Oluşturulma Tarihi: Aralık 19, 2010 00:00
Uluslararası yük gemilerinin boğazlardan geçmesini bile denetleyemezken, bu da nereden çıktı dediğinizi duyar gibiyim. Ama kirlettikleri hava bizim havamız ve onu denetleme yetkimiz var. İTÜ’de hava kirliliğiyle ilgili çalışan iki akademisyenin önerisi; Avrupa’nın kuzeyinde yapıldığı gibi boğazlara giren gemilere düşük kükürtlü yakıt yakma şartı getirilmesi
Bu hafta çok enerjik iki akademisyenle tanıştım: İTÜ Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü Öğretim Üyeleri ve Doç. Dr Tayfun Kındap ve Doç. Dr Alper Ünal. Enstitüde havakirliliği üzerine çok önemli bir modelleme çalışması yapıyorlar. Tüm faktörleri tek tek ele alıyorlar.
Örneğin İstanbul Boğazı’ndan geçen gemi emisyonları konusunda süren bir çalışmaları var. Alper Ünal bu tehlike için; “Boğazlardan yılda 50 bin tanker geçiyor ve bir tankerin emisyonu onbinlerce araçtan çıkan emisyona eşit. Bu gazlar ve partiküller İstanbul’da yaşayanların üzerine kalıyor” diyor. İyi de gemilerin geçişini denetleyemiyorsanız yakıtını nasıl yasaklayacaksınız? Alper Ünal iddialı: “Doğru, uluslarası antlaşmalar çerçevesinde Türkiye her gemiyi geçirmek zorunda; engelleyemiyor. Ama böyle bir çalışmayı yaparsanız, ben şu tür kirletici gemileri almıyorum, diyebilirsiniz.”
Tayfun Kındap da aynı görüşte: “Bu çalışmaların sonunda elimizde ciddi bir veri olacak. Denizcilik müsteşarlığı bu çalışmaya ilgi gösterdi. Avrupa’nın kuzeyinde bizim gibi bir çalışma yapılmış. O bölgeye giren gemi hemen yakıtını değiştiriyor ve daha az kükürtlü yakıt kullanıyor. İstanbul için bu çalışma yapılmadığı için isteyen istediği kadar ucuz ve bol kükürtlü yakıtla geçebiliyor. Bu çalışmamız bir yıl içinde AB’ye verildikten sonra isteyen gemi istediği yakıtı yakıp
geçemeyecek. Eğer konuyu atmosfer üzerinden ele alırsanız burası uluslararas su olmuyor artık. ‘Bu bizim atmosferimiz, o emisyonu benim halkım soluyor’ dediğiniz anda elleri kolları bağlı.”
İstanbul’un havasını kirleten tek şey elbette ki gemiler değil. Ünal “İstanbul’daki 3 milyon aracın ne kadar emisyon verdiğini hesaplayabilirsiniz. Benim Amerika’da doktora tezim araç emisyonları konusundaydı. Yaptığımız çalışmada gördük ki trafiğin dizaynını,
trafik ışıklarını düzenleyerek, emisyonları yüzde 50 oranında azaltabilirsiniz” diyor. Bunun sonuçları sadece hava yönünden değil, trafik yönünden de çok memnun edici olmaz mı?
ORMAN STRESİAlper Ünal’dan öğrendiğim bir diğer önemli konu da orman stresi: “İşte burada iyi ozon ve kötü ozon ayrımını yapmak lazım. Evet tıpkı iyi kolesterol-kötü kolesterol gibi. Normalde ozon tabakası dünyamızı güneşin yaydığı radyasyondan koruyor. Ama trafikten kaynaklanan azot oksit ormanların saldığı uçucu organiklerle birleşince ortaya kötü ozon çıkıyor. Kötü ozon bitki kalitesinin düşmesine ve insanlarda solunum yolu hastalıklarına neden oluyor. Bunun olmaması için ormanları ‘strese sokmamak’ gerek. İçinden yol geçen, köprü yapılan, herhangi bir tesis kurulan yani strese giren ormanlar insan kaynaklı kirletilecilerle birleşince zararlı hale gelebiliyormuş: “Bunu anlattığımızda bazı akademisyenler bile ‘Ne yani ormanı mı keseceğiz’ dediler. Hayır, sadece ormanı strese sokmayacaksınız, sıkıştırmayacaksınız, onun bir yaşam alanı olacak. O zaman havayı temizleyen ve doğal bir ortam olur.”
Üçüncü köprü güzergahının neredeyse tamamen ormanlardan geçeceğini düşünürsek sadece kesilen 2 milyon ağaçla değil bu yolun ormanda yarattığı stresle de baş etmemiz gerekecek. İstanbul’un zaten yeterince stresi yokmuş gibi...
Orkide dostu dondurma istiyorum!Topraklarımızda birçok ülkede olmayacak kadar çok, 185 tür doğal orkide yaşıyor. Bunların 30’u endemik yani Türkiye’ye özgü. Ancak maalesef bugün orkide cenneti Türkiye’de birçok orkide türünün soyu, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Çiçekçilerden klonlanmış orkideleri alıp orkidesever olduğumuzu sanmayalım. Doğadaki orkidemizi koruyamadıktan sonra...
