Bizi tutabilene aşk olsun

Güncelleme Tarihi:

Bizi tutabilene aşk olsun
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 25, 2007 00:00

Formula 1 Dünya Şampiyonası’nın son iki yılına damga vuran ve neredeyse kazanılacak ne varsa kazanan takım Renault önemli bir projeye daha imza attı.

Formula 1 ile ilgili her zaman rakiplerinden çok daha ön planda olan ve kibirli davranmak yerine bu sporu sevdirmek için elinden geleni yapan takımlardan biri olan Renault F1 Team "Feel it-Hisset" adı verilen organizasyonla gazetecilerin bu sporu daha iyi hissetmesi için onlara gerçek Formula 1 otomobili kullandırdı. Hem de öyle böyle bir otomobil değil. Fransa’nın Marsilya şehrinde bulunan ve Formula 1’in teknoloji üssü olarak bilinen Paul Ricard Pisti’nde düzenlenen organizasyonda gazeteciler Fernando Alonso’nun 2005 yılında en genç şampiyon olan pilot unvanını kazandığı otomobili kullandı.

Formula 1’de start alan birçok pilotun yolu önce kartingten geçtikten sonra Formula Renault organizasyonu ile kesişmiştir. Bu konuda örnek gösterilebilecek birçok pilot bulunmakta. Bunlardan biri de son günlerin flaş isimlerinden biri olan Kimi Raikkonen. Formula Renault Şampiyonası’nda yarışmanın ardından Formula 1’e geçiş yapan Raikkonen bu geçişi yıllara yaymıştı ama Erkan Çelebi ve Murat Tosun bu kadar sabırlı değildi. Neredeyse bir tam gün Formula Renault otomobilleriyle aldıkları eğitimin ardından günün sonunda Formula 1 otomobiline transfer oldu. Tüketicinin Erkan Abisi Erkan Çelebi pistte attığı üç turla ülkemizin en tecrübeli Formula 1 pilotu unvanına sahip olurken, Murat Tosun’da onun kadar olmasa bile artık isminin üzerine Formula 1 pilotu yazacak kadar tecrübe sahibi olmuştu. Bu ikilinin izlenimlerini okuyarak yaşadıkları tecrübeler ve Feel İt organizasyonu hakkında daha önemli bilgileri alabilirsiniz. İşte Erkan Fisichella ve Murat Kovalainen’in Formula 1 izlenimleri.

Her baba yiğidin harcı değil

Biz otomobil gazetecilerine en sık sorulan soruların başında 'Nasıl Formula 1 pilotu olurum' geliyor. Son yıllarda ülkemizde düzenlenmeye başlaması, neredeyse her haber yayınının Formula 1’e gösterdiği ilgi dünyanın en çok izlenen sporlarından biri olan Formula 1 Dünya Şampiyonası’nın ülkemizde de büyük bir ilgi görmesini sağladı. İşte bu sorunun cevabını bu yazıda bulacaksınız. Ancak yazının özünü en başta söylemekte de yarar var: Formula 1 pilotu olmak öyle her baba yiğidin harcı değil... Yani boşuna "ne var abi bunda, bende yaparım" demenizin bir anlamı yok.
/images/100/0x0/55eae3c2f018fbb8f89d3ab8


Peki ben nasıl Formula 1 pilotu oldum. Aslında hálá buna inanmak konusunda sorun yaşadığım bir gerçek. Renault Mais’in basınla ilişkiler sorumlusu olan Elçin Ercan Uğuzluoğlu’ndan böyle bir teklif geldiğinde bunun doğru olup olmadığını düşündüm. Çünkü bizlere yapılan davette bir tam gün Formula 1 pilotluk eğitimi alacağımız ve sonrasında ise Renault’nun 2005 yılında Formula 1 pistlerinde kullandığı yarış otomobilini kullanacağımız belirtiliyordu. Bu kesinlikle hepimizin tüylerini diken diken eden bir teklifti. Düşünsenize insanların seyretmek için bile binlerce YTL ödediği bu önemli organizasyonun yarış otomobilini kullanacaktık. Kolay mı?

Gelen davette önemli bir detay ise Formula 1 otomobilini kullanmadan önce alacağımız eğitimlerle ilgiliydi. Çünkü, Formula 1 otomobilini kullanmak, Fransız eğitmenlerimizin de söylediği gibi çoğu zaman bir uçağı kullanmaktan bile zordu ve eğitimler bunun için çok önemliydi.

