Güncelleme Tarihi:
Twitter’dan yakaladım, bugün evlilik yıl dönümünüz mü?
Memet Ali Alabora: Evet. Ama 19 Kasım’da Ankara’da nikah oldu. Bugün de İstanbul’da nikah yapmıştık. Bir de 25 Kasım benim doğum günüm. O yüzden 19 Kasım’da kutluyoruz.
Pınar’ın yıldönümünü unuttuğu doğru mu peki?
Pınar Öğün: Doğru. Oyundan dolayı sıkı çalışma içindeyiz. Tüm tarihleri karıştırmışım. Sabah uyandığımda Memet Ali bana bir sofra hazırlamıştı. Masanın üstünde de bir hediye vardı. İçimden şöyle diyorum, bugün benim doğum günüm değil ki. Niye bana hediye aldı? Anlayınca basbayağı kalbim dondu. Normalde kadınlar özel gün sitemi eder ya, bizde tam tersi oldu yani.
MAA.: Çok komikti ama. Ben çok eğlendim.
Yeni oyununuz Mi Minör ne anlatıyor?
MAA: Müzikli bir iktidar oyunu. Pinima diye bir ülkede geçiyor. Oyun alanına girdiğiniz andan itibaren oyuna dahil oluyorsunuz. Polis kontrolünden geçiyor, ülkenin televizyonundan dizi, haber ve reklamlar izliyorsunuz. Tabii bu ülkenin bir de başkanı var. Oyun, bu ülkede yaşayan bir sokak piyanistinin piyanosundaki ‘mi’ notaları ve ince seslerin yasaklanmasıyla başlıyor. Giderek yeni yasaklar ve düzenlemeler geliyor. Başkanın konuşmaları ve ülkede olup bitenlere tanık oluyorsunuz. Piyanist ve daha sonra ona katılan müzisyenler ve ergenler hem söyledikleri şarkılar, hem kurdukları birebir iletişim hem de sosyal medya aracılığıyla izleyicide farkındalık yaratmaya çalışıyor. Oyunda iki farklı grup var. Pinima’nın mutlu halkı ve ülkede olan bitene tepkili olan piyanistin ekibi. İşte bu ekip mutlu halkı sürekli kendi içlerine katmaya çalışıyor.
Fikir kimden ve nasıl çıktı ortaya?
PÖ: Benden çıktı! Öyle çok istedim ki. Meltem Arıkan’ın çok büyük bir hayranıyım bir kere. Onun roman ve makalelerini İngilizce’ye ben çevirdim. O yüzden hecesine, virgülüne kadar ilişki kurduğum bir yazar. Ona Türkan dizisinde oynadığım sırada çok yalvardım. Lütfen bana bi oyun yaz, hiçbir prodüksiyon istemiyorum, İstiklal Caddesi’ne gidip tek başıma oynayacağım, diye. Sonra Mi Minör’ü yazdı. Ben de üzüldüm benden başka oyuncular da var diye. Merak etme dedi, sen dans edip şarkı söyleyeceksin. Dans etmek benim en büyük korkum! Şu an 28 yaşındayım. Hayatımda hiçbir yerde dans etmedim. Hiç ezberleyemem ayak hareketlerini falan. Şarkı söylemekten de nefret ederim. Meltem beni karşısına alıp çalıştırdı. Günlerce kenarda ağladım. Sonradan fark ettim ki “Sana oyun yazdım” dediğinde, aslında çocukluğumdan gelen korkularımla yüzleşmeme imkân sağladı.
OYUNDAKİ YASAKLARIN HEPSİ GERÇEKTE VAR
Tanıtımlarda ‘Pinima kendine özgü ve kendinden laik bir ülke’ yazıyor. Nasıl yani?
MAA: Basbayağı. Çünkü demokrasiyle yönetilen bir ülke. Kendinden laik çünkü ülkenin dini, hukukuna göre düzenlenmiş. Tüm kadınlar birbirleri, tüm erkekler de yine birbirleri arasında eşit. O yüzden kadın erkek arasındaki eşitsizlik sorunu aşılmış. Düşünce özgürlüğünün alınıp satılabildiği bir ülke, Pinima. Ben de ülkenin başkanıyım.
Pinima başkanın caddeden geçmediği zamanlarda, yolların çift yönlü trafiğe açık olduğu bir ülke aynı zamanda. Çok tanıdık geldi. Her kural başkana ve onun arzusuna göre belirleniyorsa, nasıl demokratik bir ülke olur?
