Güncelleme Tarihi:
* Sanırım oyununuza büyük bir önyargıyla geldim, sonrasında da sizleri rol aldığınız diziler ölçüsünde değerlendirdiğim için çok utandım. Dizilerde mi performansınızı gösteremiyorsunuz, yoksa öyle roller mi gelmiyor?
Mustafa Üstündağ: Dizilerde fiziksel cast’ımıza uygun roller geliyor ama tiyatroda böyle bir sınırlama olmadığı için istediğimizi her şeyi oynayabiliyoruz. Bu da performansı istediğimiz kadar zorlayabileceğimiz anlamına geliyor. Ayrıca tiyatroda alanımız çok açık. Vücudumuzun her tarafıyla oynayabiliyoruz. Bir de televizyonda ve sinemada ne kadar oynarsanız oynayın, yönetmenin sizi gördüğü kadarsınız.
Didem Balçın: Diziler, anlık beğeniye hizmet ediyor. İnsanların o an kafa dağıtmak için açıp izlediği ve herkesin zevkine göre değişen işler bunlar. Birinin beğenmediği bir işte oynuyorsanız, onun için “Beğenmediğim dizide oynayan oyuncu” oluyorsunuz.
Kenan Ece: Oyuncunun kendisini gösterdiği farklı mecralar televizyon ve tiyatro. Bir tanesi kamera önü, diğeri sahne. Sahne için zaten oyuncunun er meydanı derler. Sahnede oyunculuk malzemenizi göstermeniz için daha fazla imkân var.
* Sizleri televizyondaki hangi işiniz daha çok zorladı?
Didem: Beni hepsi zorladı. Zaten ben, beni zorlamayacak bir işte oynamak istemem.
Mustafa: Hepsi ayrı karakterler... “Islah Evi”nde de normal televizyon cast’ına göre gitseydik Steve’i benim, Karl’ı da Kenan’ın oynaması gerekiyordu. Seyirci yanılmayacaktı o zaman. Ama biz kendimizi oyuncu olarak tatmin etmek için tam tersini yaptık.
Kenan: Evet, televizyonda daha çok fiziksel özelliklerimize uygun roller oluyor. Benim oynadıklarım, genellikle jön diyebileceğimiz karakterler oluyor, Mustafa daha kirli roller oynuyor. Ama bu demek değildir ki diziler oyuncuları zorlamıyor...
LAFI GEDİĞİNE OTURTURSAN KÜFÜR SANAT DA OLABİLİR
* Çamurdan Tiyatro’nun ilk oyununu ararken, “Islah Evi”yle karşılaşmanız nasıl oldu?
Mustafa: İçinde salt komedi olan bir oyun istemiyorduk, insanları sadece gerelim de istemiyorduk...
Kenan: Ayrıca çok ağır mesaj kaygılı bir oyun da istemiyorduk. Çıkış noktası olarak aklımızda komedi vardı ama sulu zırtlak bir komedi olmamalıydı. İnternette oyunları ararken, “Islah Evi”nin ilk sahnesini okudum. Ve sonunda bu oyunda karar kıldık.
* Peki Didem Hanım’ın Marion olmasına nasıl karar verdiniz?
Kenan: Oyunu seçtikten sonra cast çalışmaları yapmaya başladık. Ben Didem’le “Çakallarla Dans”ta çalışmıştım. Onu rol için çok uygun buldum. Oyunu gönderdik, kabul etti.
Didem: Hem Marion gibi bir karakteri oynayacağım, hem Mustafa Üstündağ ve Kenan Ece’yle oynayacağım, hem de oyunu Engin Alkan yönetecek... Tüm bunları düşününce, teklifi hemen kabul ettim.
Marion, oyununun başından sonuna büyük bir değişim yaşıyor. Bu da etkili oldu mu kararınızda?
Didem: Değişime girmesinin dışında, Marion çok farklı bir algıya sahip. Şahsına münhasır bir kadın. Karakterin yavaş yavaş değişime uğraması da oyuncuyu zorlayan bir şey. O yüzden beni çok etkiledi.