17 Temmuz sabahı günün ilk ışıkları ile birlikte kendimi gruplara ayrılmış ve piste doğru yola çıkmış bir şekilde buldum. İlk olarak Formula 1’de kullanılan kıyafetler hepimize teslim edildi. Kıyafetleri üzerimize geçirdiğimizde artık her birimiz birer Heikki Kovalainen ya da birer Giancarlo Fisichella olmuştuk bile. Güvenlik amaçlı olarak çok önemli olan kıyafetlerimizle birlikte ilk olarak toplu bir brifinge katıldık. Anlatılan en önemli detaylardan biri bugüne kadar hangi eğitimi almışsak alalım, bugüne kadar hangi yarışa katılmış olursak olalım tüm bildiklerimizi unutup, bize gün boyunca eğitim verecek olan ekibi can kulağı ile dinlememiz ile ilgili olandı.

İLK TESTLERDE ZORLUK ANLAŞILDI

Bizi bekleyen ilk şey kısa bir eğitim toplantısı ve ardından Formula 1 otomobilinin içiydi. İlk defa bir Formula 1 otomobilinin içine eğitim almak için oturuyordum. Dikkatli bir binişin ardından, ayaklarımı altta bulunan karanlık bölümün içine daldırdım. Burada otomobili hissetmem planlanmıştı ve gerçekten de baştan aşağıya kadar otomobili hissediyordum. Direksiyon, pedallar, oturma pozisyonu, kalkış sırasında yapmamız gerekenler (ki en çok bir Formula 1 otomobilini yerinden kaldırmanın zorluğu anlatılıyordu) derken Formula 1 otomobili ile ilgili ilk izlenimlerimizi elde ettik. Buradan öğrendiğimiz şey debriyaj ve gaz ayarının Formula 1’de çok önemli olduğuydu. Ayağınızı gaz pedalının üzerini az ya da çok basmanız otomobilin çalışmamasına bile neden oluyordu. Direksiyon simidi ise ne kadar bizler için çok sadeleştirilmiş olsa bile yine de üzerinde yazanları takip etmek ve vites değişimlerinin de buradan yapılması nedeniyle yine de karışıktı.

Eğitimin ardından kendimizi bir anda fizyoterapistlerin karşısında bulduk. Vücudumuzu tepeden tırnağa kontrol eden, tansiyonumuzdan gözlerimizin durumuna kadar inceleme yapan fizyoterapist ekibi sonrasında F1 otomobilinde karşı karşıya kalacağımız G testini uygulamaya başladı. Sebastien Dezitter kafamızı sağ taraftan iki eliyle tuttuğu sırada bizim ona ters bir kuvvet uygulamamızı istedi. O bir taraftan itiyor ve biz ona diğer taraftan sadece boyun kaslarımızın kuvveti ile karşı koymaya çalışıyorduk. Dezitter bu sırada Formula 1’de boynunuza gelecek olan G kuvvetinin aynı anda onun ittiği gibi 80 kg ağırlığında dört adamın ittiğini düşünmemiz olduğunu söyledi. Hatta bu dört kişi tarafından uygulanacak kuvvet bir Formula 1 pilotunun boynunu karşılaştığı en az kuvvetmiş. Gerçekten de çok zor bir iş. Bu sadece boyun için verilmiş bir örnek. Tüm vücut bu tip bir ters kuvvete maruz kalıyormuş.

Girdiğimiz refleks testlerinin ardından sıra antrenman otomobillerimize geldi. İşte şimdi burada sıkı tutunun... Antrenman otomobillerimiz bile birçok Formula 1 pilotunun yetiştiği Formula Renault otomobilleriydi. Bu otomobillerle ilk 10 turu takip etmemiz gereken lider otomobilin ardından attık. Sonrasında ise asıl şov başladı ve önümüzde ekip liderimiz olmadan bir 10 tur daha piste çıktık.

Fakat burada Türklüğüm ön plana çıktı ve ben bir virajı daha hızlı dönebilirim diye düşünürken hayatımın en hızlı spinlerini attım. Neredeyse 5 turu iki saniye içinde dönen Formula Renault otomobili pistin üzerinde yeniden durduğunda yön duygumu tamamen kaybetmiştim. Şansıma benim bu spinimin hemen ardından bir başka otomobil önümden geçince hangi yöne gitmem gerektiğini anladım ve otomobili çalıştırarak kalan turlarını biraz korkmuş bir şekilde tamamladım.

