Güncelleme Tarihi:
Bir siyasetçi olarak Gezi Parkı’yla başlayan süreci öngörür müydünüz?
- Evet. Gittiğim her yerde gençlerden baskıya karşı itirazlar yükseldiğini gördüm. Ankara metrosunda yapılan, “Sayın yolcularımız lütfen ahlak kurallarına uygun hareket ediniz” anonsunun da bu bağlamda değerlendirilmesi gerekiyor.
90 kuşağı sizi şaşırttı mı?
- Hiç şaşırtmadı, zaten efsane nesil olduklarını biliyordum. Eski röportajlarımı okursanız fark edersiniz, “Sizi en çok güldüren ve umutlandıran şey nedir?” sorusunun yanıtı hep çocuklarım ve onların arkadaşları olmuştur. Yaşama dair ezberleri bozan, altı boş sloganlardan uzak duranlar onlar. Sahte, plastik insanları da ilişkileri de sevmezler. Kimin samimi olduğunu 100 metreden anlarlar. Doğal, bilgili ve sadedirler. “Bunlar mı sanatsever, çevreci? Bunlar üç beş çapulcu, hatta 28 Şubatçı” diye bağırıp duran bir Başbakan’a inat ben onların dizginlenemez ruhlarını, ideolojilere sığmaz iyi kalplerini, adalet duygularını seviyorum.
Sizce Türkiye’ye ne oldu? Bu kadar zeki, bu kadar mizah duygusu yüksek gençler bugüne kadar neredeydi?
- Belli ki zulmün artması bardağı taşırdı. Gençler hep oradaydılar, bu baskıyı hep yaşıyorlardı, sadece görünür oldular. Ve asıl hayranlık uyandıran, baskıya direnmek için bir partiye veya bir derneğe yani yaptıklarını meşrulaştıracak hiçbir şeye ihtiyaç duymadılar. Muhalefetin de demokratik kitle örgütlerinin de kendilerini yeniden gözden geçirmelerinin ve yöntemlerini sorgulamalarının da bir aracı olmalı bu olanlar. İktidar da ‘dış mihrakların komplosu’ sığlığından vazgeçip bu tarihi süreci adam gibi okumaya çalışsa iyi olur ama zannetmiyorum.
LİDERİ HALK OLAN HAREKET
Gezi direnişini dünyada ya da Türkiye’de daha önce yaşanmış herhangi bir eylem ya da direnişe benzetiyor musunuz?
- Hayır, bu benim gördüklerimin en olağanüstüsü. Kendiliğinden özgürlük ve değişim talebi, sistemin çürümüşlüğüne isyan, despotluğa bir başkaldırıydı. Pek çok yerde eylemler oluyor, ancak bileşenlerine baktığınızda ya öğrenciler, ya gençler, ya sosyalistler diye sınıflandırabiliyorsunuz ama burada her kesimden insanın kendi meşreplerince ortaya koydukları tepkiler vardı. Ders almamız gerekiyor. “Bizi bize bıraksalar acaba farklılıklarımızı kardeşçe aşabilir miyiz, tek ‘öteki’ aslında muktedir zalimler mi olmalı sorularını sormalıyız, cehennemden kaçış için yeni yan yollar bulmalıyız.
Bu direnişin içinden bir parti ve lider çıkabilir mi?
- Lideri halk olan bir hareketti bu. Onu değerli ve özgün kılan da buydu zaten. Keşke hep öyle kalsa ama bu enerjinin karar mekanizmalarına yansımasının tek yöntemi de siyasete aktarılması gibi görünüyor.
Gerçekten direnişçilerin dediği gibi “Artık bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” mı?
- Bundan sonra ne olursa olsun, ne kadar cadı avı başlatılırsa başlatılsın, direnenlerin kaybettiklerini kimse iddia edemez. Yardımlaşmanın, paylaşmanın mutluluğunu yeniden hatırlayanlar bir daha unutmazlar. Evinin en küçüğü annesinin neşe kaynağı Abdullah’ı da, annesinin el işinde çalışıp büyüttüğü OSTİM işçisi Ethem’i de, ölen diğer çocuklarımızı, gözlerini kaybeden o masumları, hiç ama hiç unutmayacağız. Bunların yerine penguen belgeselleri izletenleri de... Henüz tarih kimin kazandığını anlamadı ama biz biliyoruz.
