Bizi birbirimize bağlayan saçmasapan bir saygı değil

Güncelleme Tarihi:

Bizi birbirimize bağlayan saçmasapan bir saygı değil
Oluşturulma Tarihi: Haziran 17, 2006 00:00

Mustafa ve Memet Ali Alabora da 12 Eylül mağdurlarından... İşten atılmalar, dağılan aile ve çocuğunu oyunlarla avutmaya çalışan bir baba... Tempo Dergisi, Mustafa Alabora ve oğlu Memet Ali Alabora ile 12 Eylül’ü konu alan "Eve Dönüş" filminin setinde görüştü.

Şu anda bir 12 Eylül filmi çekiyorsunuz; konusunu anlatabilir misiniz?

MEMET ALİ ALABORA:
Film, Mustafa ve Esma çiftinin 1980 Ağustos’u ile Kasım’ı arasında geçirdikleri bir dönemi anlatıyor. Bu bir 12 Eylül veya işkence filmi değil, ama içinde 12 Eylül ile işkence de var.

- Siz de o dönemin tanıklarındansınız, değil mi?

M.A.A:
Tanıklıklarımı hatırlamam çok zor. Çünkü Türkiye’de 12 Eylül olduğu zaman üç yaşındaydım. Ama devamında babama ve aileme yansıması anlamında tabii bir tanıklık durumu söz konusu.

- Siz o dönemi nasıl yaşadınız?
/images/100/0x0/55eab574f018fbb8f891acc5


MUSTAFA ALABORA
: O sırada Memet’in annesi Betül ile birlikte İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda oyuncu olarak çalışıyorduk. Aradan bir-iki ay geçti, Erol Toy’un "Menekşeciler" oyunu için provalar yapıyorduk. Baktım ki gözlemci olarak provalarımızı izlemeye subaylar geliyor. Bir gün yine tiyatroya geldim, idareye çağırdılar. Elime bir kağıt verdiler, üzerinde "1402 sayılı yasaya göre işinize son verilmiştir" yazıyordu. Memet Ali küçük, para kazanmak lazım... O zaman tabii özel kanal falan yok. Bir tek TRT var; orada radyofonik skeçler, oyunlar yapıyoruz. Televizyonda ise dublaj yapıp, dizilerde oynuyoruz. Bunlar da ortadan kalktı.

- Ne yaptınız geçinmek için?

M.A:
Daha önce Rumeli Hisarı’nda birkaç oyunda oynamıştım. Bu sayede balıkçı arkadaşlarım olmuştu. İşten çıkarıldıktan sonra oradaki balıkçı arkadaşlarımdan biri "Hadi balığa çıkalım" dedi. Birlikte çıktık, yakaladığımız balıkları sattık, elime biraz para geçti. Bunun üzerine "Bari balıkçılık yapayım" dedim. Bir, bir buçuk sene kadar Rumeli Hisarı’nda balıkçılık yaptım. Tabii ki bunları Memet Ali’ye anlatmadım. Zaten daha çok küçüktü, anlayabilecek durumda değildi. Sonradan tabii ki hepsini öğrendi.

- Bu sizi ruhen nasıl etkiledi?

M.A:
Zaten ben 12 Mart döneminde de iki buçuk yıl hapiste yatmıştım. "Bu sefer yırttık" dedim, çünkü ben eski meselelerden dolayı hapse gireceğimi düşünüyordum. Bunun için de bana bir hediye gibi geldi. Ama Memet Ali o zaman küçük bir çocuk; yemek ister, içmek ister, eğlenmek ister. Onları karşılayamamış olmak tabii bir üzüntü yarattı, ama ben kolay adapte oluyorum galiba hayata. Elimden her şeyimi alsanız, gider bahçıvanlık yapar yine geçinirim.

- Balıkçılık yaparken aklınızda kalan en önemli detaylar veya anılar neler?

M.A:
Memet Ali’yi götürürdüm balığa, ama bir oyun gibi hissetmesini sağlamaya çalışırdım.

- Biraz "Hayat Güzeldir" filmi gibi yani...

M.A:
Ama biz onun biraz gerçeğini yaşadık. Evin bakımı var, annem yaşlı, babamı yeni kaybetmişiz. Aynı zamanda Betül’le de o zaman ayrıldık. Şimdi düşündüğüm zaman müthiş şeyler yaşamışız, o zaman fark etmedim onları. Neyse... Ben onu hemen her gün parka götürür gezdirirdim. En ucuz eğlence oydu. Çocuk da dönüşte susuyor. Ama su alacak param yok. Eve doğru giderken, onu hep oyalardım. "Kaptan koordinatları ver" falan derdim.