Sonunda beklenen an geldi ve gerçek Formula 1 otomobili karşımıza çıktı. Tam 700 beygir gücünde olan V10 silindirli motora ve 580 kg ağırlığa sahip olan Formula 1 otomobili pistte tüm ihtişamı ile bizi bekliyordu. İtiraf etmeliyim otomobilin içine geçtiğimde tüylerim zaten çoktan diken diken olmuştu. Çünkü bugüne kadar yüzlerce otomobil kullanmıştım, hatta uçak tecrübem bile olmuştu ama bu bambaşkaydı. Çünkü Fernando Alonso’nun adını tarihe yazdırdığı otomobilin içindeydim ve birazdan ona hükmedecektim ya da o bana. Kalabalık bir ekip etrafıma toplandı ve koltuk ayarları, kemer bağlantıları, direksiyonun montesi, pedal ayarları derken etrafımı şemsiye tutan kızlar sardı. İşte şimdi tamam dedim. Ben artık gerçek bir Formula 1 pilotuyum. Bu hızlandırılmış günde şimdi gözlerim en iyi arkadaşım olarak adlandırılan Michael’daydı. Gözlerimi ondan ayırmadan verdiği talimatları dinliyordum. Artık otomobilin çalıştırılma zamanı gelmişti. Gök gürültüsünü andıran bir ses eşliğinde motor çalıştı. Şimdi gaza biraz daha bas, vitesi ikiye tak ve ellerimi takip ederek debriyajı bırak diyordu karşımda duran Michael. Dediklerini aynen yaptığımda otomobil ağır ağır hareket etmeye başladı ve Michael’dan da artık yalnızsın işareti geldiğinde Paul Ricard Pisti’nde kendimi Formula 1 pilotu olarak buldum. Önümde yalnızca iki tur vardı ve ben otomobilin her şeyini denemek istiyordum. Pit alanına geldiğimde artık dünyanın en önemli insanlarından biriydim.

Uzaya çıkamadım ama F1 pilotu oldum

BUGÜNE kadar iki büyük hayalim vardı. Bunlardan biri, F1 pilotu gibi yarış pistlerinde, diğeri de uzay turisti gibi dünyanın etrafında tur atmaktı. Ne var ki ben sadece deneyimli bir gazeteci olabildim. Tüm hayalperestler gibi, F1 yarışlarını tribünden, uzaya giden turistleri de televizyon ekranından izlemekle yetinebildim. Pist tecrübem, yeni model araçlar için gerçekleştirilen basın lansmanlarından öteye gidemedi. Uzay turisti olmak için de hiç bir zaman yeterince param olamadı.
/images/100/0x0/55eae3c2f018fbb8f89d3aba

Ancak, artık karşınızda, sadece deneyimli bir gazeteci değil 2005 yılında Fernando Alonso'ya "Formula 1'in en genç dünya şampiyonu" ünvanını kazandıran, 700 beygirlik Renault F1'i yarış pistinde kullanmış, eğitimli bir pilot duruyor...

Şimdi, hemen "Hadi sen de oradan. Yıllarca pistlerin tozunu yutmuş, kahrını çekmiş, bu uğurda tüm varlığını ortaya koymaya hazır, yüzlerce, hatta binlerce yarış tutkunu dururken, bunu gerçekleştirmek, sana mı düştü?" diyeceksiniz... Şimdi düşünüyorum da, geçtiğimiz hafta yaşadığım bu deneyim, gerçekten de şaka gibi...

İlk önce, 2004-2005 F1 sezonunda, 19 yarışın yedisini birincilikle tamamlayan Alonso'ya, dünya şampiyonu ünvanını kazandıran iki Renault F1'den birini kullanmak için diğer Türk gazetecilerle birlikte Paris üzerinden Marsilya'ya hareket ettik. Hepimizin beyninde bir çok soru işareti... "Gerçekten de F1 mi kullanacağız?" la başlayan, "Kalkış zormuş. İki haktan fazla verilmiyormuş. Ya aracı kaldıramazsak, karizma çizilir mi?" ye kadar uzanan sorular, Marsilya'nın Paul Ricard Pisti'nin oteline yerleşinceye kadar yanıt bulmaya çalıştı.