MAA: Tam olarak demokratik bir ülke işte! Demokrasilerde halkın sesi çok önemli olduğu için, başkan o yüzden seçimlere yalnızca iki partinin katılmasında karar kılmış. İkisinin de başkan adayı yine başkanın kendisi.
Oyunun ismi niçin Mi Minör?
PÖ: Meltem Arıkan ‘mi’ notasının kadın sesi ve aynı zamanda da isyanın sesi olduğunu düşünüyor.
Öyleyse oyun ataerkil toplum yapısındaki kadın erkek eşitsizliğine ayrıca değiniyor?
MAA: Pinima dünyanın herhangi bir yerinde olabilir. Herhangi bir ülkede olabilecek her şey de Pinima’da olabilir. Oyunda birçok sorunun kadın üzerinden anlatılması bu yüzden. Zaten bir yerdeki yönetim durumunu anlamak istiyorsanız, kadınlarla ilgili yapılanlara bakarak yeterli doneye sahip olabilirsiniz.
Pinima’yı yapılandırırken herhangi bir ülkeyi model edindiniz mi? Bir de Pinima ne demek?
MAA: Yok edinmedik. Oyunu izleyen arkadaşlarımızdan biri dedi ki, aynı Kore olmuş bu. Diğeri, tam bir Türkmenistan dedi. Amerika’daki dijital oyuncularımız ve onların çevresinden, Amerika’yı eleştiriyorsunuz herhalde, yorumu geldi. Çünkü oyun tek bir ülkeyi anlatmıyor aslında. Pinima’da pazar günleri pembe pantolon giymek, akşamları sifon çekmek, çarşambaları duş yapmak, kadınların toplu taşıma araçlarında çikolata yemesi ve eşeklerin küvette yıkanması yasak. Bunların hepsi dünyanın çeşitli yerlerinde var olan ve uygulanan yasaklar. Pinima ismi de pi sayısından geliyor.
Oyuna akıllı telefonlarla gelmemizi istiyorsunuz. Üstelik oyuncuların oyun sırasında çektiği videolar, aynı anda dünyanın birçok ülkesinden izlenebilecek ve anında İngilizceye çevrilecek. Ne kadar kapsamlı bir iş bu?
MAA: Akıllı telefonunuz ya da tabletinizle gelirseniz, oyunu bir başka açıdan görebileceğiniz bir monitör daha kazanmış olacaksınız. Çünkü oyun sırasında Pınar’ın izleyicilerle yaptığı röportajları takip etme, o sırada çektiğiniz fotoğraflarla tweet atma ya da dünyadan yazışan dijital oyuncularla sizin de yazışma imkânınız var.
PÖ: Zaten dijital oyuncularımızın çoğu yurtdışından. O gün Pinima’da olanları, müzisyenlerin isyan sesini dünyaya taşımaya çalışıyorlar.
Seyircinin tepkisiyle her seferinde yeniden yorumlanacak bir oyun bu. Öyle komplike bir yapısı var ki, neyi nasıl yöneteceksin? İşlerin kontrolden çıkma ihtimali yüksek değil mi?
MAA: Bir de ilk yönetmenlik deneyimim bu. Düşünsene, tecrübenin tamamını hiçbir zaman göremeyeceğim. Seyircisiz prova yaptığımız zamanlarda dahi her şeyi görme olanağım yok. Zaten kulis de yok. İnternette Pınar, yani piyanist neler yazıyor, polisler seyirciye nasıl davranıyor, spiker haberleri nasıl sunuyor,
KARI KOCA BİRLİKTE ÇALIŞMAK SANILDIĞI KADAR KOLAY DEĞİL
Ne kadar zamandır hazırlanıyorsunuz?
MAA: Meltem Arıkan oyunu 2011’in mart ayında yazdı. O sene tüm yaz mevsimini oyunun tasarımı ve dramaturgisini yapmakla geçirdik. Yaratıcı ekibin kimlerden oluşacağı o zaman belirlendi. Prodüksiyonel çalışma 2012’nin haziran ayında başladı. Cast’ın bir bölümü belliydi zaten, diğer bölümünü için seçmeler yaptık. Temmuzda prova başladı. Yaklaşık 45 prova yaptık. Bazılarında beş veya 10 seyirci oluyordu ve ben başımıza neler gelebileceği ihtimali üzerinden oyun yönetiyordum. Dört buçuk aydan sonra bakıyorum da, toplamda bir buçuk yıldan fazla sürmüş.
