadun Tanju, kendi deyimiyle neredeyse bir yarı tanrı. Hayatımın en bal dönemini yaşıyorum diyor. Şehrin koşuşturmasının dışında ama hayatın içinde. En üretici dönemlerinden birinde. Okuyor, yazıyor, çiziyor, yüzüyor, yürüyor, bakıyor, düşünüyor, eğleniyor. Bu fiillerin hepsini birden gerçekleştirebiliyor. Üstelik hayatının hiçbir döneminde olmadığı kadar huzurlu. Onu rekabate zorlayan bütün hırslardan kurtulmuş durumda. Cinsellik dahil. Allah hepimize böyle bir yaşlılık nasip etsin.Sakin ve duru bir röportaj...Sizin Bodrum'a yerleşmeniz hepimizin hayali olan emeklilik çekilmesi mi yoksa bir tür inziva mı?- Serbest gazetecilik yapıyordum. 73-90 arası. Ama iç terör vardı. O ara pek çok suikast yaşandı. Terörle yaşamanın huzursuzlukları herkes gibi bana da yansıdı. Sonuda Çetin de (Emeç) suikaste uğrayınca, kendi kendime şöyle dedim: ‘‘Yahu, değer mi?’’ İnsanın tam mesleğinin sefasını süreceği bir dönemde, adamın biri geliyor, üzerine bir çarpı koyuyor. Ve sen hayattan gidiyorsun. Hayat üzerine derin felsefeler yapmam o döneme rastlar yani! Bize sürekli birtakım misyonlar yüklüyorlar. Toplum için çalışmak, aile için çalışmak, kendi dışında bir sürü şey yani. Sanki insanın gerçekten böyle görevleri varmış gibi. ‘‘Peki kendin için ne yapıyorsun sen?’’ dedim, ‘‘Neden daha keyifli olmayasın? Gelmişsin 60 küsuruna. Hálá bu çaba, bu akıntıya kürek çekmek niye?’’ Ve seçimimi yaptım: ‘‘Keyifli yaşayacağım. Kendim için yaşayacağım. İstersem kitap yazacağım. Ama rutin işler yapmayacağım.’’ Yani benimki, emeklilik çekilmesi değil, hiçbir şeyden kopmuş değilim, faal hayatımı sürdürüyorum. Benimkine inziva demek de zor, hayatın fazlasıyla içindeyim.E yine de böyle bir karar kolay verilmez değil mi?- Datça'daki o kurmay albayın da etkisi oldu haliyle.Ben o kurmay albayı tanımıyorum haliyle.- Yıllar evvel Datça'ya gitmiştim. Datça'ya gitmek de belaydı o yıllarda, nasıl uğursuz bir yol, nitekim aradığım kişiyi bulamadım, başka bir yerdeymiş. Evinin terasında oturan bir kurmay albayla karşılaşmayayım mı? ‘‘E bu kadar yorulmuşsunuz, gelin bir soluklanın’’ dedi. ‘‘Nereden düştünüz buralara?’’ dedim. ‘‘Büyük şehirde itilip kakıldığımı hissediyordum. Bir de tuhaf, o kalabalık için büyük bir yalnızlık hissi içindeydim. Burayı bulduk. Şimdi fevkalade mutluyum’’ dedi. Biraz şüpheyle baktım tabii, o devam etti, ‘‘Çıkıyorum evden, bakıyorum mahalleli top oynuyor: Merhaba albayım. Fırının önünden geçiyorum: Albayım giderken ekmeğini almayı unutma. Kahvenin önünden geçiyorum: Albayım gel çay içelim. Burada gayet popüler bir adamım yani’’ Benimki de biraz o hesap. On senedir Yalıkavak'tayım. Buradaki herkesin babasıyım. Albayın seneler önce anlattığı keyfi sürüyorum.İyi de fiilen çalışma hayatını sürdürmekte direnenler, koltuklarından sökülemeyenler de var. Siz neden onlar gibi davranmadınız? Yapı meselesi mi enerjiniz mi bitti?