Güncelleme Tarihi:
Oğuz bir yedek parça dükkanı açmış. İlla “Gelip görmen lazım abi!” diye tutturdu. Gerçekten de bir “Hayırlı olsun!” ziyareti şart.
Verdiği telefon numarasını aradım, adresi adam gibi alayım diye, Tarlabaşı tarafında sürüsüne bereket parçacı var çünkü.
Aradım. Telesekreter cevap verdi.
- X Limited. İf yu vuant to continiyu in ingliş, pliz pres nayn.
Allah Allah? Demek ki bayağı büyük bir yer açmış bizimki...
- X Limited Şirketi’ne hoş geldiniz. Dahili numarayı biliyorsanız lütfen tuşlayınız. Muhasebeye bağlanmak için (1) - Teknik Danışma’ya bağlanmak için (2) - Satış-Pazarlama’ya bağlanmak için (3) - Depo Müdürlüğü’ne bağlanmak için (4) - Satın Alma’ya bağlanmak için (5) - Yönetim Sekreterliği’ne bağlanmak için (6) tuşlayınız. Bu mönüyü tekrar dinlemek için (0) taşlayınız. Santrale bağlanmak için lütfen bekleyiniz.
Oğuz’ın dahili numarasını da, sekreterinin dahilisine de sormamışım, santralle görüşmek için bekledim.
Bir kere çaldı, iki kere çaldı, beş kere çaldı... Açan yok!
Tekrar aramayı unuttum ben de.
Aradan bir iki gün geçti, bu sefer Oğuz aradı cebimdem.
- Serdar Abi, Hürriyet’in oralardayım. Geçerken seni alayım, benim tükanı bir gör be...
Aldı beni kapıdan, Tarlabaşı’na kadar sohbet ede ede gittik.
Ara sokaklardan birine girdik. Kaldırıma park etti. Cebinden bir tomar anahtar çıkardı. Eğilip bir dükkanın demir kepengini açtı, “Bismillahirrahmanirrahim” dedik, girdik.
3’e 4, kıytırık bir dükkan. Duvarlarda elden düşme çelik raflar, yarısı boş, bir tane Masis masa, üstünde bir telefon, bir de bilgisayar.
Ne bir çalışan, ne bir sekreter, ne muhasebe...
- Ulan Oğuz!
- Buyur abi?
- Telefon ettim geçen gün, if yu vant to continiyu in ingiliş filan...
- Ya abi o trişkadan o be, sen de inandın mı Alla’sen? Hani telefonla arayan olursa büyük şirket ayağı... Ben bir başımayım burada baksana. Bir bankaya mankaya gittik mi, dükkanın kepengini indirip çıkıyorum.
*
Zihni Amcam bir zamanlar - banker furyası günlerinde - “önemli bir bankerin” bürosuna gitmişti unuttuğum bir sebeple. Kapıda Mercedes, ikişer üçer korumalar, mini etekli bol boyalı sekreterler... Ama Zihni Amcam’ı en çok, bankerin basket sahası büyüklüğündeki maun masanda duran, her biri ayrı renkte, 7-8 telefon etkilemişti.
Aylarca sonra, batan bankerin bürosunu mali polis bastı, eşyasına el koyuldu, bu arada masanın üzerindeki telefonların hattı bile olmadığı, kablolarının arkadan birbirine bağlı olduğu ortaya çıktı, çok güldük.
Gerçi benim böyle masum ticarî yalanlara söyleyecek lafım yok ya...
*
(AYFER HANIM BU BÖLÜMÜ OKUMASIN. TEKRAR VAR, TANSİYONUNA İYİ GELMEZ!)
Bir turizm acentası açtık iki arkadaş, yurtdışından turist getireceğiz. Ortağımın tanıdığı büyük bir Fransız acentacı geldi İstanbul’a, Türkiye’de bir tatilköyü kiralayacak, biz de operasyonu üstleneceğiz.
Ama iki ortak, bir sekreter, bir de odacıdan ibaret bizim ajans. Böyle dandik ajansa kim kız verir?
Adamın geldiği gün, hiç unutmam, ikimizin eşi geldi, benim Kemal yetişti, bir iki arkadaş daha katıldı. Acentada bir faaliyet bir faaliyet. Üç sekreter telefonlara, telekslere yetişemiyor. Biz yabancı acentacıyla toplandı halindeyiz, muhabeseci (kılığında Kemal) elinde bir faturayla geliyor, benden imza alıyor, sekreter kız (mesela eşim) acele bir teleks getirip ortağıma fikir danışıyor, ikide bir telefon bağlanıyor odaya, bir İngilizce cevap veriyoruz, bir Fransızca, bir Türkçe...
Derken, ortağım onuncu defa içeri giren sekreter kıza çıkışıyor:
- Yavrucuğum bırakın da bir yarım saat görüşmemizi yapalım. Yeter, artık telefon filan bağlamayın!
*
Yılların acentacısı yedi mi, yemedi mi bilemem. Anlaşma yapmak üzere kalkıp biz onun bürosuna gittiğimizde, bana “Biz sizinki kadar büyük bir acenta değiliz, görüyorsun” derken dudağındaki gülümseme bana manidar gelmişti...