Bu hikayeler benim giysisiz halim

Güncelleme Tarihi:

Bu hikayeler benim giysisiz halim
Oluşturulma Tarihi: Ekim 15, 2006 00:00

Sibel Eraslan (39), hukuk fakültesi mezunu, eski Refah Partisi İstanbul Hanımlar Komisyonu Başkanı, İslamcı kesimin radikal sesi, Vakit gazetesinin köşe yazarı. Üniversite yıllarından beri hukuk ve güncel politika üzerine yazıyor. Dergáh Yayınları’ndan henüz çıkan öykü kitabı Balık ve Tango ile sürpriz yaptı. Bu kez kadın öyküleri yazdı.

Fark edilmeyen, teğet geçilen, ıskalayan-ıskalanan kadınların öykülerini. Üstelik laik, anti-laik farkı gözetmeden, kadını, aşkı, cinselliği ve ihaneti ele aldı. Yeni Şafak gazetesinde Mustafa Kutlu’nun "şaşırtıcı buldum" dediği bu kitaba şaşıranlar daha çok olacak.

Kitabınızın adı, Balık ve Tango neleri simgeliyor?

- Balık eski-muhafazakár olanı, tango yenici olanı-değişimi. Balık, sahip olduğunu, mazisini korumayı hedefleyen ürkek ve dibe kaçmış bir dilsizlik. Tango ise aceleci bir yenicilik atağı. Aralarında gerilim yaşanıyor. Bu, Türkiye’de yaşadığımız bir süreç. Aslında iki taraf aynı dertten mustarip: Kaybettiklerini unutmak, yarına umutla bakmak istiyorlar. Balığın temsil ettiği muhafazakárlar, ellerindeki son birkaç parçacığa sarılarak varoluşu kaybetmedikleri üzerinden kurmak isterken tangonun simgelediği yeniciler, bütün yenilgileri unutarak, yeni bir sayfa açarak varolabileceklerini düşünüyor. Birbirleriyle hiç anlaşamaz gibi görünmelerine karşın, kaybetmeye dair derin bir üzüntü var içlerinde.

Tango adını vererek yaramazlık yaptığınızı düşündüm. Tangoda cinsellik var çünkü.

-Kadın ile erkek arasındaki gerilimi en güzel gösteren danslardan biri tango. Muhacirler gibi uzaklardan gelip toplumun içine girmeye çalışıyor.

Siz hiç tango yaptınız mı, yapmak ister misiniz?

- Dans bilmiyorum. Ama Kafkas danslarını mesela severim. Dans edecek vaktim de olmadı. Babam çok güzel dans eder.

Tango öğrenmek ister misiniz?

- Buna cevap vermek istemiyorum. Eskiyle yeninin kesiştiği bir evde büyüdüm ben. Muhacir çocuğuyum. Vatan ve vatansızlık aynı odada yaşadı bizim için. Osmanlı, Karlofça Antlaşması’ndan beri toprak kaybeder. Basit bir tarih cümlesi gibi geçer lise kitaplarında. Ama büyükannem için bu, vatan kaybetmekti. İstanbul’un işgalini de görmüştü. İşgali, kaybedişi, ricatı, cesaretle yeni bir yer kurmayı, külden gül çıkartmayı biliyordu. Büyükannem ve akranları kırılganlıkları, dirençleri ve cesaretleriyle çok güçlüydüler. Kendimi bu kadar güçlü görmüyorum.

CEMAAT KİMLİĞİ ÇOK GÜZEL KORUR

Kitabınız çıktığında, ürküyorum, dediniz. Neden?


- Çok yoğun geçen siyasi ve hukuk mücadelesinde ertelediğim, uykuya yatırdıklarımla yüz yüze geldim. Toplumsal eylemlerin içinde yer aldım. Toplumsal bir kimliğim var. Biliyor musunuz bu çok büyük bir zırhtır. Cemaat veya grup, kimliği çok güzel korur, ortaya çok çıkarmaz, görkemli bir giysidir. Ama bunun ardında tek tek "ben"ler vardır. İşte bu hikayeler benim giysisiz halimi görmemdi belki. Bütün kadınlar için yazmak zor. Yazan kadının büyücülükle itham edildiği bir insanlık tarihinden geliyoruz. Benim için yazı, iddiadan ziyade hayatı savunmak. Susmaya ramak kala bir yer. Ölmeden önce yapabileceğim son şey yazmak.

Öykülerinizdeki kadınların hepsi de haksızlığa uğrayan, kırılan ama yaralarına rağmen hayatın içinde var olanlar.

- Yaralı olmayanları, hayata dair imtihanları tamamlamamış insanlar olarak görüyorum. Hayatı tanımak için kaybetmek gerekiyor. İşte, dostlukta, aşkta. Kaybettiklerimizle büyüyoruz. Her kaybediş içimizde yeni odalar açıyor. Yeni empatik yetenekler kazandırıyor. Ingeborg Bachmann’ın dediği gibi hayat incinmedir. Hayatla yüz yüze gelmek ucuz değil. Bedel ödüyoruz. Kadın olunca bedeller çoğalıyor.

Öykülerinizin kadın kahramanlarında dindar-laik, ayırımı yok.

- Balık ve Tango, bu üst giysilerin altındaki kadındır, çocuktur hatta. Edebiyatta keşfe çıkarken çocukluğumla, ilk gençliğimle karşılaştım.

ÇEVREMİ ÇOK MU AÇIKETTİM TEDİRGİNLİĞİ

Öykülerinizde cinsellik çok flu. Kat kat tüller arasında. Ürküp edebiyatın arkasına mı sığındınız?

