Bu kez psikolojik bir roman yazdım

Güncelleme Tarihi:

Bu kez psikolojik bir roman yazdım
Oluşturulma Tarihi: Nisan 14, 2012 20:16

İstanbul Hatırası isimli romanından sonra Ahmet Ümit bu sefer, arkaplanında İstanbul’un fethinin, daha doğrusu II. Mehmed döneminin olduğu bir romanla karşımıza çıkıyor; Sultanı Öldürmek.

Haberin Devamı

Romanda tarihçi Müştak Serhazin zaman zaman yaşadığı bilinç kayıplarından birinde, kendini bir cinayetin zanlısı olarak değerlendirip unuttuğu cinayet ânını doğru hatırlamak için çabalar. Öldürdüğüne inandığı kişi, kendisi gibi tarihçi ve büyük aşk yaşadığı Nüzhet’tir. Kimseye söylemediği bir proje üzerinde çalışan Nüzhet’in evrak-ı metrukesi, Fatih Sultan Mehmed dönemi ve baba katli, kardeş katli gibi konulara odaklanmıştır. Müştak bir yandan Nüzhet’i kendisinin mi yoksa bir başkasının mı öldürdüğünün peşine düşerken, bir yandan da Nüzhet’in araştırması üzerinden Fatih ve dönemindeki kimi olayları değerlendirecektir, diğer tarihçi dostlarıyla birlikte. Alışılmış romanlarının dışına çıkarak, “Bu kez psikolojik bir roman yazdım” diyen Ahmet Ümit’le Everest Yayınları’ndan çıkan romanını ve tarihe bakışını konuştuk.

