Güncelleme Tarihi:
Arkın Ilıcalı 1966’da Bursa’da muhasebeci baba ve ev hanımı annenin çocuğu olarak doğdu. “Çevremde sanatla ilgilenen kimse yoktu” diyor. Hayatının ilk dönüm noktası İstanbul Üniversitesi Basın Yayın’ı kazanması. İlgisini gazetecilikten çok fotoğraf çekti, o sıralar pek yaygın olmayan ebru sanatıyla da ilgilendi.
Yaşamındaki ikinci dönüm noktasıysa iki haftalığına sergi açmak için gittiği Kanada’da yıllarca kalması: “Ebru üzerine bir konferans vermemi istediler. Sonra da University of Saskatchewan Güzel Sanatlar Bölümü’ne burslu kabul ettiler. Henüz 20’lerinde İngilizce bile bilmeyen bir genç için büyük fırsattı.”
Ilıcalı 1992’de yılda sadece dört öğrenci kabul eden Concordia Üniversitesi’nde burslu yüksek lisans yaptı. Hayatını kazanmak için de bir barda temizlik, vestiyerlik ve barmenlik yaptı. Bir gece DJ’in gelmemesi yoluna müzikle devam etmesine sebep oldu. 1992’de Toronto’daki bir festivalde tekno bir parçaya ney taksimi ekleyince çok ilgi çekti. Tasavvuf müziğinin sadece belli bir dünya görüşündekilerce yapıldığı algısını değiştirmeye çalışırken, ustaların bir kısmını kızdırdı. Fakat ‘Hala müziğini çok sevmiyoruz ama senin vasıtanla çok kişi ney dinlemeye başladı’ yorumları da aldı.
SESLE RESİM BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR
Aslında görsel sanatlardan mezun olup hayata müzikle devam ettiniz. Pişman mısınız?
- Hayır. Her şeyin bir zamanı vardır. Hiçbir zaman kendimi sanatçı olarak görmedim. Bunlar hayatta kendi yolumu bulma öğelerim. Albümleri yaparken, gördüklerimi sesle anlatmaya çalışmışım. Şimdiyse sesleri resimlerle anlatmaya çalışıyorum. Hepsinde rastlantısal olarak melodik bir hareket var.
İkisinde de iyi olduğunuzu düşünüyor musunuz?
- Kendimi ‘iyi’ olarak tanımlamam. Hâlâ öğrenmeye çalışıyorum. Eğitiminden dolayı, görsel sanatlarda müziğe göre daha tecrübeli sayılıyorum. Hiçbir zaman ustalarımızın üflediği gibi ney üfleyebildiğimi düşünmedim. Müziğim de resimlerim de çok samimi. Entelektüel dünyadan sıkılıyorum. Beni bir sanat eserinde heyecanlandırabilecek tek şey samimi olması. Bu yüzden de resimlerin sunumu da alıştığınızdan farklı, bazı eserlerin üzerine ‘Dokunmamak Yasaktır’ yazısı koyacağım.
Tasavvuf, resimlerinizde etkili oluyor mu?
- En büyük sıkıntılarımızdan biri tasavvufun hayattan kopuk bir şey gibi algılanması. Mevlana’ya büyük Türk düşünürü, derler. Halbuki hayatı aşkla yaşayan biri sadece. Yemek, resim, müzik de yapsanız tasavvuf doğal bir yansımanız. Bu resimlerin bütünü de benim yansımam. Kimilerinde fotoğraflarım da var. Günlüğümü okuyormuşum gibi geliyor.
ASLINDA SIKICI BİR İNSANIM
Farklı kültürlerin temsilcileri de dikkat çekiyor...
- Beni anlatan dervişler, budalar, Gandhi, Musa, İsa ve daha pek çok kahraman. Hepsi dinini kendi dönemlerinde farklı şekillerde anlatmış.
Müzik ve resmi kenara koyduğunuzda neler yaparsınız?
- Benimle yaşıt sekiz bisikletimle dolaşmaya bayılıyorum. Uçurtma merakım da çok. Köpeklerimle tabiatta dolaşmayı seviyorum.
Konuşurken eliniz kolunuz durmuyor. Biraz hiperaktif misiniz?
- En yorgun olduğumda bile bir galeriye girdiğim ya da müzik dinlediğimde hiperaktifleşiyorum. Heyecan değil, sadece hareketlerimi kontrol edemiyorum. Halbuki sıkıcı bir insanım. Çok konuşmam, görünmez olmaya çalışırım, çok misafir ağırlamam.
ÇÖP KARIŞTIRMAYA BAYILIYORUM
Geri dönüşümlü malzemeleri seviyorum. Bir resmim diğer resimlerinden artan kağıtlardan yapıldı. Bir diğerindeki okul karnelerini çöplükten çıkardım. Maskeler bit pazarından, taçlar da çamurun içinden. Fotoğrafların bir kısmını Amsterdam’da çöplükte buldum. Resimlerimde kuru kafalar, goriller, tarot kartları, hologramlar ve şerit görüntülü bir teknik kullandım.