Emel ARMUTÇU
Oluşturulma Tarihi: Ocak 25, 2003 01:46
Aslen Kerkük Kürtlerinden, ama şu sıralar Kanal D'de Gülbeyaz adlı Hemşinli, ateşli bir Laz kızını canlandırıyor. Televizyon seyircisi onu, Süper Baba'da tanıdı ilk; sonra diğerleri geldi. O yine de dizilerden tanıyıp aşina olduğumuz starlardan çok farklı; giyinsin, süslensin, ortalarda görünsün derdi yok.
Tersine, sokaklara karışmaya meraklı, bir sokak çocuğu. Bazen otobüste etrafı seyrederken, sık sık Beyoğlu'nun salaş meyhanelerinde rakı içerken, makam makam şarkı mırıldanırken görülüyor. Daha 30'una basmamış, şahsına münhasır kişiliklerden. Bazen gereğinden fazla aklı başında, anaç; bazen sulugözlü bir duygusal; genellikle de dünyanın en çatlak insanı. ‘‘Ustaaa bi tek versene’’ diye seslenen mavi gözlü, güzel bir kadın. Ya da kafasında bere, Taksim'in göbeğinde, moralini düzeltmeye çalıştığı arkadaşına makyaj yapan dost canlısı. Oradan geçerken hatırını soran hayranlarına da durumu, ‘‘iyiyim işte, noolsun ben de göz boyuyorum böyle’’ diye açıklayan komiklik abidesi. Ama öyle bir derdi olmadan, tıpkı annesi gibi, kendiliğinden. En ciddi şeyi tartışırken, birden ‘‘dişlerimin arasında maydanoz var mı?’’ya takılan, herkesi de taktıran. Hayal gücü geniş, annesi onu öyle yetiştirmiş, o da 5,5 yaşındaki oğlu Tarık Emir'e aynı şeyi yapıyor: Kafasını ağaca çaptığında ‘‘Git sor bakalım ağaca, neye kızmış da sana vurmuş?’’ gibi şeyler söylüyor. Annesiyle, en ağır konserin en sessiz anında, etraflarına bonbon dağıtıyorlar, konsere saygısızlık etmeden. Yani ailecek gündelik, doğal bir ‘‘durum komedisi’’ yaşıyorlar. Tamam, peki, yeri geldi. O Leman Sam'ın kızı. 10 yıldır, başarılı bir dizi oyuncusu, aynı zamanda söz yazarı, besteci. Birbuçuk yıldır Radyo Cosmos'ta (92.3) Vakti Kerahat adlı bir program yapıyor. Radyo bir teknoloji radyosu, ama onun programı geleneksel Klasik Türk Müziği üzerine... Olsun, ‘‘taş plaklar müzik teknolojisinin başlangıcıdır’’diyor. O Şevval Sam, der...
Benim bildiğim ilk Süper Baba'ydı, sonra Feride, Aşkım Dağlarda Gezer, Yıldızların Altında, bir bölüm de olsa Karaoğlan... Ama grafik okuduğunuzu, resim yaptığınızı biliyorum. Oyunculuk ne zaman, nasıl başladı?
- Zincirlikuyu Yapı Meslek Lisesi'nde restorasyon, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar'da grafik okudum. Hayatta hiçbir zaman kendime bir hedef koymadım. 19 yaşımda evlendim (Beşiktaşlı futbolcu Metin Tekin'le). Birlikte bir reklam filminde oynamıştık. Yavuz Turgul'un dikkatini çekmişim, Süper Baba'dan teklif geldi. Öyle başladım ama hálá oyuncuyum diyemiyorum, oyuncu olmayı sevmiyorum. Yalan bir şey yapıyorsun çünkü. Oyuncu tanıdıklarım olurdu, gündelik hayatlarında aynı şekilde rol yaparlardı.
Nasıl barıştınız o zaman yaptığınız işle?
- Bir gün gazeteyi açtım, sağlık sayfasında çoğul kişilik sendromu diye bir şey vardı. Gündelik hayatımda aynısını yaşıyorum ben de: Bir gün kalkıyorum çocuk gibiyim, bir gün kalkıyorum feminen bir kadın, bir gün delikanlı, bir gün anaç. Dengesiz olduğumu düşünüyordum. O haberi okuduğumda ‘‘Yaa bu benim’’ dedim. Bunu nasıl bir avantaja çevirdiğimi gördüm. Oynarken yaşayarak, hissederek oynamamın açıklaması bu. Tabii ki ruh hastası değilim, mevzuya arka odadan başlamış olabilirim ama...