Haberin Devamı

*  İstanbul Hatırası’ndan sonra II. Mehmed’in İstanbul’un fethinin arkaplanı oluşturduğu bir roman Sultanı Öldürmek. Bir kitap diğerini mi doğurdu?
- Öyle de denebilir. Patasana’dan bu yana romanlarımın arka planını Anadolu’daki tarihi kültür oluşturur. İstanbul Hatırası’nı kaleme alırken bilhassa Fatih’i anlattığım bölümler için birtakım kitaplar toplamaya başlamıştım. İstanbul Hatırası’nı bitirdikten sonra kendi kendime, artık sıra Fatih’e ve haliyle Osmanlı’ya geldi, dedim. Osmanlı döneminde de fethi anlatmak istedim. Çünkü hepimizin kabul edeceği gibi, önemli bir kırılma noktası, yani devletten imparatorluğa evrilmesini sağlayan bir olay bu. Fatih de adeta, bir roman kahramanı. Bu etkileyici hikâyeye sahip Fatih’i yazmak istedim. Üç yılımı aldı son noktayı koyana kadar. Yola ilk çıktığımda, ne bugünkü televizyon dizileri ne de sinema filmi vardı ortada...
*  Romanda tarihi olaylar, polisiye olaya ve bugüne oranla daha fazla yer buluyor. Haliyle birileri çıkıp buna “Fatih’in ve fethin romanı” derse ne kadar doğru olur sizce?
- Hiç doğru olmaz. Çünkü sadece fethin ve II. Mehmed’in yani Fatih’in anlatıldığı bir roman değil. O arka planım benim. Bu başlı başına Müştak Serhazin’in romanı. Kahramanımız Müştak Serhazin aynı zamanda bir tarihçi olduğu için, tarihi nasıl okumalıyız sorusunun sorulduğu bir roman bu. Bu soruyu sorarken de, romanda ele aldığım olayların öznesi ve önemli bir tarihi figür olan Fatih Sultan Mehmed’in hayatına bir yaklaşmaktır. Asıl mesele buydu.
*  Öldürülen Nüzhet de, zanlılar da birer tarihçi, hepsi de Fatih’e ve dönemine farklı bir açıdan yaklaşıyorlar aslında...
- Sormak istediğim soruyu en iyi onlar dile getirebilirdi çünkü. Tarih nedir? Tarih bize tarihçilerin anlattığı mıdır yoksa geçmişte yaşanan hakikatler midir? Romanda da Fatih ve dönemi tartışılırken bu konu ele alınıyor aslında. Zanlıları yaratırken, bir yandan da o tarihsel sürece bakış açısındaki farklılıkları ele almaya çalıştım. Zira zanlıların hepsinin bu döneme bakış açısı farklı. Fatih Sultan Mehmed zehirlendi mi sorusu, 500 yıldır ortada duran ve tartışılan bir mesele. Hattâ 1964 yılında Abdi İpekçi ve Elif Naci bu iddiayı ortaya atıyorlar ve dönemin müftüsü bunun yapılabileceğini, mezarın açılıp kontrol edilebileceğini dile getiriyor ama yapılmıyor. Fakat katilin kim olduğunu bulmamız, doğal olarak mümkün değil. Sadece Fatih’in ölüm şeklini tesbit edebiliriz. Bunun tarihi bir hakikat anlamında bir önemi yok mu? Bence var. Peki neden bununla ilgilenmiyoruz, işte bunun yanıtı Fatih’in nasıl öldüğünün yanıtından daha önemli bence... Çünkü biz tarihteki hakikatlerle yüzleşmek yerine, tarihi sadece başarılarımızın anlatıldığı, öne çıkarıldığı ve abartıldığı bir alan olarak görüyoruz.
MÜŞTAK SERHAZİN GİBİ PSİKOJENİK FÜG HASTASIYIZ
*  Romanda önemli isim sembolizasyonları var ama kahramanımız Müştak Serhazin’in ülke ölçeğinde bir sembolizasyona sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Birçok kahramanımın ismini özellikle seçtiğimi söylemeliyim. Nüzhet için de, Tahir Hakkı için de böyle. Müştak Serhazin konusunda da haklı olduğunu söylemem gerek. Çünkü Müştak Serhazin aslında biziz. Müştak, özleyen demek. Serhazin ise yıkılmış bir impatarorluğa hazin durumdaki bir insana işaret ediyor. Onun hastalığının biraz psikojenik füg olmasının sebebi de bu. Unutkan bir karakter. Çünkü biz unutkan bir milletiz. Bir ay önce onlarca insan ölmüştür, 10 gün ortalık yıkılır on birinci gün unutulur. Tarihi hiçbir zaman bütün gerçekliği içinde kavrayamayacağız. Bir nevi toplumsal psikojenik füg hastasıyız. Unutmaya endeksli yaşıyoruz, unutkan bir milletiz, o yüzden gerçekler hep gölgeli olarak kalacak.
*  Neden tarihi bütün gerçekliği içinde kavrayamayacağız?
- Çünkü tarihe bakış açımızın daha farklı olması gerek. Müştak Serhazin neden biziz? Çünkü Cumhuriyet de bunu yaptı. Osmanlı’yla hesaplaşmadı. İmparatorluk yıkıldı, cumhuriyet ilan edildi ve birden bire harfleri, dili her şeyi değiştirip ortadan kaldırdılar. Bu bir hesaplaşma değil. Oturursun, aşama aşama her dönemin sebeplerini açıklayarak ele alırsın ve ona göre sağlam bir temel kurarsın. Biz Hititler’den geliyoruz diyenler çıktı! Birden Osmanlı’yı, Selçuklular’ı unuttuk. Yeniden hatırladığımızda da şekil değiştirdi. Tarih anlayışımız gerçek, rivayet ve hamasetin bir karışımı halini aldı. Bu da birtakım tabuları doğuruyor. Ola ki tabuya dokunacak olursan da, birileri çıkıp ‘orada dur bakalım’ diye itiraz ediyor.
