Börek kokularıyla yazıyorum

Güncelleme Tarihi:

Börek kokularıyla yazıyorum
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 24, 2010 11:02

Elif Şafak, Türk edebiyatının en parlak yıldızlarından biri. Her romanı yüz binleri aşan sayıda satıyor. Bizim gibi çok az kitap okuyan bir toplumda bu başarıyı gösteren yazar sayısı bir elin beş parmağı kadar bile değil. Şafak, aynı zamanda bir anne. Yaşamını iki çocuğuna, kitaplarına ve tabii ki eşine adamış. Birçok kitabında yemek tarifleri, yemek üzerine konuşmalar uçuşup gidiyor. Ama mutfakla arası pek iyi değil. Yani teorisi kuvvetli, pratiği oldukça zayıf.

Haberin Devamı

Börek kokularıyla yazıyorum

Yemekle aranız nasıl, yer misiniz, yemez misiniz?
- Yerim tabii, severek. Ben biraz yalnız büyüdüm. Çocukluğum, ilk gençlik yıllarım çoğunlukla yalnız geçti. Dolayısıyla biraz da gözlemleyerek öğrendim. Bizde bir sofra kültürü var. İşte ailece beraberce sofraya oturulur-kalkılır, belli yiyecekler paylaşılır. Yemek kolektif bir şey aslında. Ama yalnız yaşayan ya da yalnız büyüyen insanlar için yemek bireysel bir şey. Dolayısıyla duygusal bir şey.

Peki küçüklüğünüzde yemeği kim yapardı?
- Benim annem çalışan, kendi ayakları üzerinde duran bir anne olduğu için hiçbir zaman ev işlerine vakit bulamadı. Yemek konusunda pek de iyi değildir. Hani bazı insanlar, annemin mutfağını özledim der ya, bende öyle bir özlem yok. Ama anneannemin mutfağını biliyorum, çok da seviyorum ve özlüyorum. Anneannemin keşkek pişirdiğini biliyorum. Keşkek benim çok sevdiğim bir yiyecekti. Keşkek zordur, pişirmesi saatler alır, herkes pişiremez, anneannem çok iyi keşkek yapardı, halen de öyle. İspanya’ya gittiğimizde en çok keşkek yemeğini özledim.

Haberin Devamı

Aynı zamanda annesiniz. Peki sizin çocuklarınızın beslenmesinde katkınız oluyor mu?
- Süt çağları geçti, biri 20 aylık, biri 3,5 yaşında. Ben de diğer annelerin yaptığı gibi sağlıklı beslenmeleri için katkıda bulunuyorum. En zor kısmı da bu aslında. Biraz daha sebze yesinler, çeşitli yesinler diye telkinlerde bulunuyorum. Tam da şu an kızarmış patates, köfte dönemindeler. Onu kırmaya çalışıyorum ama çok da başarılı değilim bu konuda.

FAVORİ YÖRELERİM EGE VE KARADENİZ

Yöre yemekleriyle aranız nasıl? En sevdiğiniz yöre neresi?
- En favori yöre Ege. Zeytinyağının hakkını verdiği için. Tereyağını yiyemiyorum, bana çok ağır geliyor kokusu. Karadeniz mutfağını da seviyorum. Mısır ekmeğini, karalahanayı çok severim, bir tek tereyağında yollarımız ayrılıyor.

Michelin yıldızlı restoranlarla aranız nasıl, gider misiniz?
- Tabii ki sevdiğim dostlarımın, arkadaşlarımın tavsiye ettikleri lokantalara da giderim. Çok sabit fikirli değilimdir, ille de şuraya gideyim diye tutturmam. Ben keşfetmeyi seviyorum, farklı yerleri görmeyi seviyorum. Salaş ufacık lokantalarda da, çok farklı bütçelere hitap eden yerlerde de, yıldızları olan lokantada da rahat edebilirim.