Acı yok oluş tablosunun son rakamları oldukça çarpıcı. Nadide türlerden birçoğunun tüm Türkiye’de sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Örneğin Antik Isaura Orkidesi’nden (Ophrys isaura) yalnızca 13 tane kaldı. Amanos Orkidesi’nden (Ophrys amanensis) altı, Antik Likya Orkidesi’nden (Ophrys lycia) altı, Kayışlı Toros Orkidesi’nden (Himantogossum montis tauri) yalnızca dört tane... Kruetz Orkidesi (Ophrys kreutzii) kitlesel olarak sökülerek yok olma sınırına geldi.
Bunun nedeni soğuk günlerin sıcak içeceği salep ve dondurmalar. Bu harika bitkinin bir çiçek olarak değeri ülkemizde asla bilinmezken yumruları salep olarak içiliyor veya dondurmalara konuyor. Salep ve dondurma için Türkiye’de her yıl yaklaşık 120 milyon orkide, daha yumru halindeyken toplanıyor. Yani 120 milyon orkide çiçeğinin kökü kurutuluyor.
FELAKET YAŞANIYOR AMA GÖRMÜYORUZ
Orkideler SOS veriyor ama biz duymuyoruz. Bu sesi Hollanda’dan duyan ve Türkiye’de birçok türü keşfeden orkide uzmanı Karel Kreutz yine Türkiye’deydi. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Silvikültür Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Alper Çolak ile birlikte yetkililere sesleniyor: “Orkide yumrusu satışı yasaklansın. Türkiye CITES Washington Tür Koruma Antlaşması’nı 1996 yılında tanıdı. 1974 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı’nın salep ihracatına yasak koymayı sağladığını fakat ne acıdır ki bu yasaya da uyulmuyor. Orkide yumruları yasadışı yollarla yurtdışına taşınıyor. Başbakan Tayip Erdoğan ile görüşmek ve konuyu anlatmak istiyoruz. Kampanyalar başlatılmalı. Orkide yumrularını dondurma ve salep hazırlamak için kullanmayınız, demekten fazla bir çaremiz yok” diyorlar.
Gerçekten de doğru. İtalyan dondurmalarında salep konmuyor ama tadı dünyaca ünlü. Her sektör artık üretim süreçlerinde doğaya saygılı olmak zorunda. Salep içeceği için ne yapılır bilmem ama, artık yaz kış satış yapan ve çok daha büyük bir sektör olan dondurmacıların acilen önlem alması gerekiyor. Dondurmacılara ve dondurma paketlerinin üzerinde “orkide dostu dondurma” etiketi konmasını öneriyorum. Ayrıca orkide yumrularını toplayanlara da eğitim verilmeli, yoksa bu türler tükendiğinde zaten toplayıcılar da işsiz kalacak.
Toprağın burnunu tıkamayalım
Janset (Oyuncu)
O DA BİR YEŞİLHer beton parçasıyla toprak ananın burnunun biraz daha tıkandığını düşünüyorum. Toprak nefessiz kalırsa sonumuz pek hayırlı olmasa gerek. Dört ağaç yerine bir apartman dikmenin geleceğe nasıl bir miras olacağını da merak ediyorum doğrusu. Dilerim o beton binaların dallarından meyve ya da sebzelerimizi toplayabiliriz. Gücüm yetse tüm inşaatları durdurur, tarıma önem verdirirdim ama birey olarak beton canavarlarla nasıl baş ederim bilmiyorum. Camları ayrı topluyorum. Turistik yerlere gittiğimde elimde bir torba, gördüğüm çöpleri topluyorum. Yediğim meyvelerin çekirdeklerini ekiyor ya da toprağa atıyorum. Çamaşırları kısa programda yıkıyorum. Alışverişte naylon değil kumaş torba kullanıyorum. Kış aylarında sokaktaki hayvanlara
yemek veriyorum. Kurumuş ekmekleri kuşlara atıyorum.
Hem yeşil hem bilimsel oyuncaklar
EKO TASARIM The WOO markası ‘Yeşil Yaşam’ konseptli oyuncak serisi çıkardı. Oyuncaklar, çocuklara çevre dostu olma yolunda mesajlar verirken, çevre bilimini de öğretiyor.
Kuzguncuk Bostan için şenlik İstanbul’un tarihi semtlerinden Kuzguncuk’un orta yerinde bulunan ve semte nefes aldıran tek yeşil alan da elden gitme tehlikesinde. Araziyi kiralama hakkını elinde bulunduran Vakıflar Genel Müdürlüğü, yaklaşık sekiz senedir Kuzguncuk Bostanı’nda faaliyet gösteren kiracı Akdere Peysaj Mimarlık’a gönderdiği yazıyla, söz konusu taşınmazın yap-işlet-devret modeliyle yatırım programına alındığından 2011’e kadar terk edilmesi gerektiğini belirtmiş. Kuzguncuklular da eskiden gerçekten bostan olan ve bugün hala öyle anılan bu alanın yapılaşmasına karşı imza kampanyası açtı. 25 Aralık’ta yapacakları şenliğe Kuzguncuklu ünlüler Uğur Yücel ve Melike Demirağ da katılacak. www.kahramanbostan.org