- Edebiyat tüllerin arkasında konuşma imkanı veriyor, doğru. Ama Balık ve Tango, sahneye ışığın vurduğu andır. Yazarken saklanacak yer kalmıyor. Bunu bütün şiddetiyle hissettim. Yazmanın böyle bir bedeli var. Ortaya çıkıyorsunuz. Bütün floresanlar yanıyor. Her ne kadar kahramanlar ve kurgunun arkasına saklansanız da okuyucunun karşısına çıkıyorsunuz. Kendimi yağmalıyor muyum, çevremi çok açık şekilde ortaya mı koyuyorum, tedirginliği yaşıyorum. Kişi mahremiyetine saygı üzerine kurulmuş bir hayatım var çünkü. En önemli tedirginliğim buydu. Mahremiyet..

Yazmaya cesaret edemediğiniz, vazgeçtiğiniz öykü oldu mu?

- Hayır. Ama dedim ya mahrem bir dünya hikaye, zaman zaman otopsiye benzettim. Otopside üç boşluk açılır: Kafatası, göğüs ve karın. Kafatasındaki boşluk felsefe, fikir yazılarına tekabül ediyor benim için. Göğüsteki boşluk daha güncel. Siyasi yazılarımı göğüs boşluğunda değerlendiririm. Ama hikaye, karın boşluğunda. En zoru da bu. Tüm iştahlar, açlıklar, sindirim, mesane, çocuk dünyaya getirdiğiniz mekan ve imkan orada. Bedende nefis dediğimiz, insanı insan kılan en büyük gerilimin devam ettiği boşluk, karın boşluğu. Tabii cesaret isteyen de buydu. Karın boşluğunda neşterle dolaşmalar acı veriyor zaman zaman. Ama acıyla yüzleşmeden olmuyor.

Kadının erkeğin dizinden yukarısına gözüne bakamayışı dini telkinle gelişmiş sonuçlar

Bırak Dağınık Kalsın öyküsünde akademi öğrencisi kız çıplak erkek modele bakamadığı için dizinden yukarısını resmedemiyor. Arkadaşı olan kadın da sevdiği erkeğin yüzünü bir türlü gözünün önüne getiremiyor. Çünkü yüzüne hiç bakamamış.

- Ressam kız için çıplak vücuda bakmak, yağmalamak gibi geliyor. Kendine yasak olan erkek vücuduna bakarsa yağmalayacağını düşünüyor ve bu acıyla bakamıyor, dizine kadar çiziyor. Diğer kadın da kaldırıp başını, sevdiği erkeğin yüzüne bakamamış. Her ikisinin bu bakamayışları, dini bir telkin sonucu gelişmiş vakumlar. Başkasına ait olan bir şeyi har vurup harman savuramaz, ele geçirmeci bir şekilde hoyratça davranamaz inanan kişi. Tabii bu feci bir gerilim. Öte yandan bakmak, elinizi sürmek, değmek istiyorsunuz. Bu gidiş geliş, tam ensenizin arkasında böyle bir gerilim var. Bırak Dağınık Kalsın, bu gerilimin öyküsü.

Bu durum çok trajik değil mi? Salt cinsellik mi var bakışta? Sevdiği erkeğe güzel bir resme bakar gibi de mi bakamaz kadın?

- Öyküdeki kızlar, nefis terbiyesini gerçekten ciddiye alıyorlar. Ben ve benim akranlarım biz böyle büyüttük kendimizi. Karşımdakinin gözlerine bakmadan konuşmaya çalışırım mesela. Ama böyle konuşamıyorum, dikkatim dağılıyor. Yüzüme bakılmadan konuşulduğunda ise önemsenmediğimi hissediyorum. Halbuki muhtemelen bana saygısından bakmıyordur.

Oğullarınızın sevdiğinin yüzüne doya doya bakmasını ister misiniz?

- Kime nasıl bakacağına herkes kendisi karar verecek. Ama çocuklarıma şunu söylüyorum: Bakışlarınızla, sözlerinizle, dokunmalarınızla kimseyi incitmeyin.

BIRAK DAĞINIK KALSIN

(...) Zira seninle konuşurken hep yere bakardım hatırlıyor musun? Bordo renkli kaşe pantolon ve siyah mokasen ayakkabılar. O kadar canlı ve pırıl pırıllar ki -erkeğin yüzüne bakılmaz, yanlışlıkla denk gelen birinci bakış af sebebi olabilir ama ikincisi şeytandandır- sana bakamadım ben. Ama dizlerinin ancak altına kadar çıkabilen gözlerimle ne dünyalar kurardım ah bilsen o kısa mesafende senin.

Sadece sen ve senin dizlerinin altı değil, dünyaya dair her şeye de eksilterek bakmayı öğütleyen bir terbiyeydi bu. Sanki yeryüzünün de dizleri vardı ve biz dünyanın dizlerinin üstüne çıkıp oradan onu yağmalamayı hiçbir zaman doğru bulmuyorduk. (...) Dizin altı... Benim ve arkadaşlarımın dünyası... Bizim bütün maceralarımız, direnmelerimiz, tutunma eksersizlerimiz, hafızamızını bütün çabaları ve bütün bileylemelerimiz ruhlarımızı, kaybedişler, fırtınalar ama vazgeçmeyişler, yeminler ve ihanetlerle dolu tüm burgaçların başlayıp bittiği, bitmeden geri döndüğü o kızışmış küçük alan: Dizin altı... (Bırak Dağınık Kalsın-s.79)
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!