Oyun boyunca izleyiciyi bolca güldürüyorsunuz. Ama şu dikkatimi çekti; belaltı esprilerde ve küfür ettiğiniz sahnelerde izleyici çok daha fazla güldü, kahkahalar attı...
Mustafa: Bir ya da iki yerde küfür var aslında. Onların dışında oyunda küfür yok.
Kenan: Birileri de “bol öpüşmeli” yazdı ama öyle bir şey de yok.
* Benim merak ettiğim şu; ince mizahı olan bir oyunda neden bir küfür karşısında kahkahalar kopuyor?
Kenan: Küfrü yerinde kullanırsan, güldürür... Küfür; sokaktan, halktan gelme bir kültürdür. Lafı gediğine oturttuğun zaman, küfür sanat da olabilir.
OYUNDAKİ ÖPÜŞME NEDEN BU KADAR İLGİ ÇEKİYOR
** Oyun için “bol öpüşmeli” diye yazıldığından bahsettiniz. O haberleri yaparken, ilk sahnelerde Marion ve Carl’ın sürekli birbirini öpmesinden yola çıkmışlardır belki de...
Mustafa: Ama o aslında onların durumlarının sahteliğinin ortaya çıkması için temellendirilmiş. O öpücük bir sevgi öpücüğü değil, aslında ilişkilerinin ne kadar sahteleştiğini gösteriyor. Etrafımızda da yok mu sürekli “bıc bıc” yapan tipler?
Kenan: Bol öpüşmeli oyun da olur, bol küfürlü oyun da. Ama “Islah Evi”, seks, öpüşme ya da küfür üzerine bir oyun değil. Bana, bu tarz konuların konuşulması da ilginç geliyor. Sonuçta öpüşmek de sevişmek de hayatın içinden. Oyunda da Didem Balçın ve Mustafa Üstündağ, karı-kocayı oynuyor. Ve evlerinin içindeki aile durumunu, ilişkilerini anlatmaları gerekiyor. Öpüşmeleri neden bu kadar ilgi çekiyor, anlayamıyorum. Aslında oyunda çok ciddi modern toplum analizleri ve eleştirileri var.
Mustafa: Sanki hiç sokaklarda, evlerde küfür edilmiyormuş gibi davranıyoruz.
Marion’un Steve’le birlikte olduktan sonra kocasına yaptığı bir açıklama var. Marion öyle şeyler söylüyor ki, durumu gayet normal görmeye başlıyorsunuz. Bu çok garip bir histi açıkçası...
Kenan: Bu tamamen Marion’un ustalığından. Marion, her şeyi bir şekilde normalleştiriyor.
Mustafa: Zaten işin çökme noktası bu. Bir şeyi mantıklaştırıp içini boşaltıyoruz.
Didem: İnanmak istediğimize inanıyoruz, sorgulamıyoruz. Oyun da onu anlatıyor zaten.
* Marion’un ahlâk anlayışı, sizin bir ahlâk sorgulaması yapmanıza neden oldu mu?
Didem: Eğer ben “Bu kadının yaptığını asla yapmam” deseydim, rolü o inandırıcılıkta oynayamazdım. Kendimce Marion’un yaptığı her hareketin doğru bir yanını buldum, ona inandım ve “Ben de Marion gibi yapardım” dedim. Ben inanmasam, seyirci de inanmaz.
KARIMI PAYLAŞMAYA İKNA OLAMADIM
* Mustafa Bey, peki siz Carl’a kolayca inanabildiniz mi?
Mustafa: Bana çok uzak bir karakter Carl. İlk defa karşılaştığım bir adam. Çok zorladı beni. Birçok şeyi, kendimi ikna edemediğim için yapamıyordum.
* Neydi onlar?
Mustafa: Karımı paylaşmak mesela...
Kenan Bey, sizin canlandırdığınız Steve karakteri de kendince adalet arıyor ama bunun için çok farklı bir yöntem kullanıyor...