Aşkın Dağlarda Gezer ilk Güneydoğu dizisiydi. Sonra bu tarz patlama yaptı. Neden yine ağalı, töreli bir dizi ya da güzel endamınızı göstereceğiniz medeni bir aşk hikayesi değil de Karadeniz dizisi?
- Canlandırdığım her karakter, bir öncekinden farklı bir plastiğe sahip olsun istedim. Türkiye'de bir şey moda haline gelip süratle tüketiliyor. Güneydoğu dizileri de böyle oldu. Ben o plastiğe bir daha girmek istemedim. 2,5 yıl çalışmadım, evde boyum kadar senaryo birikti, enerjiler içimde patladı ama inanmadığım bir şeyi yapmamanın rahatlığı içindeyim bugün. Gülbeyaz bana farklı geldi. Doğunun sarı, sepya tonları, yerine maviler, yeşiller, daha canlı bir hava var bu dizide. İnsanlar da Güneydoğu hikayelerinden yoruldular. Ben de bu kızı çok seviyorum.
Şive için evsahibinizden ders aldığınız doğru mu? Kolay oldu mu?
- Eski evsahibim Rizeli ama ondan değil, kısa bir süre danışmanımız Gültekin beyden ders aldım. Bende şöyle bir şey var: Yapacağım işten bir süre önce ben onun etkilerini hissediyorum. Gidip Rizeli birinin evini tutmuşum, Karadeniz şivesiyle konuşmaya başlamıştım. Deniz üstünde geçen bir hikaye olsa diyordum. Aşkın Dağlarda Gezer'den birkaç ay önce de sokaklarda şalvar ve poşuyla dolaşıyordum. Bunlar hayatımdaki sinyaller.
Gülbeyaz aslında biraz gerçek size benziyor. O bıçkınlık hali, küçük yaşlarınızdan bu yana sizde var değil mi?
- 18 yaşıma kadar serserilik peşinde koştum. Sırtımızda ceketler, elimizde tespihler, eteğin altına giyip paçalarını kıvırdığım pantolonlar, sürekli disipline çağırılmak. Yasak olan ne varsa yaptım. Çok kavga ettim. Asla bir bebekle oynamadım. Ellerimi, sertleşsin ki vurdum mu oturtayım diye duvarlara vururdum. Bu kızı, benim sevdiğim bir tarafıma benzediği için seviyorum. Ben de hoşlandığım çocukları döverdim. Hatta biri hatıra defterime şöyle yazmıştı: Şevval, niye beni sürekli dövüyorsun, ben sana ne yaptım? Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma! Bugün dövmüyorum ama yılların ahını çıkarıyorlar. Dizide de dövmüyorum ama dövmekten beter ediyorum. Nejat'ın (İşler) hayranları düşmanım oldu, yollarda sorguya çekiyorlar beni, ne istiyorsun çocuktan diye...
Babanız da anneniz de 20'den fazla dilde şarkı söyleyebilen sanatçılar. Sizin sesiniz ve müzik yeteneğiniz hangisinden miras?
- İkisinden de. Ciğer kapasitemin babamınki kadar olmasını isterdim, bilmiyorum ne kadar. Ama duygumu kesinlikle annemden aldığımı biliyorum. Ablamla besteler yapardık küçükken, her şeyi müziğe dönüştürürdük. Lisede bir müzik yarışmasında birinciliğim var, ama orada söylenen bir cümle, müziği bırakmama neden oldu: Biri, tebrik ediyorum, biliyordum birinci olacağını, Leman Sam'ın kızı olduğu için, dedi. Bıraktım. Belki profesyonel olarak müzisyen olabilirdim, olmadım. Ama müziğin bende oyunculuğuma çok ciddi katkısı var, işin ritmi açısından. Bazen bir sahneyi oynarken kulağımda o sahnenin müziği çalıyor.
İHTİYAR RUHLUYUM
Yaşıtlarınız rock'a, popa doğru koştururup nar suyuyla votka içerken sizin alaturka ve rakı gibi eski kuşak meraklarınız nereden geliyor? Alaturka, üstelik damardan: Klasik Türk Sanat Musikisi...
- İhtiyar ruhluyum ben. Biraz dönemle alakalı. Şimdi 13 yaşındaki kızlar saçlarını röfle yaptırıp, eteklerini kısaltarak mutlu oluyorlar. Ben hálá bir tarafımda masumiyetimi koruduğumu düşünüyorum, belki o dönemlerde masumiyetin daha fazla olduğunu düşündüğüm için bu meraklarım. Her tür müziğin iyisini dinliyorum. Geleneksel Klasik Türk Müziği, milimetre milimetre işleyen bir müzik. Zamanı algılayış biçimi gibi bir nağmesi, duygusu, inişi çıkışı var. Bu benim hayatı algılayışımla alakalı. Ben de gerçeklerle başbaşa kaldığımda, geri kalan yılları milimetre milimetre düşündüm.