Haberin Devamı

Türkiye’deki ya da İstanbul’daki favoriniz olan restoranları sayar mısınız?
- Kadıköy’de Çiya var. Semt lokantası olarak Üsküdar’daki Kanaat’ın çok iyi olduğunu düşünüyorum. Arnavutköy, Bebek, Hisar hattında ya da Anadolu Kavağı’nda balıkçıları denemeyi, farklı yerlere gitmeyi seviyorum. Her türlü başarılı Çin, Japon lokantası kabulüm.

Bugüne kadar sizi en şaşırtan yemek hangisi oldu?
Mesela içinde et olmadığı halde et tadı veren, etli olduğunu zannettiğimiz vegan yemekler var, bunlar ilginç geliyor bana. Bu tür yemekler yeni yeni gelişmeye başladı. Genelde füzyon mutfağını seviyorum, yemekte karışımı seviyorum galiba. Keşfetmeyi sevmekten kaynaklanan bir sevgi zannedersem. Bir de yemekte estetiği de önemsiyorum. Yani yemeğin kendisi kadar nasıl sunulduğu da çok önemli benim için. Neyse beni şaşırtan yemek konusuna dönersek... Sizin de yazarınız olan bir arkadaşımın evinde harika bir mantı yedim ama etsizdi, kadayıfla yapılmış o beni şaşırtmıştı. Mantıda tel kadayıf kullanmıştı. Bir kitabı çıktı “Refika’nın Mutfağı”. O da füzyon mutfağı tutkunu. Birçok şeyi kendi geliştiriyor.

Haberin Devamı

TENCERE BAŞINDA BEKLEME SABRINI GÖSTEREMİYORUM

Yemek yapmayı seviyor musunuz?
- Yemek yapmayı bilmiyorum. Beni yakından takip eden okurlar iyi yemek yaptığımı zannediyorlar. Çünkü romanlarımda çok tarif var. Çok sabırsız bir insanım, çok çabuk sıkılıyorum. Bu huyum yemek yapmayla ilişkimi baltalıyor. Tencere başında bekleme sabrını, özenini gösteremiyorum. Sırf sabırsızlıktan ancak salata gibi şeyler yaparım.

Yemek kültüründen biraz daha bahseder misiniz?
- Mesela Ortadoğu mutfağına bakıyorum, bir baklava olayı var. Bu tatlıyı o kadar çok ülke paylaşıyor ki... Kahve de öyle. Kahve sadece içtiğimiz bir şey değil, bütün bir kültürün birleştiricisi. Bir kafeye gittiğiniz zaman sadece kahve içmiyorsunuz, bir şeyler okuyor, arkadaşlarla konuşuyorsunuz. Bu tüm dünyada böyle olmuş. Baktığınız zaman birçok yazarın, şairin gittiği kafeler var, oralardan ilham alıyorlar. Bir kamusal alana çıkmak, yemek yemek, bir şeyi paylaşmak... Ben bunların insanlar için çok birleştirici eylemler olduğunu düşünüyorum. Bir de zamanla ilişkimiz değişiyor. Çünkü sürekli koşturuyoruz. Ama yemek yerken zaman duruyor. Bir yemeği paylaşırken dışarısı yok artık. İnsanı kendi içine, kendi hayatına daha farklı bir gözle bakmaya yöneltiyor. Belki bu yüzden Uzakdoğu mutfağını seviyorum. Biraz daha yavaş, daha özen gösteriliyor.

Haberin Devamı

Akdeniz mutfağındaki neşe hoşunuza gidiyor mu?
- Akdeniz mutfağında da neşe var, sohbet var, dostluk var, enerji var, onu da çok seviyorum. Yani ne yediğiniz kadar onu nasıl yediğiniz, kimlerle, nasıl bir enerjiyle, ne kadar kıymet vererek, ne kadar şükür ederek yediğiniz önemli. Mesela ben yemek dualarını çok seviyorum, bence en güzel dua yemekte yapılan duadır. Kıymet bilmeyi, takdir etmeyi öğreniyor insan. Bence yemek duası da yemek kültürünün çok önemli bir parçası.

