Güncelleme Tarihi:
Yabancı ekonomi dergileri (makro’lar ve özellikle de mikro’lar, yani “iş idaresi” dergileri) yazın tatile girer, genelde dolu dolu bir “özel sayı” hazırlarlar, seçtikleri konular da, plajda uzanıp keyifle okunabilecek türdendir.
Mesela, en sevdikleri konulardan biri “Yeni bir iş, yeni bir hayat” türüdür, hani “İşinizi, şirketinizi bırakıp, yeni bir yerde, yıllardır hayalini kurup da ceraset edemediğiniz yeni bir hayata başlamak” gibi mesela.
Söz konusu ekonomi dergisi “büyük şirketlerin üst düzey yöneticilerine” hitap ediyorsa eğer, üfürdükleri hayaller de ona göre olur.
Mesela (büyük şirketlerin ve böyyük yöneticilerin okuduğu) bir dergi, “Herşeyi terk edip Hawai’ye yerleşmek” diye bir dosya yayımlıyor. Bize bir numara büyük, geçiyorum.
KOBİ sahip ve yöneticileriyle serbest meslek erbabına hitap eden bir diğeri, daha ayakları yere basan “örnekler” sunuyor bize. Mesela, çalıştığı şirketten istifa edip inek besleyen sigortacı, kabineyi kapatıp Côte d’Azur’de pizzacı dükkanı açan dişçi, herşeyi satıp savıp Norveç fiyordlarında balıkçılık yapan karı koca...
Bir yandan kendime sövüyorum. Korkaksın Serdar, 20,li, 30’lu yaşlarda çok daha cesurdun, kafan bozuldu mu vurur kapıyı çıkar, kırmızı Anadol kamyonetinle bakkal bakkal yumurta satardın, ele güne muhtaç olmamak için, derken macera olsun diye turizm işine girer, Burhaniye Ören’de tatilköyü işletirdin... Artık korkuyorsun, korkuyorsun çevreni saran çemberden çıkmaya, tosladığın duvarın üzerinden atlamaya. Bilineni bilinmeye tercih ediyorsun, ne olursa olsun.
Maillat’nın atlayıp kurtulduğu gemide kalan askerler gibisin. Gerçi onlar “Aklımıza gelmedi” derler, yoksa senin gibi “Aklımdan hiç çıkmıyor ki...” değil.
Maillat’yı bilirsiniz değil mi?
Robert Merle’in 1949’da Goncourt kazandığı ilk romanı Week-end à Zuydcoote’un (Zudycoot’ta bir haftasonu) kahramanıdır Maillat.
1940’ta Fransız ve İngiliz orduları, Nazi Almanyası karşısında hezimete uğramış, dağılmış ve – gemilerle İngiltere’ye taşınma umuduyla - Fransa’nın Dunkerque limanına sıkışıp kalmıştır. Wehrmacht (Alman ordusu) karadan ve havadan dövmektedir. Kurtarıcı diye beklenen İngiliz gemileri yetişir, kendi askerlerini alır, ama Londra yer kalmadığı gerekçesiyle müttefiklerini, Fransızlar’ı ölüme terk eder.
Maillat, iyi İngilizce bildiğinden, bir yolunu bulur ve kapağı İngiliz gemilerinden birine atar. Ama gemi daha sahilden uzaklaşamadan saldırıya uğrar ve yara alır, yangın çıkar. Maillat kendini denize atarak bu cehennemden kurtulur... ama diğer askerler, sırtlarındaki can yeleklerine, iki kulaç ötedeki kıyıya rağmen... denize atlamazlar. Maillat, gece boyunca, alev alev yanan gemide “kapana kısılmış” arkadaşlarının çığlıklarını duyar uzaktan. Yaralı olarak kurtulanlar da “Niye atlayıp kurtulmadınız?” diye soranlara, insanın kanını donduran bir cevap verirler:
- Atlamak aklımıza gelmedi!
(Rouge Bresil ile 2001 yılında o da Goncourt ödülünü kazanan) Jean-Christophe Rufin, Merle’in kitabındaki bu muhteşem sahneyi yorumlarken diyor ki:
“Hayatları (aptalca bir iş, bitmiş bir evlilik, gün be gün ihanet edilen hayallerle...), alev alev yanan bir gemiyle birlikte batmaya mahkûm, ama kurtulmak için bordayı aşıp denize atlamayı akıllarına bile getirmeyen insanların kaderini anlatan, bundan daha güzel bir tasvir hatırlamıyorum.”
*
Hayatta tek başarı vardır, derler, istediği gibi yaşamak.
Eski patronum, gazeteci-yazar Jean-Louis Servan-Schreiber “Çevrenizde sizi güvence altına alan kurumlar yoksa, başınızın çaresine bakmanız gerekir. Hayatını doldurmak, ona, bir projeyle, anlam kazandırmak her birimizin kendi işidir... Bireysel cesaret, (sosyal demokrasi sonrası) yeni toplum projesinin anahtar sözcüğüdür. Cesaret, bizi niyetten harekete geçiren psikolojik tetiğin adıdır” der.
Cesaret... istediği gibi yaşamak için cesaret.
Duvara yaslanmış bir halde, patinaj çeken özel ve tüzel hayattan, kendi kendinize verip de tutamadığınız, işin kötüsü asla tutmayacağınızı bilip de kendinize yalanda ısrar ettiğiniz sözleriniz, yıllardır hayalini kurduğunuz ama hayal etmekle yetindiğiniz hayalleriniz...
Asla bordayı aşıp, kurtuluşa, denize atlayamayacağınızı bilmenin verdiği eziklik ve teslimiyet...
Ama bir yandan da her yanınızı saran alevler...
Peki ne yapacağız?