Bu roman matruşka gibi filmi de öyle

Güncelleme Tarihi:

Bu roman matruşka gibi filmi de öyle
Oluşturulma Tarihi: Ekim 28, 2012 00:00

İngiliz yazar David Mitchell’ın aynı adlı romanından uyarlanan ‘Bulut Atlası’ filmi bu hafta vizyona girdi. Romanda farklı zamanda yaşayan altı farklı karakteri, yine farklı roman üsluplarıyla anlatan Mitchell’la, Doğan Kitap tarafından yayımlanan etkileyici romanına dair konuştuk...

Haberin Devamı

Bulut Atlası’nın tekniği çok değişik. Altı farklı metin sırayla ilerlerken, kitabın ikinci kısmından sonra ters sırayla kendi sonlarını oluşturuyorlar. Bu fikir nereden geldi aklınıza?
- Kitabın yapısı Italo Calvino’nun ‘Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’sundan geliyor.Bu eserde ‘Sen’ denen karakter, yani okuyucunun kendisi hikâyelerle karşılaşıyor. Hikâyeler her seferinde birkaç sayfa sonra, tam kendinizi kaptırdığınızda kesiliyor ve ‘Sen’ hikâyenin geri kalan yerini bulmak için birkaç sayfa daha okuyor. Ama hiçbir zaman başarılı olamıyor çünkü her seferinde aradığınızdan farklı bir hikâye oluyor, döngü baştan başlıyor. Benim fikrim, okuyucu kesilmiş anlatılara ters bir sırayla yeniden kavuşabilsin diye sona bir ayna yerleştirmekti. Sanki bir ağaç kurdusunuz da, iç içe geçmiş Matruşka bebeklerini göbeklerinden içe doğru, sonra sırtlarından dışa doğru yiyorsunuz gibi...
Önce hikâyeler ayrı ayrı ortaya çıktı da bunları mı bir araya getirdiniz, yoksa baştan beri böyle katmanlı bir anlatım mı vardı aklınızda?
- Her ikisinde de doğruluk payı var diyebiliriz. Farklı dünya ve zamanlarda geçen birkaç anlatı yaratmak istediğimi biliyordum. Ama tabii, kısa romanların kendi ayakları üzerinde duracak kadar bağımsız ve iyi yazılmış olmaları gerekiyordu, yoksa topallarlardı. Bu yüzden her birini, sonraki kısa romanları bağlayabileceğim heyecan verici, merkezi bir ‘menteşe’ye bağlayarak yazdım.
Bulut Atlası’nın ve romanda yer alan altı öykünün birbiriyle bağlanması öyle paralel evren klişesinden değil, basit bir doğum lekesiyle sağlanıyor. Sıra dışı bir reenkarnasyon romanı diyebilir miyiz?
- Eh, birinin yazdığınız herhangi bir şeye ‘sıra dışı’ demesi her zaman sevindiricidir, bu yüzden teşekkürler. Çok parçalı romanların sorunu elbette yapıştırıcıdır. Geleneksel yapıdan vazgeçerek çoğu romanda içsel olarak bulunan o bütünleyici ‘birlik’i feda etmiş olursunuz. Doğum lekesi yazarın, en az bir karakterin her dünyada yeniden doğduğunu ima ederek romanın parçalarını bir araya getirme yöntemi. Yani Bulut Atlası’na, her başkahraman ana karakter olduğunu bilmese de, asırlar aşan bir yol filmi diyebiliriz.
Altı karakter, altı öykü (belki de roman) ve altı ayrı üslup var. Hangi bölüm için hangi türleri model aldınız?
- Bu soruyla “Tarz bakımından kimleri örnek aldınız?” diye soruyorsanız, altı dünyanın da, özellikle dil bakımından, kendi modeli var. Şüphesiz Türkçe de dahil olmak üzere her dil zamanla değişiyor, bu yüzden farklı zaman dilimlerine has İngilizcenin de değişmesini istedim. Bu gelecek için sorun değil. Gelecekte kullanılacak bir lehçe icat ediyorsunuz ve tutarlı olduğunuz, dil de anlaşılabilir olduğu takdirde, hata yapma payınız çok az oluyor. Geçmişe döndüğünüzdeyse daha dikkatli olmanız gerek. Gelecek için kullandığım dil akıllı telefonlar sayesinde şimdiden modası geçmeye başlayan kısa mesaj dilinden geliyor; daha uzak geleceğin dilini de Britanyalı bir yazar olan Russell Hoban’ın Riddley Walker adlı kitabıyla Hawaii argosunun, bir de Japonya’da öğretmenlik yaparken öğrencilerimin kullandığı basitleştirilmiş İngiliz gramerinin karışımından esinlenerek yarattım.
Eserde Calvino haricinde yazarların etkisinden de söz edebilir miyiz peki?
