Güncelleme Tarihi:
Cihangir sokaklarında duyduğunuz saksofon sesini takip ederseniz, Ata Demirer’in kapısına varırsınız.
Nefeslilere takık şu ara. Klarnette bir sıkıntı yaşamıyor ama saksofona geçtiğinde tavandan, duvarlardan “tık tık” sesler geliyor. Belli ki arada komşuların başı ağrıyor. “E haklılar, pavyona çevirdim evi” diyor Ata.
“Eyyvah Eyvah”ın ikincisini çekerken almış eline aleti, tıngırdata tıngırdata öğrenivermiş. Öyle böyle iddialı değil. “Kürşat Başar benden korksun” diye kükrüyor, “Geliyorum. Alacağım ekmeğini elinden”!
“Bizde cazlama yok. Ben direkt kafadan Fasulye’ye giriyorum saksofonla” diye de ekliyor.
Bin kere anlattığı çocukluğu, ailesi, sahne-albüm çalışmaları, gelecek projelerine falan hiç girmedik. Etrafta olup bitenle ilgili damardan bir geyik muhabbetine daldık.
"BİRİLERİNİ EZİP KURTULSUNLAR İSTİYORUM"
Bugünlerde kafanı neler meşgul ediyor?
- Kafam şeyle meşgul... Şu kaçan boğalar, danalar falan var ya... Onları izlerken birilerini ezip kurtulsunlar istiyorum. Acaba manyak mıyım diye düşünüyorum. Çok acıyorum, fena bir görüntü.
Anguslar?
- Anguslar dışarıdan geliyor, değil mi? Ondan kaçmıyorlar. “Neresi bu Sultanahmet” falan diye bakınıyorlar. Bence fotoğraf çekmek istiyorlar, o yüzden kaçmıyorlar.
Twitter’da epey aktifsin...
- Twitter’ın yalnızlıkla ilgili bir durum olduğunu fark ediyorum. Ben de kimi zaman öyleyim. Ertesi gün uyandığımda “Ya ben neden bu şarkıyı buraya girmişim?” dediğim anlar oluyor. Mesela “Hadi yatalım artık” diye yazan abilerimiz var. Hep birlikte yaşıyoruz ya, 100 bin kişi falan... Ne zaman neyi paylaştığın önemli. Mesela bir şaka gelir aklına, yazarsın. Ama bazen de “Ayrıldık” falan gibi mesajlar oluyor, “Ayrıldık, bitti”! Tanımadığın bir sürü insana bunu söylüyorsan, bu yalnızlığından ve acını paylaşma duygusundan başka bir şey değil.
Dün gece şöyle yazmışsın: “Bülent Ersoy da gelse Twitter ovasına... 140 harfi ilk merhabada harcasa... Ne hoş olur.” Nasıl bir girizgah yapardı sence Bülent Hanım?
- “Efendim” olurdu bir tane. Sazlarıyla girerdi tweet’e kesin! Ardından altı nokta... Kaç harf kaldı? Mesela Ferdi Özbeğen var Twitter’da. “Sesli harflerde keder/Sessiz ve mutluluklar/Dolaştı parmakları/Gece sabaha kadarrrr”...
Geçenlerde haberi vardı bir gazetede. Bülent Ersoy’un arabası bozulmuş, taksiyle geziyormuş.
- Taksiyi Selçuk Tekay kullanırsa olur. Başka türlü var ya... Taksici hayatının en zor dönemlerini yaşar.
Niye?
- E diva taşıyorsun, kolay mı? Divan mı taşıyorsun, diva var arkada yani! Bülent Hanım benim gösterime gelmişti, çok heyecanlanmıştım. Taksiciyi düşünemiyorum yani...
Evinin kapısında bir paparazziyle karşılaşmak mı, Bülent Ersoy’la trafikte kalmak mı?
- Bülent Ersoy’la saatlerce baş başa kalmayı tercih ederim. Niye kötü olsun ki? Şarkılar, türküler eğleniriz.
SİYASİLER BENİ TAKİP ETMİYOR, ÇOK BOZULUYORUM
Türk siyasetçilerin Twitter’ı keşfine ne diyorsun?
- Unfollow diyorum! Siyasi liderlerin Twitter’da hesap açması güzel. Stand up komedyenlerine “Sahnede niye politik mizah yapmıyorsunuz?” diye soruyorlardı ya... Çünkü sertlik hissediliyordu ve bu sertliğin kırılabilecek bir noktası yok. Ancak karikatür gibi mizahın başka formlarında kırılabildiğinde çalışıyor. O zaman da mahkemelik bile olabilirsin. Ama şimdi bu yumuşama, Twitter, işte Kemal Kılıçdaroğlu’nun Devlet Bahçeli’ye internetten mesaj atması, onun cevap vermesi veya vermemesi ama mesajın sonuna gülen surat işareti koyması... fizy.com’dan şarkı da paylaşırlar yakında. Çok eğlenceli ama bozuluyorum, beni takip etmiyorlar, ona üzülüyorum. Etseler, komik video yollayacağım.