Cadı avı dediniz. Bu ciddi bir tanımlama...
- Siyasi davalarla sırf rövanş almak için hukuksuzca, sabaha karşı evlerinden götürülenleri ne çabuk unutuyoruz. Ama polis şiddeti, yargının kamçısı, baskı, zulüm nerede haksızlığa kalkan olabilmiştir ki, burada olsun. Güvenliğimizden sorumlu kişi bir milyon kişiyi karşımıza çıkarmakla, ‘yüzde elliyi evinde zor tutuyorum’la tehdit edebilir. İşte tam da bu yüzden kendisine daha çok karşı çıkılacaktır.
DİRENİŞ GENLERİMİZDE
Yeni bir parti kurulursa CHP nasıl bir yapılanma içine girer?
- Direniş genlerimizde var. En zor zamanda hem emperyalizmin dayatmalarına hem de İkinci Dünya Savaşı’na girmemek, çocuklarını kurban vermemek için dünyaya direnmiş bir partiden söz ediyorsunuz, unutmayın.
Gezi direnişçilerinin kendine en yakın hissettiği iki siyasetçi var: Sırrı Süreyya Önder ve siz. Direnişin katılımcıları sosyal medyada ‘basbaka-nemineulkertarhan’ ve ‘cumhurbaskanı-emineulkertarhan’ hashtag’leri başlattılar. Nasıl yorumlayacaksınız?
- Onlar kendilerine lider aramıyor, ihtiyaçları da yok. Bu bir halk hareketi bunu hiçbir grubun sahiplenip zarar vermeye hakkı yok. Ben destek olmak, heyecanlarını paylaşmak ve hiçbirinin burnunun kanamaması için oradaydım. Hayalim bisiklete binip kıyılara doğru pedal çevirmek olabilir ama benim gerçeğim hepimizin birlikte yaşadığı bu karanlıkla mücadele etmektir.
Siz bizzat Gezi Parkı’na gittiniz mi?
- Benim Gezi Parkı’na gidip gitmememin önemi yok. Ben “Orada bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür” anlayışıyla yetişen kuşaktanım. Evet, Gezi Parkı’nı hiç görmedim, İstanbul’u da pek bilmem. Ama bu olaylarda polis şiddeti nedeniyle ölen çocuklar da eminim o parkı hiç görmemişti. Önemli olan adaletsizliği derinden yaşamak, zulme karşı susmamaktı. Onlar kardeş olduklarını, Bedrettin’in topraklarında yaşadıklarını hissettiler. Bu yaşımda hayatıma kattıklarını hiç unutmayacağım. Bu kadar iyi insanı bir arada bir daha görebilir miyim bilmiyorum. Özellikle kadınlar birilerinin onları hizaya sokamayacağını haykırdı. Gençler, hayatın, en bilimsel kitaptan, en derin düşünürden daha çok şey öğretttiğini gördü. Bir başbakanın tüm ağaçların, binaların, toprakların ve konuların tek sahibi olamayacağını lisanı münasiple anlattılar.
Bundan sonra Türkiye’yi neler bekliyor?
- Belli ki, bedel ödemeden, korku eşiğini aşmadan bir şey olmayacak… Belki hukuksuzluklarla aşınanın yerine yeni bir korku duvarı örülmeye çalışılacak. Şimdi olduğu gibi taraftarlar bile tutuklanacak ama nafile her felaketin bir sonu var elbette.
Güzel günler göreceğiz çocuklar
Bu direnişin bir şiiri, bir müziği, bir kokusu, bir filmi olsa; var mı aklınıza gelen şeyler?
- Ankara’da deniz olmamasına rağmen, motorları maviliklere sürme duygusu verdiği için ‘güzel günler göreceğiz çocuklar’ şiiriydi bence ve Meclis kürsüsünden de ona gönderme yaptım. Filmiyse kötülüğe karşı naif ve masum bir başkaldırı öyküsü olan ‘Pan’ın Labirenti’ sanki. Müziği yaklaşık 25 yıldır dinlediğim Bulutsuzluk Özlemi’nin ‘Acil Demokrasi’si. Ha bir de ‘Çapulcu musun vay vay..’ Kokuya gelince kuşkusuz biber gazı...
Fotoğraf: Ahmet İzgi-AA