BABALARIMIZLA HESAPLAŞMAMIZ GEREK
*  Romana geri dönecek olursak, aslında roman karakterleriniz aracılığıyla II. Mehmed’in yani Fatih’in psikolojik portresini çizmeye çalışıyorsunuz...
- Temel hedeflerimden birisi buydu zaten. Aslına bakarsanız gerçek anlamda II. Mehmed’in psikolojisini açıklamak mümkün değil elbette. Ama kendi kalemimle, okura farklı bir bakış açısı sunmak istiyorum. II. Mehmed’in Fatih olmadan önce bir çocuk olduğunu söylemek istiyorum. Biz II. Mehmed’i adam gibi tanımıyoruz. Çünkü onu insanüstü bir canlı haline getiriyoruz. II. Mehmed’den Fatih’e evrilmesinde en önemli şey Mehmed’in yaşadıkları. 12 yaşında tahta geçiyor, sonra tahttan alıyorlar, sonra yine geçiyor. Henüz merkezileşememiş bir devlet var ve uç beyleri ile vezirler iktidar oyunu çeviriyor. Çandarlı Halil bir taraftan, Zağanos Paşa ve Saruca Paşa diğer taraftan entrikalar çeviriyor. Bu güç oyunlarının tam ortasına düşmüş henüz çocuk yaşta bir insan. 12 yaşında bir şehzadenin önünde iki alternatif var, birincisi ölüm diğeri padişah olmak. Böyle bir eğitimden geçiyorsun. Baba daha ölmeden tahta geçiyor II. Mehmed. Sonra Haçlı birliği kurulunca II. Murad yeniden tahta geçiyor. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği sıradaki çığlığı gibi, “Beni niye yalnız bıraktın baba” bile diyemiyor. Herkes ona karşı, baba da ona karşı olunca travma başlıyor.
*  II. Mehmed’i Fatih yapan psikolojinin temelinde de bu travma yatmıyor mu?
- Tabii ki. Konstantinopolis’i almasının siyasi, ekonomik sebeplerinin dışında psikolojik sebebi aslında bu. Tahta geçtiğinde Karamanoğulları Avrupa’ya ihbarda bulunuyor. II. Murad tahta 12 yaşında oğlunu getirdi diye. Hemen Haçlı ordusu kuruluyor. Vezirlerin bir kısmı II. Murad’ın orduya kumanda etmesini söylerken bir kısmı da II. Mehmed’in kumanda etmesi gerektiğini söylüyor. Fatih babasına, orduyu ben kumanda edeyim sen Edirne’de tahtta kal diyor. Çünkü o da iktidarını kaybetmek istemiyor. Şayet II. Mehmed Varna Savaşı’nı kazanan padişah olsaydı, daha ilk aşamada rüştünü ispatlamış olacaktı. Fakat II. Murad orduyu kumanda edip, savaşı kazanınca II. Mehmed’in varlığının da bir anlamı kalmıyor. Haliyle babasından daha büyük bir şey yapması gerekiyor. O da Konstantinopolis’i almak.
*  Bu da, kitabın temel dayanağı ‘babayı öldürmek’ mefhumunu ortaya çıkarıyor değil mi?
- Babayı öldürmek, psikolojik açıdan en önemli hareket noktası. Fiili olanın haricinde, babayı öldürmek eski kültürü öldürmek anlamına gelir. Yani biz büyürken üzerimizde baskı kuran güç, iktidar ve benzerini ortadan kaldırmak gerekir. Babalarımızla hesaplaşmamız gerekir. Batılı yazarlar babalarını öldürmüşlerdir. Eserlerinde bunu fazlasıyla görürüz. Yaşam biçimiyle de böyledir orada. Belli bir yaşa geldikten sonra evden çıkar, çıkmasa bile kendi ekonomik bağımsızlığını ve hayat biçimini oluşturur insan. Biz ise babamızı öldüremeyiz. İronik olan, gerçek anlamda çeker silahı öldürürüz. Ama, baba bir iktidar ve güç olarak her zaman vardır hayatımızda. Biz geçmiş kültürle hasaplaşmayız, onu hep iyi anarız. Babayı eleştirmeyiz, saygıyla selamlarız. Haliyle gelişme de çok zor olur. Bizim edebiyatımızda da yoktur babayı öldürmek. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler gibi bir romanımız yok. Bunun anlamı şu; bugün kutsallarımızdan kurtulamamızın sebeplerinden birisi bu. Babanın olmadığı noktada bile bir akil adama ihtiyacımız var bizim!
*  Müştak Serhazin’in trajedisi de burada başlıyor değil mi? Babası ölmüş olmasına rağmen, babasının sesini sürekli duyuyor ve Tahir Hakkı da babasının yerine geçiyor...
- Zaten birbirinin karşıtı iki karakter gibi değerlendirdim Müştak ile II. Mehmed’i. Biri bir salyangoz gibi sürekli kendi içine kapanan, içine kapandıkça yine kendine dönen Müştak ve diğer taraftan dünyayı fethetmeye soyunmuş bir Sultan Mehmed. Müştak’ın psikolojisini değerlendirirken şunu göz önünde bulundurmak gerekiyor. Anne figürünün yerini Nüzhet, baba figürünün yerini hocası Tahir Hakkı alıyor. Ezik bir insan Müştak. Ayrıca roman yazarının vicdanı olarak yer alıyor. Çünkü Fatih ve dönemine dair bütün metinlerde, Osmanlı ordusunun kahramanlıkları öne çıkarılır ve içerideki insanların, şehirleri, eşyaları, evleri yağmalanan insanların acıları unutulur. Bu acı ve korku, bu kadar elle tutulur yoğunluktayken, bir romancı olarak sadece kazananları anlatmak vicdanıma aykırı geliyor. Zaten edebiyata da aykırıdır. Bir yazar olarak yenilenlerin de acısını anlatmak zorundayım. Müştak biraz da bu vicdandır!

