Güncelleme Tarihi:
Fotoğrafla hep iç içesiniz. Bu birliktelik ne zaman doğdu, nereye gidiyor?
- Fotoğraf; üçüncü gözüm gibi. Ama bu göz sonradan açıldı. Aslında hayatıma geç girdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde ekonomi okuyordum, parlak bir öğrenci değildim. Ortalamayı tutturabilmek için kolay bir ders ararken mimarlık fakültesinde fotoğrafçılık olduğunu öğrendim. “Kolay not alınıyormuş” dedikodularıyla tuzağına düştüm, giriş o giriş. Çok sevdim fotoğrafı, tutkuyla bağlandım, hayatımın merkezine koydum. Nasıl daha iyi fotoğrafçı olunur, hayalleri ve denemeleriyle okul bitti. Sonrası daha da renkli; sırf fotoğraf çekme aşkıyla 22 yıl önce Hindistan yollarına düştüm. Karayolu ile 13 günde vardığım o muhteşem ülkede üç ay sabah akşam fotoğraf çektim. Son gün, dönmek için tren beklerken Delhi İstasyonu’nda bütün eşyalarımla birlikte çektiğim fotoğraflar da çalındı. Türkiye’ye umutsuz döndüm ancak iki bin tane dia pozitifimin kaybolması beni kamçıladı. Bu işi daha iyi yapmalıyım diye profesyonel fotoğrafçılığa başladım. Mutsuzdum, fotoğraflarım bir işe yaramalı, görenleri etkileyip onları düşündürtmeli ve değiştirmeli diye düşünüyordum. Derken hayat beni New York’a sürükledi. Gündüzleri işe akşamları da ‘School of the Visual Art’da fotoğraf bölümüne devam ettim.
Sonra Türkiye’nin zengin kültüründen insan manzaralarını gösterdiğiniz ilk büyük projeniz geldi...
- New York’ta fotoğraf çekiyordum ama aklım hep ülkemdeydi. Anadolu’ya gidip Anadolu insanını fotoğraflamak istiyordum. Anadolu’da 250 bin km yol yaptığım, 10 bin kişiyle buluştuğum, bin yerleşkede 44 etnik grubun fotoğraflarından oluşan, 35 sergiyle Türkiye ve dünyada 300 bin den fazla kişinin izlediği, kitabı dört dile çevrilen ‘Ebru: Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar’ projesini gerçekleştirdim. Şimdilerdeyse ‘Echoes of the Street/ Sokakların Tınısı’ projem sergi ve çekimlerle sürüyor. İşte hikâyem bu, bundan sonra fotoğraf hayatım nereye gider bilmiyorum ama yaşadıkça fotoğrafla insanlara ‘göstermeye’, ‘çok şey’lerin altını çizmeye devam edeceğim. Çünkü görüntünün insanı eğiten ve etkileyip değiştiren o görkemli gücüne inanıyorum.
Yeni serginizde neleri göreceğiz?
- Yüzlerce farklı kültürden ve farklı ülkeden gelen 170 farklı dili konuşan, yüzlerce farklı din ve mezhebe inanan -ya da inanmayan- insanların bir arada yaşadığı 20 milyonluk bir kentin; New York’un sokaklarına ve sokak sanatçılarına bir bakış var. Bu kentin lokantalarında dünyanın her ülkesinin binlerce yemeğini tatmak, sanat merkezlerinde, parklarında, metro istasyonlarında ve sokaklarda en akla gelmedik bölgelerin eserlerini görmek, müziğini dinlemek, danslarını izlemek mümkün. New York’lu yazar Henry David Thoreau’nun dediği gibi, “Herkes farklı bir davulcuyu dinliyor New York’ta” ve ben de bu davul seslerini fotoğraflamaya çalıştım.
Fotoğraflarınızda gördüklerimiz, tümüyle göstermek istedikleriniz mi?
- Bir bakıma evet, görmek istediğimi göstermeye çalışırım. “Ben bunları dert edindim, paylaşmak istedim, siz de bir bakın” derim. Bir taraftan da hayır. Çünki fotoğraf, bazen ne çekenin yorumuna ne de isteğine ihtiyaç duyar, o anın gerçekliği neyse istemdışı onu yansıtırsınız. Siz sadece o anı dondurursunuz ve o fotoğrafın karekteri sizin yorumunuzu değil gerçeklik çerçevesinde doğrudan yorumsuz aktarmayı gerektirir. Benim için önce ‘proje’ vardır, eğer tasarladığınız konu belgesel bir seriyse gerçeği yansıtmaya çalışmalısınız. Ama projeniz tasarıma dayalıysa ona istediğiniz kadar yorum katıp estetize edebilirsiniz. ‘Sokakların Tınısı’ serim tamemen göstermek istediklerimle ilgili. ‘Ebru: Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar’daysa Anadolu’nun 2000’li yıllarının insan portrelerini göstermeye, bu topraklarda kim yaşıyorsa eşit mesafede durarak yorum yapmadan bir araya getirmeye çalıştım.
Farklı ülkelerde, farklı kültürel koşullarda durmadan fotoğraf çekiyorsunuz, yolda olma halini mi yoksa bir yere varmayı mı seviyorsunuz?
- ‘Ebru’ projemin sergi kitabında Konstantinos Kavafis’in şiirinden bir alıntı yapmıştım, o şiir benim hayat felsefemi, yaşam şeklimi tanımlar. Kavafis ‘İthaka’ şiirinde varılması gereken yerden çok, o yolda yaşananları önemser ve der ki;
“Hiç aklından çıkarma İthaka’yı/Oraya varmak senin başlıca yazgın/Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın/Varsın yıllarca sürsün, daha iyi...”
Ruhen ve bedenen yolculuk halini çok seviyorum, yolda olmak, sabit olmamak, sürekli bir yerlere gidebilmek ve yolda yaşadıklarımın toplamı, benim için hayatın ta kendisi. Fotoğrafla yoldaki tecrübeleri yakalayıp ya da yeniden kurgulayıp beni izleyenlere bu yaşanmışlığı gösteriyorum.
Belgeselci yanınız mı yoksa alternatif çekim, baskı teknikleri kullanan deneysel yanınız mı ağır basıyor?
- Çekim tekniğiyle projeler arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Bazı projeler veya konular ancak belgeselci bir yaklaşımla anlatılabilir. Bazı konuların da aktarımı ancak deneysel fotoğraftır. ‘Ebru’, belgeselci bir bakış açısıyla çekilmiştir. ‘Echoes’da ise tamamen deneysel bir tarz var. Anlayacağınız ikisinden de çok keyif alıyorum. Fotoğrafın bütün dalları beni çok heyecanlandırıyor, görüntünün o görkemli gücüne ve etkisine inanıyorum.
Atilla Durak’ın ‘Echoes of the Street-New York’ sergisi 5 Ocak 2013’e kadar İstanbul’daki Galeri Artist’te görülebilir.
(212) 227 68 52