Güncelleme Tarihi:
Mutlu musun?
- Kitapla ilgili mi soruyorsun, evet. Çok değerli benim için bu kitap.
Nereden çıktı bu Gezi kitabı?
- Doğan Kitap aradı ve Gezi yazılarımı ve röportajlarımı kitap yapmak istediğini söyledi. Hem hoşuma gitti hem mahcup oldum.
Neden?
- E çünkü ben mahcup bir insanım. Yaptığım işler, iyi olduğu söylendiğinde, kaçacak yer ararım. Eleştiriyi daha kolay kabul ederim. Gezi olayları boyunca her kesimden insana mikrofon dayadığımı, onların yaşadıklarını, duygularını kamuoyuyla paylaşarak iyi bir şey yaptığımı, bunun da kitaplaştırılması gerektiğini filan söylediler. İyi şeyler söylediler yani. Aslında övgüyü de kabul edebilmeyi bilmek gerekiyor. Ben edemiyorum. “Tamam, tamam siz nasıl isterseniz” dedim, onlar yazıları topladılar ve işte kitap elimde.
Ne bekliyorsun?
- Kitaptan mı? Hiçbir şey. Benim için bir arşiv, kalıcı bir belge. Ben biriktirmem hiçbir şeyi. Kesmem, saklamam. Yaparım ve ilerlerim. Hatta unuturum. Ama kitap olunca, kendiliğinden bir arşiv oluyor. Evet, her şey internette duruyor ama internet uçsuz, bucaksız bir
delik. Kuyu gibi. Ara ki bulasın. Oysa, bir döneme ait tanıklıkların kitaplaştırılması şahane. Gezi, tarihi bir olay. Ben de kendi çapımda tarihe bir belge bırakmış oluyorum.
Gezi’yle birlikte hayatımızda ne değişti?
- Hepimiz için, unutulmayacak bir yaz oldu. Bir sürü şey değişti. Benim gazeteciliğe bakışım bile değişti. Daha muhabir gibi çalıştığım bir yaz oldu. Kim ne derse desin, gazeteciliğin benim için en değerli mertebesi, muhabirlik ve sahada olmak. İnsanlarla birebir konuşmak, onların tanıklıklarını, duygularını, düşüncelerini, kendi açılarını aktarmak. Öyle de yaptım, her kesimden insanla konuştum. Hepimiz için Gezi, bir kırılma noktasıydı. Müthiş bir yaşanmışlıktı. Gençler vardı, hastanelerde çalışan gönüllü doktorlar, hemşireler vardı, ölenler vardı, onların aileleri vardı, gözünü kaybedenler vardı, beynine plastik mermi yiyenler vardı, gaz yiyenler, gazdan hayatını kaybeden yaşılar vardı, mizah vardı, avukatlar vardı, yaratıcı protesto biçimleri vardı, başörtülüler vardı, LGBT’ler vardı, anti-kapitalist Müslümanlar vardı, yaşadıklarından şikâyetçi olan polisler de… Tabii ki herkes binlerce şey yazdı, çizdi, benim de elimden gelen buydu. Ben hepsinin sesi olmaya çalıştım.
Evet, kitapta farklı tanıklıklar ve söyleşiler var. Gözünü kaybetmiş eylemci, başına gaz kapsülü gelen Lobna’nın kardeşi, Ethem Sarısülük’ün abisi, tacize uğradığını söyleyen başörtülü kadın… En zoru hangisiydi?
- O insanların yaşadığı acıyı içinde hissediyorsan, hepsi. Her iş, benim için çok önemli, çok değerli. 18 yaşından beri gazetecilik yapıyorum. 25’inde Ayşe Gözlüğü’nü yazmaya başladım, 25 yaşından beri de Hürriyet’e Pazar röportajları yapıyorum. Yaptığım röportajları, çözdüğüm kasetleri art arda eklesen, dünyayı birkaç kez dolaşır. Manyaklık. Ne zaman heyecanım azalacak diye bekliyorum, azalmıyor anasını satayım! Gezi röportajları çok ağladığım röportajlar oldu. Galiba insan yaşı ilerledikçe daha duyarlı oluyor, ben de öyle oldum. Açık yara gibiydim röportaj yaparken, karşımdakiyle ben de ağladım. Bundan da utanmıyorum, rimelim filan akıyor, dinlerken sürekli burnumu çekiyorum. Onlarla birlikte ben de yaşıyorum. İyi oluyorsa yaptığım bazı işler, bundandır.