Haberin Devamı

O KADAR ÇOK KUTSALIMIZ VAR Kİ!

Bu topraklarda tebaa, kul kültürü yaygındır. Hititliler, Romalılar, Doğu Romalılar ve en sonunda Osmanlılar döneminde, tahttaki zümre hariç herkes kuldu. Peki Cumhuriyet olduğunda bu psikolojiden kurtulduk mu? Tam olarak değil. Atatürk birçoğu için padişahın yerine geçti. Başka bir parti yok, ona karşı koyabilecek kimse yok. Tek parti var CHP, onun da lideri Atatürk. Atatürk vefat etti, İnönü geldi. İnönü gitti seçimle Menderes geldi, Menderes gitti Demirel geldi. Demirel’in lakabı bile ‘baba’. Burada baştakilerin durumunu değil halkın, iradesiz tebaanın, yani topyekün kulların bakış açısından söz ediyorum. Bir ülkeyi yönetirken iki şey lazım; birincisi devlet bürokrasisi ve ordu, ikincisi ise maneviyat. Bu maneviyatı da siyasi liderler, önderler temsil ediyor. Fatih, Hattuşili, Sezar, Konstantin, Atatürk, Menderes, Demirel ve Tayyip Erdoğan bile giderek bir kutsalı temsil eden insanlar halini alıyor. İdeolojileri de tabu halini alıyor. Tabumuz çoğaldıkça kutsal olanın sayısı da artıyor. O kadar çok kutsalımız var ki, böyle olunca da hiçbir şeye dokunamıyoruz. Bugün nasıl Fatih için bir şey söyleyemiyorsak, Atatürk için de söyleyemeyiz, Tayyip Erdoğan için de söyleyemez hale geliyoruz. Ama, tarih başta olmak üzere herhangi bir bilimde kutsallık olursa sarpa sarar her şey!

Haberin Devamı

İNASÜNSTÜ BİR VARLIĞIN BENİM ROMANIMDA YERİ YOK

Fatih, her şeyi doğru yapan bir kahraman, kusursuz değil. Klişe bir kullanımdır ama, insani zayıflıkları var. Ama onu göstermek yerine işaret ettim. Meraklı okur o işareti görüp farklı kaynaklara da yönelebilmeli. Benim Fatih çözümlemem gerçeği mi yansıtıyor bilinmez ama tablolarda gördüğümüz elinde kılıç, beyaz atının sırtındaki adamın da Fatih’i ne kadar yansıttığı tartışılmalıdır. O tablodakiyle değil, insan olan Fatih’le daha fazla empati kurulabilir. O seçilmiş kişidir, dendiği anda empati biter, kahraman başlar ve bizim gerçeklik algımız ortadan kalkar. İnsanlıktan çıkar, insanüstü olur ve insanüstü varlığın da benim romanımda yeri yok.

Haberin Devamı

BAŞKOMİSER NEVZAT’IN ÖNDE OLDUĞU ROMANLAR YAZMAKTAN SIKILDIM

Bu romanın benim için asıl yeniliği, katil olduğunu düşünen bir kişinin anlatıcı olduğu bir roman olması. Yani katilin anlatıcı olduğu romanları okuduk. Ben zanlının-şüphelinin anlatıcı olduğu bir romanı yazmak istedim, başka örneği vardır ama ben bilmiyorum. Anlatıcı sürekli ben mi öldürdüm başkası mı öldürdü şüphesiyle hareket ediyor. Burada kahramanımız bir anti kahraman. Zavallı bir insan. O yüzden referanslarım polisiye romanlardan çok, diğer edebî eserlere yöneliktir. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sının Raskolnikov’u ve Yeraltından Notlar’ın kahramanı başı çeker. Anayurt Oteli, Tutunamayanlar ve Şato temel ilham kaynaklarımdır. Polisiye metinlerden çok bunlar var kitabımda referans olarak. Diğer romanlarımla mukayese edildiğinde, daha fazla psikolojik roman olduğunu söylemeliyim. Tarihi roman, aşk romanı ve polisiye roman olarak da okunabilir. Dört katmanlı bir roman bu ve dil de farklı. Neden bunu yaptım? Çünkü sıkılmıştım, hep aynı şekilde Başkomiser Nevzat’ın ana kahraman olduğu romanlar yazmaktan sıkıldım. Benim sıkılmam ise ölümüm demektir.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!