FR 2.0'LA AÇILIŞ

Program, ertesi sabah, saat 06.30'da başladı. Altışarlı gruplara ayrılarak, pistin yolunu tuttuk. Hepimize, bedenlerimize uygun Renault F1 Team pilot kıyafetleri dağıtıldı. Bir anda havaya girdik. F1 pilot adayı 24 gazeteciye ilk önce, güvenlik ağırlıklı genel bir brifing verildi. Sıra, 450 kilo ağırlığında, 185 beygir gücündeki Formula Renault 2.0'leri pistte kullanmaya geldi. 6 pilot adayı, Formula Renault 2.0'larin kokpitine geçtik. Bugüne kadar kullandığım hiç bir araca benzemiyordu. Brifingde anlatılanları uygulamaya başladım. Artık, pistteydik. Ancak, viteste sorun yaşıyordum. Aslında sorun demek yanlış. FR 2.0'ın vitesi, brifingde anlatıldığı yerde bulunmuyordu. Çıldırmamak elde değil. Ne vites değiştirebiliyor, ne de hız yapabiliyordum. Tatsız ve yavan geçen ilk turun ardından soluğu pitte aldım. Vitesle ilgili sorunu çözdükten sonra, FR 2.0'ın keyfini çıkarmaya başladım. Virajlarda frene asılıyor, düzlüklerde de vites artırıp, gaza abanıyordum. Fizyoterapistlerin masaj ve test seansından sonra FR 2.0'la gerçekleştirilen ikinci deneyim ise gerçekten de keyif vericiydi.

İLK SIRAYI ALDIM

Profesyonel pilotların eşliğinde Meganlarla yarış keyfini tattıktan sonra hepimizin sabırsızlıkla beklediği F1'in kokpitine yerleşmeye geldi. Uygulamalı brifingin ardından bu kez iki grup bir arada eğitim almaya başladık. Nihayet brifing ve eğitimler bitmişti. Hepimizi sıraya sokmuşlar. Kullanacak ilk iki pilottan biri olarak beni seçmişlerdi. İçimden, "Bende ki şansa bak. En azından bir kaç kişi kullansaydı da bir görseydim" diye geçirmedim dersem yalan olur.

Ancak, apar topar, kendimi F1'in kokpitinde buldum. Emniyet kemerleri ve direksiyon takıldı. Gerekli ayarlamalar yapıldı. Teknik ekip, etrafımı sardı. Bu sırada, flaşlar patlıyor, genç kızlar, başımda şemsiye tutuyordu. Alonso'ya iki yıl önce şampiyonluklar tattıran kokpitte, şimdi ben oturuyordum. Tüm dikkatimle Michael'ın eliyle verdiği komutları izliyor, bir ayağımla gaz pedalına gerektiği kadar, diğeriyle de debriyaja sonuna kadar basıyordum. İşaretiyle gaz pedalında ayağımı sabit tutup, debriyajdan yavaş yavaş çekmeye başladım. Bir yandan motorun çalışmasını ensemde, korkunç gürültüsünü de kulaklarımda hissederken diğer yandan da F1 hareket etmeye başladı. Sonunda pistteydim. Hem de F1'in kokpitinde... Virajlarda, frene, düzlüklerde gaza abanıyordum. Yeterli motor devri sağlanmadan vitesi yükseltemiyor, gaza aniden abandığımda da F1'i öksürüğe tutulmuş gibi sarsıyordum. Hemen ayağımı gazdan çekip, yavaş yavaş hızlandığımda da piste adeta süzülüyordum. Sonunda, turları tamamlayıp, pite girmem için uyarı bayrakları sallanmaya başladı. İşte o zaman ne olduysa şeytan bir anda beni dürttü. Kural tanımayan, haylaz pilotlar gibi davranarak, piti es geçtim. Bu bana fazladan bir tur daha atma şansı yarattı. Ancak, pite girdiğimde de beni koskoca bir azar bekliyordu. Ancak, sonunda iki hayalimden birini gerçekleştirmiştim. Bunun da "Tadına doya doya varayım" dedim. Şimdi sıra, ikinci hayalimi gerçekleştirmeye geldi. Belki, ikinci hayalimi de gün gelir, bir Nasa yetkilisi gerçekleştirir. Kim bilebilir?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!