- Enerjim bitmiş gibi duruyor mu? Bu bir tercih meselesi. Sürekli sahnede, göz önünde olmaktan hoşlanan biri değildim, mesleğimi iyi yaptığım zaman, birinin bana bunu söylemesi yeterdi. Daha fazlasını niye isteyeyim? Sokakta ‘‘Bak, bak Sadun Tanju geçiyor’’ denmesi kadar rahatsızlık verici bir şey olabilir mi? Ama bu, benim için öyle. Bu tür şeylerden hoşlanan, kendisini cıvata gibi vazgeçilmez bir unsur gibi hissedenleri de anlıyorum. Mutlu oluyorlarsa bu, onların tercihi. Nasihat vermekten hoşlanmam ama kanımca kendilerini yıpratıyorlar. Ecevit'in dramını mesela kendi içimde hissediyorum ben. Benim gibi okuyarak, yazarak, kendi seçtiği bir iki dostuyla beraber olarak, hoşlandığı müziği dinleyerek, karısı Rahşan Hanım'la resim yaparak, şiir yazarak geçirseler ya zamanlarını. Benden iki yaş genç olan Ecevit'ten eminim ki, ben daha mutluyum.Peki İstanbul ve hayat buradan nasıl gözüküyor? Takip ediyor musunuz yoksa birtakım şeylerin peşini bıraktınız mı?- Pek çok insan, ‘‘A İstanbul'a gitmeden olmaz!’’ der. Hani büyük şehir hayatı, olanakları, tiyatrosu, konserleri. Çok ilgimi çekmiyor artık. Kim gidecek şimdi oraya! Taksim toplantılarına giderdim eskiden, hálá niyetleniyorum, iyi bir konuşmacı mı var, ‘‘Gideyim de biraz insan içine karışayım, eski ahbaplarımı, dostları filan göreyim’’ diyorum ‘‘Ölmediğimi de göstereyim.’’ Giyiniyorum, kuşanıyorum, tam kapıdan çıkacakken yeni bir karar veriyorum, ‘‘Bu kadar yol tepilir mi? Şimdi gideceğim oraya, kimse benim farkımda olmayacak. Bir iki kişiye ayakta konuşacağım, nezaketen dinliyor gibi yapacak, gözleriyle başkalarını arayacak, haldur huldur yenecek bir
yemek, bana da çok da bir ÅŸeyler katmayacak bir konuÅŸma. DeÄŸer mi?’’ diyorum, soyunuyorum, geçiyorum televizyonun karşısındaki rahat koltuÄŸuma. Ama burada öyle mi? Buradakilerin ÅŸeyhi gibi hissediyorum kendimi. Biri denize giderken geliyor, öbürü dönüşte uÄŸruyor. Hayatımda hiç okumadığım kadar okuyorum. Tam tersine ben buradan her ÅŸeyi takip edebiliyorum.O nasıl oluyor?- Çünkü meslek, insanı belli bir yere yönlendiriyor, bir ÅŸeye kilitleniyorsunuz ve geri kalan herÅŸeyi ıskalıyorsunuz. Çünkü koÅŸuÅŸturuyorsunuz. Çünkü vaktiniz kalmıyor, haliniz olmuyor. Benim durumum da gelince kitaplar ve televizyon sayesinde bütün dünya ayağımın altında. Güneri CıvaoÄŸlu'ndan daha fazla televizyon seyrediyorumdur. Onun nereden vakti olacak? Siyasetçilere soruyorlar, ‘‘Kitap okuyabiliyor musunuz?’’ Onlar da nezaketen ‘‘Pek ilgilenemiyoruz öyle ÅŸeylerle’’ diyorlar. Bence hiç ilgilenemiyorlar. Memleketi düzeltmeye kalkacaksın ve Ahmet Altan'ın hadise yaratan kitabını okuyacaksın öyle mi? Oysa ben okudum bile. Bu yaşımda hálá öğreniyorum ben.Bu hissettikleriniz nasıl tanımlanabilir? Huzur mu?