- Bunun cevabı daha muğlak, daha yüklü ve ‘etki’yle ne demek istediğinize bağlı olur... İnsanlar genelde bizi ‘etkileyen’lerin onlar gibi yazmak istediğimiz ya da onlara benzemek istediğimiz veya hürmet ettiğimiz yazarlar olduğunu düşünür. Conrad, Çehov ve Bulgakov değişmez biçimde ilk 10’umdadır. Ama etkinin bu kadar derli toplu işlediğini sanmıyorum. Çocukluğunuzda okuduğunuz bazı yazarlar onları artık okumuyor olsanız bile sizi etkiler, çünkü yazar olmak istemenizin sebebi onlardır. Nefret ettiğiniz bir yazarın üzerinizde güçlü bir etkisi olabilir, çünkü size melodramdan ve klişelerden nasıl kaçacağınızı öğretmiştir. Bir de eserlerini çok yakından değil, epeyce az tanıdığım bir yazarı ele alalım. Madem Türkiye’deyiz, Orhan Pamuk diyelim. O İstanbul’daki bir mahalleyi öyle güzel canlandırır ki, kendi kendime “Tamam, okuyuculara bir mekân hissi vermek istediğimde ulaşmaya çalışacağım yeni seviye bu” diye düşünürüm.
Kahramanlarınızın hiçbiri içinde bulundukları halden hoşnut değil. Baktığımız zaman hepsinin de iktidarla sıkıntısı var veya olmuş. Siz de iktidarla/güç sahipleriyle sorun yaşayan birisi misiniz?
- Gerçekten iktidarla sorunum var ama sizin sandığınızın tersi olduğunu düşünüyorum. Gençken fazla konformist olduğumu, otoritenin takdirini kazanmaya fazla hevesli olduğumu düşünüyorum. Belki de bunun sebebi demokratik bakımdan istikrarlı ülkelerin suyuna koydukları bir şeyden kaynaklanıyordur. Ama yaşlandıkça bu kusuru aşmaya çalışıyorum. İnsan nüfusu arttıkça, iklimler daha da aşırılaştıkça, kaynaklar azaldıkça, dünya korkarım istesek de istemesek de bizi radikalleştirecek. Ve kitaplarımın farklı dillere çevrilmesinin sonucu olarak farklı ülkelere gidiyor, farklı ülkelerin yazarlarıyla tanışıyor ve şimdi kendimi politikayla hiç olmadığım kadar iç içe hissediyorum. Britanya siyasetinde Tony Benn adlı, iktidar sahibi olan herhangi birine sorulması gereken iki soru olduğunu söyleyen yaşça büyük bir devlet adamı var. Bu soruların ilki “Sana gücünü kim verdi?”, ikincisi de “Gücün elinden nasıl alınabilir?” İnsanlar bu soruların cevabını düşünemiyorsa, düşünmek istemiyorsa ya da düşünmeye korkuyorsa, sorun çıkmasını beklemeniz yerinde olur. Bir Esed Rejimi beklemeniz yerinde olur.
Bulut Atlası’nın gözden kaçırılmaması gereken taraflarından biri, sosyal veya politik tarafı belki de. ‘Sömürgeciliğin karanlık sanatları’nın tüm unsurları anlatılıyor aslında kitapta. Ne dersiniz?
- Evet, kitabın politik bir mesajı var. Tekrarlanan, kurmaca eserlerime davetsiz giren temalardan biri iktidar ve yırtıcılıktır. İmparatorluk da insan kalbindeki malik olmak (temellük etmek), egemen olmak, zorbalık etmek, çalmak ve yağmalamak yönündeki dürtüyü ifade etmenin en büyük aracı. 19. yüzyıl sömürgeciliği iğrençtir ama onun ilginç olduğunu yadsıyamazsınız ve kabile yaşamı süren memeli türümüzün geçmişi bunun örnekleriyle dolu. Gelecekte de yeni sömürgecilik türlerini göreceğimizden şüphem yok.

Haberin Devamı

FİLM ZEKÂYA HİTAP EDİYOR

Haberin Devamı

Filmden çok mutluyum. Bunu herhangi bir şeyle kıyaslamak zor, çünkü nevi şahsına münhasır. Matruşka yapısı değiştirilerek mozaik bir yapıya dönüştürüldü ve olay akışında bazı değişiklikler yapıldı. Ama bütün değişiklikler kitabın ruhuna uygun. Daha önce romanımı ‘reenkarnasyonla ilgili’ sözlerle tarif etmekten kaçınmıştım ama film versiyonu açıkça bu tema etrafında dönüyor. Film izleyicilerin zekâsına hitap ediyor ama aynı zamanda gerilimini hiç kaybetmiyor. Uzun bir film, iki saat 40 dakika, ama zaman uçup gidiyor ve sadece iki saat sürmüş gibi geliyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!