Tatlıyla aranız nasıl?
- Açıkçası tatlıyla aram sıfır. Kırk yılda bir sütlü tatlılar olabilir. Kazandibi, tavuk göğsü, iyi yapılırsa sütlaç ama çok nadir yerim. Bir de dondurma severim. Annem de tatlı sevmezdi. 40’lı yaşlarına kadar doğru dürüst tatlı yemedi. Daha sonra Ürdün’de görev yapmaya başlayınca, damak zevki tamamen değişti. Orada dört sene yaşadıktan sonra, gayet tatlıcı olarak döndü. Belki ben de 40’lı yaşlarımda değişeceğim.

Haberin Devamı

Alışverişe gider misiniz? Neyin taze neyin kötü olduğunu anlar mısınız?
- Pazara gitmeyi çok seviyorum. Semt pazarlarında saatlerce vakit geçirebilirim. Yurt dışında, daha organik ürünlerin veya bölgedeki çiftçilerin kendi yetiştirdikleri ürünlerin satıldığı pazarlar oluyor, oralara çok giderdim. İstanbul’da da çok giderim pazara. Bir de çeşitli otlar almak, o otlardan nasıl yemek yapıldığını öğrenmek, mesela bir kadın madımak satıyor, ondan tarifini almak çok hoşuma gider. İnsanlarla konuşmayı çok severim pazarda. Soru sormak, nasıl yapıldığını öğrenmek, yöresel lezzetleri anlamaya çalışmak çok hoşuma gidiyor. Bazen sırf dinlemek, şehri gözlemlemek, hayatın akışını seyretmek için pazara gidiyorum. Bütün her şeyiyle pazarlar bana keyif veriyor. Tabii tüm bunlar romanlarımın alt yapısını oluşturuyor.

BEN O KOKULARIN ARASINDA ROMAN YAZAYIM

Edebiyat ve yemek arasında bir ilişki var mı?
- Var bence, hem de çok var. Benim romanlarımda en azından çok ilişkisi var. Yemek isimleri, yemek tarifleri, yemeği metafor olarak kullanmak, yiyecekler... Bir de ben yemek yapmaktan çok, yemek kültürünü çok seviyorum, öğrenmeyi, takip etmeyi, onun için yemek benim romanlarıma çok giriyor.

Nereden öğreniyorsunuz, kitaplardan mı?
- Kitap okuyorum. Yemek kitaplarını keyifle okurum ama ben etrafımı gözlemlemeyi seviyorum. İnsanları seyretmeyi seviyorum. Yemek yapılan yerlerde yazmayı çok seviyorum. Özellikle hamur işi yapılan yerleri. Birileri yanımda pasta, börek yapsın, özellikle ekmek yapsın, ben o kokular arasında çalışayım. Yani yemek kokuların arasında daha iyi yazıyorum.

Dağılmıyor musunuz?
- Dağılmıyorum, daha çok stres atıyorum. Çok sessiz, sakin, hayatın içinde olmayan bir ortam olduğu zaman orası bana çok soğuk geliyor ve zihnim dağılıyor. Kafelerde, pastanelerde, özellikle hamur işinin yapıldığı yerlerde daha güzel çalışıyorum.

Son romanda da yine yemekle ilgili bir şeyler var mı?
- Söylemek için daha çok erken ama yemek kültürü burada da önemli olacak. Bu seferki romanda Türk, Kürt, İran, İngiliz ve Hint mutfak kültürünün izleri var. “Aşk”tan çok farklı bir roman yazıyorum şu anda. Aşk-2’yi bekleyen okurlar var ama ben yepyeni bir kitap yazmayı tercih ediyorum.

Aç karnına mı, tok karnına mı yazıyorsunuz?
- Aç karnına daha iyi yazıyorum herhalde. Ben bir oturuşta çok yemek yiyen bir insan değilim, bölerek yemeği seviyorum. Çok aç kaldığınızda da yazamazsınız. Biraz acıkmak, biraz karnınızı doyurmak, böyle bölerek gitmek daha güzel geliyor bana. Dışarı çıkmak, bir lokantaya gitmek ya da oturup yemek yapmak o an ağır geliyor, bölünmek gibi geliyor.