Neler gelebiliyormuş peki başınıza?
PÖ: Teknolojiyle çok iç içe olduğumuz için, görsel ve işitsel tasarım bölümünün aktarılmasında problemler yaşayabileceğimizi gördük. Kablo ezilmesiyle projeksiyon cihazının çalışmaması ya da telefondaki programların tamamen çökmesi gibi. İçerik olarak da seyircinin ne kadar kontrolden çıkabileceğini ve sınırlarını gördük.
Oyunculara ne gibi kurallar koyuldu?
MAA: Seyirciye belli oranda temas edebilirler. İtmek, sarsmak, kolundan tutmak falan yok. Bir oyuncu olarak ben, başkanı canlandırırken hiç tahmin etmediğim bir deneyim yaşıyorum. Üç buçuk metre yükselikten oynuyorum her zaman. Aşağıdaki yüzlerce kişiye bakıyorum. Bazı seyirciler oyunun sonuna doğru iyice tahammülsüzleşip yuhalamaya falan başlıyor.
Türkiye’de böyle bir sahneleme tekniği daha önce uygulanmadı. Nerden esinlendiniz?
MAA: İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun 1940’da uyguladığı öz tiyatro kuramı üzerine çok çalıştım. Bizim yaptığımız bir öz tiyatrodur demek istemiyorum. Ama kaynakları oradan gelir.
Son olarak, birlikte çalışmak nasıldı?
PÖ: Londra’da çok iyi yönetmenlerle çalıştım. Oyunculuğun temeline inmiş, artık aşmış olan 80 yaşında adamlarla falan. Ama Memet Ali benim bugüne kadar çalıştığım en iyi yönetmen. Diğerleri bana çok şey kattı ama Memet Ali çok yardımcı oldu, elimi hiç bırakmadı. Yeri geldiğinde çok güzel azarladı. Ama ilişkiyi çok başka yere taşıyan bir tecrübe bu.
MAA: Pınar’la çalışmak bazen zor olabiliyor. Çünkü sonuçta bir sürü oyuncu var. Onlardan biri de Pınar. Ama öte yandan benim karım. Tabii ister istemez ona daha acımasız davranabiliyorum. Hatta kırıcı olduğum zamanlar bile olabiliyor. Ama iyi idare ettik bu süreci. Öyle zannedildiği gibi kolay iş değil.
Egemenin yanında duran mizah komik duruma düşer
‘Mi Minör’ de ‘Heberler’ programı gibi mizaha sırtını dayayan bir eleştiri tavrına sahip. Eleştirinin dozunu nasıl ayarlıyorsunuz?
MAA: En sevdiğim kelimelerden biri ‘saçma’. Hayatta yaşadığımız bir sürü şey zaten saçma. Mizah veya absürdlük ile zaten var olanı daha da saçma hale getiriyoruz. Böylece Brecht’in dediği şeyi, yabancılaştırmayı bir kere daha yabancılaştırmayı başarıyoruz. Heberler programında geçen sezon o kadar çok ‘Bu bir heber değil, haberin ta kendisi’ cümlesini kullandık ki. Çünkü Tunus’a biber gazı eğitimi vermesi için polis göndermekten daha saçma ne yapılabilir? Biz eleştirinin ayarını ekiple birlikte tartışıyoruz. Çünkü sende yarattığı etkiyle bir başkasında yarattığı aynı olmuyor.
Geçenlerde Emrah Serbes, açlık grevleriyle ilgili karikatürü sebebiyle Salih Memecan’a “Senin yaptığın mizaha ancak Tayyip Erdoğan güler” demişti. Sizce mizah muhalefet olmayı gerektirir mi?
MAA: Bence mizah bir sorgulama, yapı bozumu hali barındırır içinde. Ama herkes böyle düşünmek zorunda değil. Bence mizah her koşulda bir şeyi didikleme, ona tersten bakma halidir. Egemenin yanında olan bir mizah komik duruma düşer. Aklıma ilk gelen şey Charlie Chaplin’in formülü. Siz çelimsiz bir adamı muza bastırıp düşürürseniz, bu komik olmaz. Ama şişman ve patron görünümlü bir adamı muza bastırıp düşürürseniz, işte bu komiktir.
Mi Minör, 1-2-5-9 Aralık’ta Maçka Küçükçiftlik Park’ta. Biletler Biletix’te.