Peki doğru mu bir gazetecinin ağlaması, daha objektif olabilmesi gerekmiyor mu?
- Valla, ben objektif olunabileceğine inanmıyorum. Galiba her şey sübjektif hayatta. Ya da benim için öyle. Ben içine dalıyorum, içinde yüzüyorum, bütün hücrelerimde hissediyorum. Ama kiminle röportaj yaparsam öyle, onun bedenine giriyorum. Bu kitaptaki röportajlar da öyle oldu…
Murat Menteş için suçluluk hissettim
Pek çok kesimden eylemciyle de konuşmuşsun. Aralarında üniversite öğrencisi de var iş insanları da. Dış mihraklara rastladın mı?
- Yok canım, ne dış mihrakı! Buna inanmak isteyeni ikna edebilmek mümkün değil, ama yok öyle bir şey!
Y kuşağına ne diyorsun?
- Allah diyorum. Müthişler. Bize çok önemli bir şey gösterdiler, farklı kesimlerden olsa da, dindarların, ateistlerin, solcuların, sağcıların, Türklerin, Kürtlerin, ulusalcıların, geylarin, LGBT’lerin barış içinde bir arada yaşayabileceğini gösterdiler.
Üç ay sonra dönüp baktığında, siyasetçiler Gezi’den ders çıkarmışa benziyor mu?
- No! Nein! Hayır! Biz yaşadıklarından ders çıkarmayı beceremeyen bir toplumuz. Ne yazık ki! Bu yüzden de çok sıkıntı çekiyoruz…
Kitapta, Yeni Şafak yazarı Murat Menteş gibi isimlerle de röportaj var. Kısa süre sonra da gazeteyle yolları ayrıldı. Bu röportajın payı olduğunu düşünüyor musun?
- Ben insanların başını zaman zaman belaya sokmuşumdur. Tabii aradım hemen Murat’ı, bitmez tükenmez suçluluk duygumla. Ki son dönem Türk edebiyatçıları arasında en iyilerden biri Murat Menteş. “Kesinlikle seninle alakası yok!” dedi. O da eşi de müthiş insanlar. Birlikte iftar yaptık. Adamı, çok kişinin kıskandığını düşünüyorum. Çünkü çok ileride. Köşe yazarı olmak da onun çok umurumda değil. Çok daha fazlası çünkü. Bu arada Murat bana da hayatımda duyduğum en güzel iltifatı etmiş adamdır.
Ne dedi?
- “Seni çok farklı bir kadın olarak tanıyordum dışarıdan, uzaktan” dedi. “Sen meğer hepimizin hayalindeki ev kadınıymışsın!” Güldüm. Kısmen doğru.
Ne demek istedi?
- Yıllarca sevgilimi yazdım, aşk yazdım, cinsellik yazdım, özgürlük yazdım. Galiba hâlâ bazı insanların kafasında marjinal bir kadın imajım var. Ki bundan hoşnutsuz da değilim. Ama kimileri beni evde elinde kırbaçlarla gezen bir kadın zannediyor. Oysa son derece sıradan, fazlasıyla kocasına ve kızına bağlı, marjinal ne kelime domestik bir kadınım! O da çözdü tabii beni.
Önsözde “Görülmemiş bir yazdı” diye yazmışsın. İleride bu günleri torunlarına anlatırken neler diyeceksin?
- Dur, daha torunlara vakit var! Kızım var diye çıldırıyorum, kim bilir torunlarım olursa ne kadar görgüsüz olurum! Bilmiyorum neler anlatırım. İnşallah torunlarımızın kendilerini özgür hissedeceği bir ülke olur burası. Geleceği kestirmek güç ama umutluyum.