REJİM YEMEĞİN NEŞESİNİ ÖLDÜREN BİR ŞEY

Hamur işini seviyorsunuz ama kilonuzda sorununuz yok...
- Benim çok sevdiğim yiyecekler var, hiç yemediğim yiyecekler var. Mesela hiç tatlı yemem, çikolata yemem ama ekmek çok severim, tuzluları çok severim.

Kilonuzu nasıl koruyorsunuz? Yemeyerek mi?
- Yok yiyorum, yemez miyim. En kötüsü de geceleri yiyorum. Yazarken. Yürürüm ben, yürümeyi çok severim. Bazen kitap okuyarak yürürüm, bazen de kitap dinleyerek yürürüm. Herhalde bu yüzden kilomu koruyabiliyorum. Yakın zamanda her gün düzenli olarak en az bir saat yürüyordum. Birkaç aydır bunu biraz aksattım. Yürürken roman düşünürüm. Onun dışında yaptığım bir spor yok.

Gelelim gece yemek kaçamaklarına. Neler yiyip, içiyorsunuz?
- Gece kahve yapıp içmeyi çok seviyorum. Herkes kahve içersem uykum kaçar diyor ya, benim uykumu hiç kaçırmıyor. Daha çok gece yazdığım için onun alışkanlığı var. Meyve yiyorum geceleri. Yazarken abur cubur yemeyi severim. Mısır patlatırım mesela, bu bana kolay geliyor. Bir yandan yazıp bir yandan da atıştırırım.

Eğer gerekirse nasıl bir diyet reçetesi uyguluyorsunuz?
- Yemek konusunda, kilo konusunda ne kadar takıntılı olursak o kadar zor başarıyoruz zayıflamayı. Yemek yememeyi kafamıza takarsak, yemek keyif olmaktan çıkıyor, büyük bir saplantıya dönüşüyor. O zaman insan hem kendini büyük bir keyiften mahrum bırakıyor hem de sürekli cezalandırıyor, sürekli bir hoşnutsuzlukla yaşıyor. Ne yazık ki birçok kadın bu duyguyla yaşıyor. Benim de bu duyguyla yaşadığım dönemler oldu. Rejim yapmak kadar yemeğin kıymetini, neşesini öldüren bir şey yok. Çünkü sofraya baktığınızda, orada kalori görüyorsunuz, yağ oranı görüyorsunuz, dolayısıyla keyif almıyorsunuz. Bu çok uç boyutlara gidebiliyor, anoreksi hastalığına kadar gidebiliyor.

16 YILDAN SONRA GEÇEN AY İLK KÖFTEMİ YEDİM

Eti yavaş yavaş yemeğe başladım dediniz, nasıl ve niye başladınız?
- Zor bir soru, yanıtı kafamda daha net değil, bir ay oldu başlayalı. Köfteyi biraz daha kolay yiyebiliyorum. Kuzu etini, haşlama etleri yiyemiyorum. Kokusu da çok ağır geliyor. Ama köfte, hamburger yiyebilirim bu gidişle. Bence insanın vücudu neyin ne zaman yeneceğini kendisi söylüyor. Bekli de bu dönemimde bünyemde ihtiyaç olmaya başladı. Kafamda eti hiç yememeliyim diye bir şey yoktu zaten. Biraz kendi bedenimi de dinlemek istiyorum. Yavaş yavaş, belki ayda bir kez yemeliyim diye düşünmeye başladım. Çok uzun zaman oldu eti bırakalı, ister istemez bunun eksiklikleri oluyor vücutta. Gerçi bu konuda farklı teoriler var.

Vejeteryanlık mı yoksa sadece et yememek mi?
- Sadece kırmızı et yememezlik.

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!