Güncelleme Tarihi:
Nasıl başladı oyunculuk serüveni?
- Çocukluğum Almanya’da geçti. Daha sonra Türkiye’ye geldim. Aslında önce oyunculuk değil, müzik serüvenim başladı. Konservatuvarın şan bölümünde okudum. Daha sonra da tiyatroda. Amatör tiyatro geçmişim de vardı. Söylemesi zor ama, opera sahnesi karakterime uygun değildi. Çok aristokrat buluyorum. Bir de çocukken aldığım bale eğitimi var.
Erkek egemen bir sektörde kendini kabul ettirmede zorluk yaşadınız mı?
- Kadın ya da erkek olarak ayırmamak lazım. Bu ülkede düşünüyorsan, üretiyorsan, izliyorsan, çiziyorsan, sahneye çıkıyorsan, yani söyleyecek sözün varsa ve bunu avaz avaz paylaşmak istiyorsan, herkesin işi zor. Bunun cinsiyetle çok ilgisi yok bence.
Konuyu Hedda Gabler’e getirmeye çalışıyorum. O bir anti kahraman. Türk tiyatrosu sahnesi için alışıldık bir kadın karakter değil. Zaten sizin daha çok iktidarı erkeğin elinden alan, kahraman bir erkeğin gölgesinde yan karakter olmayı kabul etmeyen kadınlardan oluşan bir rol skalanız var. Neye bağlıyorsunuz bunu?
- Ben aslında hep kendini bir şekilde ifade etmeyi başaran, bazen çok sert, bazen çok sivri dilli, bazen de çok cesur ama hep farklı özelliklerle kendi konumunu belirleyen çok güçlü kadınları oynadım. Euripides’in Medea’sını, Brecht’in ‘Kafkasya Tebeşir Dairesi’ndeki Gruşa’sını oynadım mesela. Yani oynadığım bütün kadınlar oldukça ağır toptu. Farklı güçleri her defasında sahneye taşıyan bir kadın oldum. Bu roller mi bana geliyor? Yoksa ben mi onları çekiyorum? Bilemiyorum. Hiç prenses rolü oynamadım. Oynayabilir miyim, onu da bilmiyorum.
Gabler’in diğerlerinden farkı ne?
- Hedda Gabler’de daha önce girmediğim, farklı bir topa girdim. Tehlikeli İlişkiler’deki Marquise başka bir gücü temsil ediyordu. Hedda Gabler ise bambaşka bir kadın. Aslında hepimizin içinde bir Hedda Gabler var. Çünkü hepimiz kendi varoluşumuzu arıyor ve karşımızdakine geçirmeye çalışıyoruz. Öte yandan bir anti kahraman. Özellikle de bugünün Türkiyesinde. Pek çok insana tehlikeli gelebilecek bir kadın. Çünkü sürekli kim olduğunu, ne istediğini, nereye ait olduğunu sorguluyor. Çok zeki. Zaten zeki kadınlar bir süre sonra karşı taraf için büyük tehlike arz edebilir. O yüzden de anti kahraman oluyorlar. Çünkü susan ve kendini ifade edemeyen kadınlar değiller. Hedda Gabler de kendini ifade edemiyor gibi görünüyor. Ama bu bile zekasından. Çünkü ait olma kavramını tartışıyor sürekli ve sıkılıyor. Her şeyi görüyor gözleri ve çok sıkılıyor.
Hedda Gabler Türk tiyatrosunun çok sevdiği bir metin değil ki, oldukça az sahnelendi. Siz seyirciden nasıl tepki alıyorsunuz?
- Evet, Hedda Gabler uzun yıllardır sahnelenmedi. Ben ‘93 mezunuyum. Ne öğrenciliğimde ne de sonrasında hiç oynanmadı. Biz oyunu çağdaş bir rejiyle seyirci karşısına çıkardık. Emre Koyuncuoğlu ve Başak Erzi’nin çevirisiyle oynadık. Tiyatroyu seven, onun kendi diline, edebiyatına ilgi duyan seyirci için çok etkileyici bir eser oldu. Sosyal medya aracılığıyla seyirciden çok iyi geri dönüş alıyoruz. Ama her şeyin ötesinde çok ilgi çekici başka bir şey oldu. Oyun büyük bir tartışma yarattı. Bu bile bence oyunun başarısını gösteriyor.
