Avrupa Birliği (AB) cephesindeki Türkiye dostlarından biri olarak tanıdık onu. Avrupa Parlamentosu’ndaki tarihi oturumlardan birinde heyecanla Türkiye için “evet” pankartı açanlardan biri de oydu, dost acı söyler diyerek yönelttiği eleştiriler nedeniyle, meşhur 301. maddeden yargılanmanın eşiğinden dönen de ta kendisi. Önce bir Türk kadınına sevdalandı, ardından da 10 yıl önce sadece masasındaki dosyalardan biri olarak gördüğü Türkiye’ye. Öyle ki Üsküdar’da sade ve dingin bir hayatı, Brüksel-Strasbourg-Amsterdam üçgenindeki şaşaalı siyaset arenasına tercih etti.
Geçen yıl bıraktığı AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığı unvanı tam olarak bilinmese de, ismi tam olarak telaffuz edilemese de, Joost Lagendijk İstanbul sokaklarında tanınmadan yürüyemeyen bir yüz.
AKTİF SİYASETTEN EMEKLİÜsküdar İskelesi’nde ya da pazarda karşılaştığı komşularının çoğu onun artık Avrupa Parlamentosu’ndaki karar alıcılardan biri olmadığının farkında değil. Brüksel gündemindeki önemli kararlara artık imza atamayacak olsa da Lagendijk, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde Türkiye’nin AB üyeliği için çalışmaya devam ediyor. Eleştirileri de artık eskisi gibi gazete manşetlerine taşınmıyor. Ancak Türkiye’yi Avrupa standartlarına taşıyacağına inandığı beklentileri, bıkmadan usanmadan Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde yazmaya devam ediyor.
Gazeteci Nevin Sungur ile evlendikten sonra kendisine taktığımız “milli damat” lakabını çabucak benimseyen Lagendijk, bizden biri gibi aramızda yaşamaya da 8 ayda çoktan alışmış. Bizi evinde ağırlayan taze İstanbullu Lagendijk ile daha çok yeni şehrindeki hayatını konuştuk ama kan çekti aralarda siyasete girmeden de edemedik. Evin kıdemli kedisi Badem pek ortalarda gözükmedi, buna mukabil 5 ay önce sokaktan transfer ettikleri Cingöz, Sebati’nin kadrajına girebilmek için tüm numaralarını sergiledi. Avrupa’daki üçgeninde vazgeçmediği bisikletin yerini İstanbul’da vapurun aldığını öğrenince, kar buz demedik, sohbetimizi Üsküdar-Kabataş hattında tamamladık.
EZAN HAYATIMIN BİR PARÇASI HALİNE GELDİ
Ekim 2006’da evlendiniz ve Brüksel merkezli bir düzen kurdunuz. Geçen bahar ise bu kurulu düzende eşiniz dışındaki her şeyden vazgeçen kararlar aldınız. Hayatı İstanbul’a taşıma fikri kimindi? - Nevin’le evlenmeseydim büyük ihtimalle İstanbul’da yaşamayı düşünmezdim. Ancak Türkiye’ye dönmek isteyen Nevin değildi, ben istedim. 11 yılın ardından Avrupa Parlamentosu’nu (AP) bırakmaya karar verdiğimde, Türkiye-AB ilişkileri üzerine çalışmaya devam etmek istediğimi biliyordum. Hangi iş buna olanak sağlar diye düşünürken Güler Sabancı ile tanıştım. Sabancı Üniversitesi’ndeki özgürlükçü ortamı görünce kararımı verdim. Bir devlet üniversitesinde çalışmak zor olabilirdi.
Avrupa siyasetinin tam göbeğinde, medyanın yoğun ilgisi altında geçen onca yıldan sonra daha dingin bir düzene yönelince hayatınızda boşluk olmadı mı? - Nevin de, birçok dostum da, AP’deki görevimi ve sahip olduğum ayrıcalıkları özleyebileceğim konusunda uyardılar beni. Tüm bunları biliyordum. Siyasetin ritmini seviyordum ama bugün siyasetçiliği kesinlikle özlemiyorum. Hayatı daha düşük bir tempoda yaşamaktan keyif alıyorum. Gazeteciler artık her gün aramıyor ama yine de telefonum sık çalıyor. Türkiye’de hâlâ tanınan bir yüzüm. Sokakta tanınmadan yürümem pek mümkün değil. İnsanlar arkamdan ismimi sesleniyor.
Neden Üsküdar? - Aslında ilk başta daha çok Avrupa yakasında ev baktık ama sonra bu evi bulduk ve çok sevdik. Anadolu yakası daha sakin, daha yeşil. Vapurla karşıya geçip hemen Galata’daki işyerime ulaşabiliyorum. Benim hayatım aslında İstanbul standardına göre oldukça rahat. Bazen trafiğe yakalanıyorum ama sık değil. Okuma ve yazma yapacağım günlerde evde kalmayı tercih ediyorum zaten.
