Biz üçümüz birbirimize hayranız

Güncelleme Tarihi:

Biz üçümüz birbirimize hayranız
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 05, 2008 00:00

Sabahlara kadar stüdyoda çalışmışlar, ayılmak için bir duş alıp geldiler. Biz hep böyleyiz, gece yaşıyoruz, Taksim değil Vampir Trio bizimkisi, diyorlar. Yaratıcılığın bazı bünyeler için şart koştuğu bu hayat ritmine alışsalar da dalgalarını geçiyorlar.

Bağlamada İsmail Tunçbilek, klarnette Hüsnü Şenlendirici ve kanunda Aytaç Doğan. Üçü de çocukluk arkadaşı. Aileler birbirine geçmiş büyük bir sülale gibi. Dört yıl önce kurdukları Taksim Trio’yla canlarının istediği müziği yapıyorlar. Ne gelecek ne de satacak kaygıları var. Konserlere keyiflerine göre çıkıyorlar. Yorgunlarsa röportaj ya da tv programı tekliflerine hayır diyorlar. Ama bu arada Doublemoon’dan çıkan albümleri çok iyi satıyor. Dünyanın her yerinden konser teklifi alıyorlar. Dinleyenler oturdukları yere çakılıp kalıyor, huşu içinde bu birbirine uyuşmaz diye bilinen üç enstrümanın döktürdüklerini dinliyorlar. Onlara göre bunu sebebi biraz da gamsızlıkları. Hırslarını sadece daha iyi çalmak için enstrümanlarına akıtmaları. Ve tabii birbirlerini çok iyi tanımaları. "Bilmek, duymak, icraat üçü bir arada olduğunda güzel müzik çıkıyor" diyorlar. Mest Rakı’nın sponsorluğunda 7 Temmuz akşamı Aya İrini’de Zakir Hüseyin’le bir konser verecek olan Taksim Trio’yla stüdyolarında buluştuk, hikayelerini dinledik.

Onlar artık öyle bir hale gelmiş ki akort bile yapmadan çıkıyorlar sahneye. Tabii ilk anda akortları tutmuyor ama Hüsnü bir üflüyor, Aytaç kanundan bir tın, İsmail bağlamadan bir tıngırt çıkarıyor. Taksim Trio yerine oturuyor. O anda, sahnede akortlar ve enstrümanlar ve ruhlar yan yana geliyor.

Sebebi çok basit. İsmail anlatıyor: "Annemi ne kadar tanıyorsam, Aytaç’ı da o kadar tanıyorum. Gözlerimi açtım dünyaya, Aytaç’ı gördüm. Hüsnü de öyle. Onun annesinin canı sıkılsa benim anneme gelir anlatır. Çok yakınız çok."

İsmail Tunçbilek, yarı laz yarı çingene. Aytaç Doğan, Kürt bir çingene. Hüsnü Şenlendirici, Bergamalı Alevi bir çingene. Üçü de ortaokuldan terk. İsmail ve Aytaç bir Bursa mahallesinde hayata başlayıp, İstanbul’da devam etmişler. Bergama’daki Roman mahallesinden kalkıp gelen Hüsnü’yle İstanbul’da tanışıp buluşmuşlar. Daha çok küçükken. Üçünün de babası müzisyen. Müzik yapmalarındaki en önemli sebep, onları enstrümanlarıyla ilk tanıştıran da zaten babaları. Aytaç küçükken gitar çalmak istermiş. Daha havalı ve değişik geldiğinden. Fakat mahalleden bir arkadaşında görüp beğenmiş kanunu. İlk duyuşta aşk! Orta ikiye geçtiğinde, sıkıldım bu okuldan demiş ailesine. Ailenin tek erkek evladı olduğu için bütün hayaller, onun deyimiyle bütün film onun üzerinden kurgulanırmış. O yüzden okulu bırakıyorum kararı büyük bir aile sofrasında büyük bir fırtına koparmış. Bir tek dedesi arka çıkmış Aytaç’a. Getirmiş sofraya kanunu, oğlan kanun çalacak, istediğini yapacak, konu kapanmıştır demiş.