Aynı zamanda özellikle çeviri ve rejisine yönelik olumsuz eleştiriler de aldı. Haklı buluyor musunuz?
- Eleştirmenler oyun üzerine kendi aralarında tartışıyorlar. Uzun yıllardır böyle bir şeye rastlamadım. Ve durum hoşuma gidiyor. Çünkü unuttuğumuz bir tat bu. Bir konuda gerçekten bir şey tartışılıyorsa, orada iyi bir şey olmuştur.
GENÇ YAŞTA OYNANMAZ
En yeni olan Yılmaz Öğüt çevirisi kullanılmadığına göre, noksanlıklar bulunmuş olmalı. Niçin yeniden tercüme edildi?
- Öncelikle elimizde eski çeviriler vardı. Onları güncellemek yerine metin yeniden tercüme edildi. Zaten Emre Koyuncuoğlu İngilizce ve Almancaya olağanüstü hakim biri. Tabii ki metin oriinal dili, Norveççeden çevrilmedi. Yani Emre’nin böyle bir uzmanlık alanı var. O yüzden de kendi yöneteceği oyunu Başak Erzi’yle birlikte kendisi çevirdi.
Oyunun aldığı eleştirileri, çağdaş reji yorumuyla getirilen yeniliklere bağlıyor musunuz?
- Niye yeniliklere bu kadar kapalıyız? İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğimiz Thomas Ostermeir’in ‘Hamlet’ yorumu da tartışma yarattı. Benimse çok hoşuma gitti. Çünkü bu tarz tiyatroya inanıyorum. Eğer Shakespeare hâlâ gerçekten dünyanın en büyük ozan ve yazarlarındansa, hâlâ her çağda yeni bakış açılarıyla sahneye getirilebildiği içindir. Ama biz biraz kıskanç olabiliriz.
Seyirci, eleştirmenler de mi öyle?
- Hayır, seyirci ve eleştirmenler için bunu söyleyemem. Yani bence denemekten korkmamak lazım. İlla ki neticesi muhteşem olmayabilir. Her şey çok yolunda gitmeyebilir. Ama denemek lazım. Daha önce oynadığım Medea da klasik bir reji değildi, yabancı bir yönetmenle çalışmıştım. O zaman da çok tartışılmıştı. Ama yönetmen yabancı olduğu için daha hoşgörülü davranmışlardı. Çünkü o zaman Türkiye’ye büyük bir beyin geldi ve bir şey deniyor, denmişti. Neticede eleştiri eleştiridir. Beni hiç rahatsız etmez. Yapılan işin tartışma yaratması tiyatronun hâlâ tıkanmadığını gösteriyor. Ben oyuncuyum ve anlayabildiğim bir kadını oynuyorum sahnede.
Hedda’yla benzerlikleriniz var mı?
- Ben de çok sıkılırım. Çok soru sorarım kendime ve etrafımda olan bitene karşı. Yalnızlığı çok tartışırım. Varoluşu tartışırım. Sisteme dahil olmaktan rahatsızlık duyarım. Aykırı bulurum kendimi. Hedda’nın kendi içindeki tartışmalarına katılıyorum.
Adınız bu oyun için belirlendiğinde ne düşünmüştünüz?
- Hedda Gabler’i konservatuvardayken okumuştum. Çok soğuk, ulaşılmaz, rahatsız edici bir kadın olduğunu düşünmüştüm. Çok gençtim o zaman. Yıllar içinde bir kadın olarak hayattaki renklerim daha da belirginleşti. Metni geçen yıl yeniden okuyunca aslında kadını çok sevdiğimi fark ettim. Çok genç yaşta oynanacak bir rol değil bu. O yüzden de bu buluşma benim için iyi oldu.