Kenan: Steve, bu sistemin içinde uyanmış. Yaşadığı olaydan önce muhtemelen o da Marion ve Carl gibiydi ama sistem tarafından bir kere vurulmuş, bu acı da onu uyandırmış. Sistemi değiştirmek için başkalarını da uyandırmanın peşinde. Carl’ı ve Marion’u dönüştürmeye çalışıyor. İçlerindeki şiddet duygusunu uyandırmak için onlara baskı uyguluyor. Carl ve Marion, tüketim toplumu içinde hiçbir şeyi sorgulamıyorlar, bunun yanında başlarına bir şey geldiği zaman hemen İsa’ya sarılıyorlar.
Mustafa: Sistem de bunu bize yapıyor, din baskısıyla bizi belli bir kalıba sokabiliyor.
KADINLARDAN, TESTOSTERONU DENGEDE TUTMAYI ÖĞRENDİM
* Kenan Bey, bir dergiye verdiğiniz röportajda kadınlardan çok şey öğrendiğinizi söylemişsiniz. Bu oyunda Didem Hanım neler öğretti size?
Mustafa: Nasıl ticaret yapılır, nasıl tiyatro işletilir... Ben bunları öğrendim.
Kenan: Mustafa’nın dediklerine katılıyorum. Biz tiyatroyu kurduk ama pek öyle iş kafası olan insanlar değiliz. Didem ise bizden daha yatkın böyle şeylere. O röportajda “Kadınlardan öğrendiğim en büyük şey, testosteronu dengede tutmak” da demiştim. Prova sürecinde bunu bir kez daha gördüm. Bir oyuncu arkadaşı olarak, onun yanında nasıl davranmam gerektiğini öğrendim. Didem’in karşısında daha kontrollü davranmak durumundayım.
Didem: Sahne üstünde cinsiyet, yaş, hiçbir şey kalmıyor. Benim de onlardan öğrendiğim çok şey var.
* Didem Hanım, bu arada siz seyirciyi selamlarken ağlıyor muydunuz?
Didem: Bana bir şey oldu herhalde. Son sahnede biraz garip hissettim. “Rolden çıkamadım” gibi bir şey yok, ağlamadım ama sanırım bir rahatlama oldu oyundan sonra.
İLK GÖRÜŞMEMİZDE KAVGA ETTİK
* Sizin bir de sinema filmi projeniz var, onun detayları belli mi?
Mustafa: Şu an senaryosu yazılıyor. Aksiyon-komedi türünde olacak.
* Dostluğunuz ilk tanışmanızda mı başladı?
Kenan: Aslında biz “İzmir Çetesi”nde ilk karşılaştığımızda kavga ettik. Uymadık birbirimize. Ben onu sevmedim, o da beni. Yemekte birbirimize bulaştık. Hatta o zıtlaşmadan sonra “Ben hayatta oynamam bu adamla” dedim.
* Nasıl çözüldü olay?
Mustafa: İlk gördüğümüzde birbirimize karşı dürüst davrandık. Bu dürüstlük daha sonra benim çok hoşuma gitti. Hiç kolpa yapmadık birbirimize. Bu durum da arkadaşlığımızın temelini oluşturdu.
AHLÂK SADECE VİTRİNDE
* Oyunda bir ahlâk sorgulaması da var dedik. Sizin şu dönemde gördüğünüz en büyük ahlâksızlık ne?
Mustafa: Net değiliz birbirimize karşı. Her şeyi akılcılaştırıyoruz, bu yüzden ikiyüzlü oluyoruz. Bir de ahlâk bizde sadece cinsellik olarak algılanıyor. Aldatmıyorsan, ahlâklısın!
Kenan: Şeffaf değiliz. En büyük ahlâksızlığımız, birbirimizi kabul etmeyişimiz ve bölünmüş olmamız. Ahlâk bizde sadece vitrinde. İnsanın mayasında ikiyüzlü olmak, kalıplarda yaşamak, kendini ahlâklı gösterip arka tarafta her haltı yemek var...