- Filmde işkence gören birisini oynuyorsunuz. Bu size neler hissettirdi?

M.A.A:
Bazen derler; bu rolü oynarken şöyle hissettim, böyle hissettim. Ama ben hiç önem vermezdim. Roldü çünkü. Burada farklı bir şey oldu; fiziksel olarak kötü bir koşul içerisindesiniz ve bu çok ağır. Tabii işkencedeki gibi bir acı çekmeniz mümkün değil. Ama gözleriniz bağlandığı ve olay sizin etrafınızda dönmeye başlandığından itibaren fiziğiniz çok tuhaf tepkiler veriyor. Bu psikolojik de değil, bedensel. Düşünüyorum da oyuncu olmasına da gerek yok, herhangi birinin elini gözünü bağlayın, çırılçıplak bırakın, tepkilerini izleyin. Ama onların yaşadığı travmayı anlamama imkan yok. Biz elimizden geldiği kadar bunu anlamaya ve yaklaşmaya çalıştık.

- Rol olarak bile olsa oğlunuz işkence görüyor, bu size neler hissettirdi peki?

M.A:
Ben bir oyuncuyum, şu anda bana bir şeyler hissettirmiyor. Ama sonrasında perişan olacağım herhalde.

M.A.A: Filmi seyrederken babam hüngür hüngür ağlamazsa, benim adım da Memet Ali değil! Ama ben çok iyi oynadığım için değil, babam zaten ağlayacak.

- Baba-oğul olarak şimdi ilişkiniz nasıl?

M.A.A:
Çok kötü, anlaşamıyoruz.

M.A: Biz dünyada çok az insanın becerebileceği baba-oğul ilişkisini kurduk. İlişkimizi dostluğa çevirebildik. Bizim yıllardır banka hesaplarımız bile birdir. Hatta o meşhur olmadan önce, ne alırsam onun üzerine yapıyordum. Bir gün bir arkadaşım "Sen yanlış yapıyorsun. Yarın bir gün evlenir, karısı seni istemez, evden atar, perişan olursun" falan dedi. Ben de karşılık olarak "Memet Ali böyle bir şey yapmaz. Yaparsa, ben onu eğitirken yanlış bir şey yapmışım diye düşünürüm" dedim. Oğlumla altlı üstlü aynı evde yaşıyoruz. Her ikimizin de kendi evlerinde özgürlük alanları var.

M.A.A: Aynı evde oturmamızdan değil, öyle olmasa da biz çok görüşen bir baba-oğuluz. Annemle de aynı. Çünkü aynı zamanda çok iyi arkadaşız. Yoksa her baba-oğul çok görüşmek zorunda değildir.

Açken çok sinirli oluyoruz

- Anlaşamadığınız noktalar var mı?

M.A.A:
Hem de çok!

M.A: Olacak tabii! Ben Memet Ali’yi yetiştirirken çok kitap okudum. Pedagojiyle ilgili, beslenmeyle ilgili... Orada bir cümle vardı, hangi kitap olduğunu hatırlayamıyorum ama, "Evet o sizin çocuğunuz, ama sizden farklıdır" deniyordu. İlişkimizi bunun üzerine kurduğumuz için Memet Ali ile kişilik çatışmasına ya da kuşak çatışmasına girmedik. O yüzden anne ve babaların çocuklarını kendilerine benzetmeye çalışmamaları lazım.

M.A.A: Zaman zaman tartışırız da. Her ikimiz de kendi sesimizden gaza gelip yüksek sesle konuştuğumuz için uzaktan görenler korkarlar. Bir de baba-oğul ilişkisi çok sakat bir ilişkidir. Çünkü aynı zamanda bir iktidar ilişkisidir. Mitolojiden de bildiğimiz gibi oğul bir şekilde babaya ihanet eder ve bir süre sonra da onun yerini alır. Bu zorunlu bir ilişkidir, ama bizimkinin öyle bir zorunluluğu yok.

M.A: Gerçekten öyle bir iktidar ilişkisine girmedik. Nazım Hikmet’in çok güzel bir sözü vardır, "Babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geri" bu sözü hep aklımda tuttum. Bir de ikimiz de aç olunca çok sinirli oluruz.

M.A.A: Gerçi ben artık o konuda kendimi frenlemeye çalışıyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!