- Yok, yok. Tat almak! Esas olarak tat alınan iki dönem var hayatta. Biri çocukluk, ne var ki hatırlamıyoruz, bize naklediliyor, ‘‘Şöyle mutlu bir çocuktun’’, ben nereden bileyim ne kadar ÅŸen bir çocuktum, diÄŸeri ise yaÅŸlılık. Ara dönem ise mücadele, kendini ispatlama ve baÅŸkaları için yaÅŸamakla geçiyor. Haldur huldur çalışıyoruz. Oysa yaÅŸlılık fevkalade bir ÅŸey. ÇocukluÄŸumuzun tadını alamıyoruz ama yaÅŸlılığın tadını almak mümkün. Talihin varsa yaÅŸamın asıl balını yaşıyorsun. Nedense insanlar meseleye seks açısından bakıp paniÄŸe kapılıyorlar, YaÅŸlılığı ölü bir sezon olarak deÄŸerlendiriyorlar. CinselliÄŸin uykuya yatmış olmasını büyük bir mutsuzluk olarak addediyorlar.Öyle deÄŸil mi?- Yok canım. Sadece geri planda kalıyor. Siz üretimi baÅŸka yerlere kaydırıyorsunuz. Ve tuhaf bir ÅŸekilde kendinizi daha rahat hissediyorsunuz. Ãœzerinizden bir yük kalkmış oluyor. Bence seks, genç yaÅŸlardaki cazibesine raÄŸmen, bir bağımlılık. Ama günün birinde kurtuluyorsunuz. Hafifliyorsunuz. Bir gün bir bakmışsınız ki, siz ermiÅŸsiniz. DoÄŸadaki rolünüz deÄŸiÅŸiyor. Åžimdiki rolünüz bir nevi tanrılar katına çıkmak. Olympos, Olympos! Durumu abartmak istemem ama ben pek çok gülüşün, pek çok davranışın, pek çok ifadenin ne anlama geldiÄŸini 50 yaşımdakinden çok daha iyi analiz edebiliyorum. Bu da bana bir falcıymışım duygusu veriyor. Her ÅŸeyi bilen, gören adam. Bunun verdiÄŸi bir dirilik de oluyor insanda. Bir de ÅŸu var: Hayatımın hiçbir döneminde kadınlara bu kadar açık ve rahat iltifat edemedim. Åžimdi yapabiliyorum. ‘‘Aman ne güzelsin, bu da sana çok yakışmış’’ diyebiliyorum. Ne çılgın pareolar giyen kadın dostlarım var burada, silüet halinde o pareoların içinden bedenleri görünüyor, pek de yakışıyor.Pas tutmamak için geliÅŸtirdiÄŸiniz yöntemler neler?- Yürüyorum, denize giriyorum. DilediÄŸim kadar. Herkes yaÅŸlılıkta erken yatılır zanneder, benim ortalama uyuma saatim gece üç. Millet ortalıktan kaybolduktan sonra televizyon seyretmeye, kitap okumaya bayılıyorum. Gençlerle iliÅŸkilerim çok iyi, artık o politikaları da iyi beceriyorum, onlar nelerden hoÅŸlanıyor biliyorum. Bu yaÅŸlılık iyi bir ÅŸey yahu! Bir yarışta filan deÄŸilsin. Hiçbir iddiada deÄŸilsin. Resmen yarı tanrılaÅŸma devrini yaşıyorsun.Benim bir dolu güvensizliklerim korkularım var n'oluyor, onlar toptan geçiyor mu?- Genç yaÅŸta yaÅŸanır tabii. E bu yaÅŸta azalıyor. Ama bir de ÅŸartlar uygun olacak. SaÄŸlığın yerinde olacak, sade de olsa, böyle bir hayatı yaÅŸamak için ekonomik özgürlüğün olacak.Bu durumda sizin kafanızı tek meÅŸgul eden ÅŸeyin ölüm olması gerekiyor. Onun dışında her ÅŸey ÅŸahane.- Ölüm korkutmuyor. Burada bazen tropikal hadiseler oluyor, yıldırımlar, gök gürültüleri, saÄŸanak halinde yaÄŸmurlar, sanki dünya yeniden doÄŸuyor ya da batıyor. Geçen gece yine oldu, dedim ki, ‘‘İşte hayatımın sonuna geldiÄŸimi hissedersem böyle bir havada çıkar sahilde yürürüm. Uzun boyluyum da, Tanrı da biraz yardımcı olursa, bir yıldırımla paçayı kurtarırım.’’ Ölüm üzerine böyle düşünceler üretiyorum. Bu, iyi senaryo. Kötü senaryo ise aciz kalmak.Nasıl yani?- Tekrar yeni doÄŸmuÅŸ bir çocuk gibi olmak. Kendi irademle deÄŸil de, baÅŸkalarının bakımıyla hayatımı sürdürmek. Ä°ÅŸte bu beni ürkütüyor. Ä°nsan bu veya benzer sebeplerden dolayı bilinçli bir tercihle hayatına son verebilmeli. Hemingway kendisini niye vurdu av tüfeÄŸiyle? Kafayı üşüttüğü için deÄŸil herhalde, bilinçli bir tercihti, ‘‘Bundan sonrası nedir?’’ diye düşünmüştür. Hayatın bütün tatlarını almış biri böyle bir duyguya gelebilir. Ben de bu konuları çok düşünüyorum. Ötenazinin Hollanda'da kanunu bile çıkarıldı.E bizim meclis baÅŸka meselelerle meÅŸgul, Türkiye'de zor.- Biliyorum, o yüzden, iÅŸi onlara bırakmadan kendi aileme vasiyet ettim.Yaptınız mı böyle bir ÅŸey gerçekten?- Evet. Çocuklarıma mektup yazdım. Şöyle dedim: ‘‘EÄŸer günün birinde bitkisel bir hayata mahkum olursam, sakın ha teknolojinin imkanlarıyla beni yaÅŸatma yoluna gitmeyin. Ä°nsanlıktır, babaya görevdir ya da elalem ‘Babalarına bakmadılar' diyecekler diye düşünmeyin. Beni borular sokarak, bilmem ne enjekte ederek, suni olarak yaÅŸatma sevdalarından vazgeçin. Vasiyet ediyorum size. Beni tabii ölümüme bırakın, çok daha mutlu olurum.’’Tepkileri ne oldu?- Kem küm ettiler. Ama fikir kafalarına girdi. Zaman içinde ben daha iÅŸlerim.Ä°yi de bu onlara çok ağır bir sorumluluk yüklemek deÄŸil mi?- Tabii tabii. Zaten aile fertleri böyle bir kararı zor verir. Ama onun da çözümünü buldum: Yakın bildiÄŸim arkadaÅŸlara, dostlara da vasiyet ediyorum ki, zamanı geldiÄŸinde ‘‘Babanız böyle olmasını isterdi’’ filan desinler.Ä°nsan sizin yaÅŸanızda ölümle daha mı çok laubali oluyor?- Yok ama her türlü alternatifi düşünmeye baÅŸlıyorsun. Ben o uzun seyahatime kimseye sıkıntı vermeden çıkmak istiyorum. Aksi örneklerini gördüm. Ailemde de, dostlarımda da. Üç, dört sene suni olarak yaÅŸatılmış insanlar var. Nasıl bir faciadır o, biliyorum. Ben güzel bir anı bırakarak gitmek istiyorum. Yani ‘‘Ay babam da çok çekti. Bize de çok çektirdi’’ demesinler. Belki de hayata saygımdan bunları düşünüyorum. Çünkü hayat benden ibaret deÄŸil ki. Etrafımdakilerin, benimle beraber yaÅŸayanların da huzurunu, rahatını düşünüyorum.Yine de, babalar çocuklarına ötenazi mektubu yazmazlar!- Ölüm, hayatın dışındaki bir ÅŸey deÄŸil. Hepimiz biliyoruzki, bir final var. Ölümü düşünmek, yazarın tiyatroda finali düşünmesi gibi bir ÅŸey: ‘‘Nasıl bir son yazayım bu piyese?’’ Tamam, bizim elimizde deÄŸil ama belli bir eÄŸitimden geçmiÅŸ insanlar sonu düşünüyorlar. Ä°ki tür tavır takınılabilir, biri düşünür daha uygun bir son oluÅŸturma çareleri arar, bir baÅŸkası da, nasıl gelirse öyle gelsin der. Ä°ki tavır da insani. Ama ben birinci kategorideyim. Â
button