Brüksel ve Amsterdam’da üzerinden inmediğiniz bisikletin yerini İstanbul’da vapur aldı anlaşılan... - Hollanda’da iki bisikletim vardı. Biri şehir için, diğeri dağ bisikleti. İstanbul’a taşınırken Nevin, “Bisikletleri götürme, yollar çok tehlikeli” dedi. Ama getirdim. Buradaki Hollanda Konsolosu arkadaşım. Küçük bir Hollandalı grup var, İstanbul’da bisiklete binilebilecek yerleri keşfediyorlar. Bisikletimi tamir ettirdim, bahar gelince ben de onlara katılacağım.
İstanbul’a alışmış görünüyorsunuz, peki ya ezan sesine? - Evin konumu nedeniyle çok yüksek gelmiyor. Hayatımın bir parçası haline geldiği söylenebilir. Ama bazı camiler sesi çok yüksek tutuyor. Mesela vapur Üsküdar İskelesi’ne yanaştığında karşı camideki ezan duyuluyorsa, “Bu kadarı biraz fazla” dediğim oluyor.
Hem bu kültürde bir yabancı hem de ateistsiniz. Türkiye’de yaşamanın herhangi bir zorluğu var mı? - Bir ateist olarak İstanbul’da yaşamakla Konya’da yaşamak farklı olsa gerek. Burada çok farklı insanlar beraber yaşıyor, son derece inançlı Müslümanlar da var, Müslüman olup aktif olarak ibadet etmeyenler de. Ben şahsen bugüne kadar hiçbir baskıyla karşılaşmadım. Ama ülkenin başka yerlerinde dinin, hayatın baskın bir unsuru olduğunu biliyorum. İstanbul’da dinden kaçmak için çok özel çaba sarf etmenize gerek yok. Tabii İstanbul’un da hangi semtinden bahsettiğimiz önemli.
MUHAFAZAKÂR HAYATIN ARKASINDA İKTİDAR RÜZGÂRI VAR Türkiye’de son 20 yılda, muhafazakârlık daha etkin hale geldi. Daha önce kamusal alanda fazla görünür olmayan muhafazakâr değerler yükselişte. AK Parti de bunun siyasetteki sembolü. Bu yaklaşım yükselişte olduğu için AK Parti iktidara geldi de denebilir, AK Parti iktidarda olduğu için bu yükseliş hızlandı da denebilir. Tanıdığım birçok insan bu tarz bir hayat sürmüyor ve bu yükselişten kaygılı. Bence dini bir hayat süren insanlara dokunulmadığı sürece sorun yok. İstanbul’un birçok yerinde hâlâ iki tarzı da yan yana bulmak mümkün ama bir tanesinin arkasında daha güçlü bir rüzgâr var, çünkü kendilerini temsil eden siyasi parti iktidarda. Hayat tarzları arasındaki çekişme sürüyor ve sürecek. Bu Türkiye’nin geçmekte olduğu sosyolojik dönüşüm sürecinin bir parçası.
TÜRBAN: ÖĞRETMENE HAYIR, ÖĞRENCİYE EVET Türkiye’deki laiklik tanımının biraz fazla katı olduğuna yönelik eleştirilere katılıyorum. Ancak bu tartışma ne yazık ki sağlıklı bir zeminde yürümüyor. Bu yorumu biraz yumuşatmalı demek laikliği silelim demek değil. İlk önce hangi laiklik bize uyar sorusuna yanıt aramak lazım. Mesela İngiltere’de dini sembollerin kullanımında çok özgürlükçü bir laiklik tanımı var, bu Türkiye için iyi bir model olmaz bence. Ben kamu görevlilerinin devlet adına hizmet verirken dini semboller kullanmaması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmen, polis, hastane personeli, yargı personeli hangi dine mensup olduğunu sergileyecek bir görüntüde olmamalı. Türban tartışması üzerinden anlatırsak; öğretmene hayır öğrenciye evet.
JOOST’UN İSTANBUL’UEn sevdiği semt: Cihangir
En sevdiği lokantalar: Asmalımescit’te
En sevdiği tarihi mekân: Piyer Loti
En sevdiği cadde: İstiklal
Şehrin en güzel mevsimi: İlkbahar
Şehrin en sevdiği saati: Sabah gün ağarırken
Şehri en iyi tasvir eden sanatçı: Ara Güler
Şehri en güzel anlatan kitap: Murat Belge kitapları
JOOST’UN SÖZLÜĞÜNDEN
Abdullah Gül: Dürüst
Tayyip Erdoğan: Karizmatik
Ahmet Davutoğlu: Akıllı
Deniz Baykal: Orada olması talihsizlik
Devlet Bahçeli: Yüzde 15’ten daha fazlasını temsil etmemesi şans
Orhan Pamuk: İstanbul’da rahatça yaşayamaması üzücü
Hrant Dink: Büyük kayıp, Türkiye’nin yüzünde derin bir yara
Sezen Aksu: Güç
Osman Baydemir: Potansiyel lider
Abdullah Öcalan: Geçmişin bir ürünü ve geçmişte kalması gereken
Daniel Cohn-Bendit: Birlikte çalışmayı özlediğim (AP Yeşiller Grubu Eşbaşkanı)
Nicholas Sarkozy: İyi hatip
Barack Obama: Hâlâ bir şeyleri değiştirebileceğini ummak istediğim