İsmail’in babası müzik öğretmeni. Müzik onun için hem aşk hem hırs. Oğlunun yeterince bağlama çalışmadığını düşündüğünde çok sinirlenirmiş. Üç kez bağlamayı kafasında paralamış. Lafın gelişi değil, gerçek! "Ben babamın inadı uğruna böyle çalar oldum" diyor İsmail. "Babamın Bursa’da çalıştığı gazinoda bağlamacı Faik Abi vardı. Sahnede artistlik yapardı. Şöyle iyiyim, böyle iyiyim derdi. Babam da ona bir keresinde, beni kastederek, öyle bir bağlamacı yetiştireceğim ki sen eline bir daha mızrap alamayacaksın Faik demişti. O yüzden bana bu kadar yüklenirdi."

EŞŞOLEŞEK BU ALETİ YA ÇALMAYI ÖĞREN YA DA GİT

Hüsnü Şenlendirici’nin sülalesi klarinetçi. Üstadı olduğu enstrüman, bir aile geleneği yani. Hüsnü, 6-7 yaşlarındayken dedesinin saksafon, trompet, klarnet kiralayan dükkanına girer, bütün vaktini orada geçirirmiş. "Orası benim oyun alanımdı. Bütün enstrümanları çalmayı dener, adamcağızın akşama kadar kafasını şişirdim. Birgün dayanamayıp ’Eşşoleşek yeter artık ya al şunu adam gibi çalmayı öğren, ya da git buradan’ dedi. Klarineti o zaman elime aldım. Bana Harman Dalı’nın ve Mastika’nın nasıl çalınacağını öğretti. Sonra da kendim ilerlettim. Zaten bütün mahallenin elindeydi klarnet. Uyanırdım yan evden, karşı sokaktan klarnet sesi yükselirdi. Çingene mahallesi böyle işte."

MISIRLI AHMET’İN PEŞİNDEN ÇÖLE GİTTİK, DELİRDİK

İlk gençlik yıllarında Hüsnü rahmetli babasıyla dünyanın çeşitli yerlerinde klarnet konserleri verdi. Aytaç ve İsmail ise kapağı Ortadoğu ülkelerine attı. "Mısırlı Ahmet çocukluğumuzda Aytaç ve benim yaptığımız müziği kaydeder, Ortadoğu’daki müzisyenlere dinletirdi. Ahmet Abi’nin peşinden gittik oralara" diyor İsmail. Bir gün Mısırlı Ahmet, İsmail ve Aytaç’a "Her şeyi bırakın gelin benimle" deyince, 20 yaşlarında kendilerini Sina Çölü’nde buldular. Sadece yiyecek içecek almak için uğradıkları kasabanın bile iki saat uzakta olduğu çölün ortasına kurdukları çadırlarda kaldılar. Enstrümanlarıyla baş başa. "Bu bir arınma ve kendini bulma vaktiydi bizim için" diyor Aytaç, "Biraz delirdik tabii ama enstrümanın ciğerini ancak orada, öyle delirerek çözdük."

Hüsnü’ye göre Aytaç ve İsmail’in bu macerası, Arap yarımadasında geçirdikleri vakit, Ortadoğu müzik piyasasını değiştirdi: "Yeni yetme dönemlerimizde Arabistan’da yapılan müzikler ara sıra elimize geçerdi. O albümler bizim için ulaşılmaz güzellikteydi. Hayal gibi gelirdi. Ama İsmail ve Aytaç oralara gittiğinde asıl hayalle karşılaşan Araplar oluyor. Aytaç’ın çaldığı kanunu görünce şok geçiriyorlar. Örneğin Araplar için kanunun rengi kırmızı. Aytaç onlara bir gökkuşağı sunuyor. Tavuskuşu gibi karşılarına çıkıyor. Örneğin Arapların kanunu 60 km ile giden bir araba. Aytaç onların yanından 220 km ile geçip gidiyor. Şimdi oradan gelen albümleri dinliyorum, bariz bir şekilde Aytaç’ın kanun tekniğine ve İsmail’in aranjmanlarına özendiklerini görüyorum."