Yine yaşıtlarınız ve sizin gibi fiziği olanlar, en ‘‘in’’ mekanlardan çıkmaz, gazete sayfalarından düşmezken, siz ünü umursamıyorsunuz. İddiasızlık ve sadelik sizin karakteriniz mi?
- Şöhret ilgimi çekmiyor çünkü şuradaki muhasebeci, sokak şarkıcısı, banka memuresinin elinden o işler geliyor, benim elimden de bu. Benim işim onların hayatını ekrana getirmek. O zaman onların algılayış biçimlerini bilmeliyim. Dolayısıyla hayatın içine karışarak, otobüse, minibüse binerek, esnafla sohbet ederek yaşıyorum. İçlerinde farklı bir karakter gibi dolaşmak istemiyorum. Yüksek standartlarda olursam bu ortamlardan uzaklaşırım diye korkuyorum.
Ama bunlara bayılanlar çok. Feci bir dizi patlaması var. Her dizi başına en az bir star. Nasıl buluyorsunuz bu enflasyonist durumu?
- Müzeyyen Senar'ın filan '40'lı yıllardaki seslerini dinliyorum ve diyorum ki boşuna değilmiş, onlar başka bir duyguyla söylemişler ve hakikaten efsane olmuşlar. Bugün artık efsane diye bir şey yok. Her önüne gelen star. Ben değilim, işimi yapıyorum. Toplumun malı filan da değilim. Özel hayatımın da projektörler altında olmasını istemiyorum. Bir insanım, inişlerim çıkışlarım var, bunları 70 milyonla birlikte yaşamak zorunda değilim ki. Başta kuralları saydılar: Şunlarla görüşeceksin, şuralarda görüleceksin, kapak olacaksın. Hayır ben sokakta rahat yürümek istiyorum. Şöhret bir çeşit esaret. Allahım bu işi çok seviyorum, dedim, hep yapayım, ama noolur, şöhretle bir alakası olmasın! Ben bir şeyi yaparken takip etsinler, bir şey yapmıyorsam da beni unutmak gibi bir özgürlükleri var.
Çok güzel güzel şarkı söylediğinizi biliyorum. Bir albüm çalışması olmayacak mı?
- İnsanlar çok şaşırıyor, birazcık şarkı söyleyebilen albüm yapıyor, sen yine yapmıyorsun diye. Demek ki bu zamana kadar yapmış olsaydım herhangi biri olacaktım. Bu yapmayacağım anlamına gelmiyor, bir albümlük bestem ve sözlerim var aslında, ama şimdi bilmiyorum.
Peki, resim, müzik, oyunculuk, şiir, şarkı sözü... Hangisi tam olarak sizi anlatıyor ve asıl yapmak istediğiniz hangisi?
- Müzikti, oyunculuktu, kitaptı, kalemdi diye ayırmıyorum. Bu bir ifade biçimi ve nerede açığa çıkarsa o olur. Oynarken hangi açıya bakmam gerektiğini resim bildiğim için biliyorum. Şurayı kaç saniyede yürümem gerektiğini müzik bildiğim için biliyorum. Dönemle ilgili bir işse, dönemleri restorasyondan biliyor, o dönemin duygusunu katmaya çalışıyorum. Evet oyunculuğu meslek olarak seçtim ama tıkandığım yerde tak diye bırakıp gidebilirim.
Nereye? Müziğe, resime?
- Hiç farketmez. Arka odaya da gidebilirim.
ANNE KIZ DEĞİL, KIZ KIZ, ANNE ANNE İLİŞKİSİ
Armut ve dibiyiz. Leman Sam çok özel ve enteresan bir kadın. Benim tanıdığım anne, bilinen anne nosyonundan çok farklı. Onu tanıdığıma çok memnunum. O da beni tanır, çocukluğumu bilir! Ama o da benim elimde büyüdü diyebilirim. Onunla hayatımdaki her şeyi paylaşıyorum ve çok güveniyorum. Hep dua ediyorum, keşke başıma kötü bir şey gelecekse, onun yanında gelse diye. Lafı bitmeyen, konuşmaktan usanmayan, birbirinin üzerine sürekli konuşup, yetiştiremeyen iki kişiyiz. Bir de çok gülüyoruz. Bir keresinde arabada gülmekten kaza yaptık. Ben de annem gibi bir anne olduğum için Tarık Emir'le de aynı şeyleri yaşıyoruz. Muhtemelen o da çatlak bir çocuk olacak.