ALBÜM İKİ GÜNDE, GRUBUN ADI AMSTERDAM YOLUNDA ÇIKTI

Çeşitli orkestralarda ya da albümler için çalarken dört sene önce bir sohbet arasında "Abi ya ölmeden üçümüz bir şey yapalım" derken kurdular Taksim Trio’yu. İsmini cismini koymadan stüdyoya girdiler. Henüz albümleri yokken Amsterdam’da bir konsere davet edildiler. Plakçıları Doublemoon’dan arkadaşlarıyla konser yolunda karar verdiler: Grubun adı Taksim Trio olsun! Ne de olsa Taksim dünyanın kalbi, hem de duygumuzu enstrümanlar aracılığıyla taksim edişimizi de çağrıştırıyor... Konser dönüşünde stüdyoya girdiler. Listelerin en üst sırasından inmeyen albümlerini plansız programsız, doğaçlama yaparak sadece iki günde kaydettiler. "Bu öyle konserler yapalım, albümler doldurup başarılı olalım diye kurduğumuz bir grup değil. Ne gelecek ne de satacak kaygımız vardı. Keyfimizin grubu bu. Hırsımız sazlarımızla. En önemli özelliğimiz de birbirimize hayran olmamız" diyor Hüsnü.

BİZİM ALBÜM DİNLENİR EĞLENDİRMEZ

Geçen gün bir arkadaşımız aradı. Mangal yapıyoruz sizin albümü dinliyoruz dedi. Biz de "Yav bizim albümü masaya meze yapmışsınız" diye takıldık. Ama doğrudur. Bizim müziğimiz dinlenir, bizim albümle eğlenilmez. Arabada giderken, yemek yerken ya da sohbet esnasında koyup dinliyorlar.

Onunla aynı sahnede olacağız, çok heyecanlıyız

Doğaçlama çok stresli bir şey özellikle konser öncesinde. Berbat etme ihtimali var. Ama insanın enstrümanıyla arasındaki mesele temel bilgilerin ötesine geçmiş, enstrümanla karakter uyuşması yakalanmışsa bir şekilde doğaçlamayı başarabilirsiniz. Biz bütün konserlere öyle çıkıyoruz. Önceden planlasak bile çoğu zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor. Mesela Hüsnü ya da Aytaç çalmayacağı bir yerde hissediyor ve giriyor. Geri kalanımız da o sırada ona saygı duyup biraz çekiliyor, ona kaldırıcı kuvvet oluyoruz. Sahnede konser anında oluyor tüm bunlar. Ama Zakir Hüseyin’le bir gün boyunca prova yapacağız. O kadar büyük bir müzisyen ki bizim için, çok heyecanlıyız. Çünkü o çok üst seviyede dolaşan, enstrüman çalmanın nirvanasına ulaşmış bir adam. Çocukluğumuzdan beri dinliyoruz ve şimdi aynı sahnede konser vereceğiz. Daha büyük bir heyecan olabilir mi?

HİNT MÜZİĞİNİN USTASI ZAKİR HÜSEYİN

7 Temmuz’da Taksim Trio ile konser verecek olan Zakir Hüseyin, Pakhawaj tekniği diye adlandırılan bir stil geliştirerek Hint müziğinin geleneksel çalgısı tablanın en iyilerinden biri haline geldi. 70’lerin başından bu yana sürdürdüğü müzik kariyerinde Beatles şarkıları cover’ları yapan, Hint müziğini cazla karıştıran gitarist John McLaughlin’nin önderliğindeki Shakti grubunun yanı sıra, Van Morrison, Bill Laswell, George Harrison ve Ravi Shankar gibi müzisyenlerle çalıştı. "Kıyamet", "Küçük Buda" gibi filmlerin soundtrack’lerinde tabla çaldı. 2001 "World Music" dalında Grammy ödülü sahibi ve 2002 Grammy adayı oldu.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!