Tayyip Erdoğan yok mesela Twitter’da.
- Eli kulağında bence. Rahmetli İnönü’ye “Bir gün sizin partinin başkanı Twitter’dan CHP’nin işlerini yürütecek, bunları halkla paylaşacak” deseler ne düşünürdü acaba? Absürt. Kim bilir 100 sene sonra neler olacak... Mesela bugün bir haber okudum, bir astrofizikçi “Kıyametten korkmuyorum, çünkü biz o zamana kadar başka gezegene taşınırız” demiş. Nasıl taşınacağız? “Nerede oturuyonuz?” “Ee... Biz Nişantaşı’ndaydık, şindi yukarı Marslıca’da oturuyoz!” Sinirim bozuldu bak!
EZEL’İN TAYFA EKMEĞİ NEREDEN YİYOR ANLAMADIM
Neden olmasın? Daha geçenlerde Ay’da su buldular ya...
- Ay’da su tesisleri... Sonra bir bakıyoruz, Kastamonu’dan çıkarmışlar suyu!
Tarkan da Ay’daki hidroelektrik santrallerini protesto eder artık.
- Tarkan’ın belgesel seslendirmesi çok ilginç gerçekten. National Geographic’in bir belgeseli; “Büyük Göç”.
“Yatak odası sesiyle seslendirmiş” dediler ya...
- “Ahhhh evet kelebekler bu büyük göçün...” Hani ardından hemen şöyle girecek gibi: “Yağmura sorrrr güle sorrr/Dağlara sor kaplana sor/Ona sorrrr...” Yemin ediyorum göç eden hayvanlar o sesi duysalar göç yolunu değiştirirler, bir geri dönerler yani. “Tarkan konserine gidelim” falan... Ama ben Tarkan’ın bu duyarlılığını seviyorum. Bir ara Yaşar da girmişti bu belgesel işine. “Kuşlar sonbaharda giderlerrr/İlkbaharda dönerlerrr/Aşkım” falan. Yani bir alternatif olarak düşünülebilir Tarkan’a. Ama en iyi Ertem Şener seslendirir herhalde: “Bu akbabanın 20 kardeşi var, biri Manchester City Kültür Parkı’nda” falan...
Televizyondan bol malzeme buluyor musun? Takip ettiğin dizi var mı?
- “24”ü takip edeyim dedim ama yerinde durmuyor şerefsiz. Yerli dizilerden “Ezel”i izlemeye başladım. “Ezel”deki durumlar enteresan. Sürprizi olan bir senaryo. Ezel’in tayfa dizide şu aralar işsiz ama ekmeği nereden yiyorlar, onu anlamadım ben. Hani o çete var ya... Ali ve arkadaşları... “Evde ekmek yok” durumları var. Bir yandan bir an evvel para bulmaları lazım. Çünkü intikam almak için para lazım. O arabaya benzin lazım yani... Neydi o, Ford Capri mi, bir araba var ya... Emre Aydın’ın oynadığı sahneyi unutamam. Bir parti veriliyor. “Ressamlar resimlerini burada yapar. Yazarlar kitaplarını burada yazar” falan filan... Şöyle diyor; “İstersen Burhan Doğançay’ı çağırayım, burada bir resmimi yapsın”. Bu replik unutulmaz. “İstersen Yaşar Kemal’i çağırayım, karıncanın su içtiği yeri yazsın” der gibi. Yazarlar kitaplarını burada yazıyormuş. Enteresan!
ANNEMİN YAPTIĞI ÇAYI BİR İÇTİK ÜÇ GÜN BEBEK BEZİYLE DOLAŞTIK!
Sabah programlarına bakıyor musun hiç? Hani artık doktorların tekelinde ya...
- Çok alerjim var benim o duruma ya. Annemden biliyorum. Evdeki poşet çayları attı, tuhaf bir bitki getirdi ve ondan çay yaptı bize. O programlardan birinde görmüş. Karışık meyve çayı gibi bir şey. Malzemesini aktarlardan bulmuş. Bir içtik, üç gün bebek beziyle dolaştık. Ben bu konuda o televizyondaki doktorların şöyle demesini isterim: “Herkese iyi gelmez”. Ödem söktürüyormuş! Ne ödemi? Organlarım da sökülüyordu, içimde ne varsa tahliye oluyordu az kalsın! Bir kuru kaburga kalacaktık yani. Zaten içtikten üç dakika sonra falan limana Rus gemisi yanaştı zannettim. “Harrrrr hurrrr” sesler gelmeye başladı midemden. Artık ne bileyim, “Yanlış mı aldı acaba? Bilmem ne yaprağı yerine müshil mi aldı?” dedim.
Yemek programlarıyla aran nasıl?
- Vedat Milor’un hastasıyım. Ona çok gülüyorum. Bir salon adamı çünkü. Mehmet Abi (Yaşin) daha halkın içinden, daha anlaşılır, daha totale yatkın. İkisini de seviyorum. Tabii kıskandığım da bir durum aynı zamanda. Yiye yiye geziyorsun yani. Herhalde hepsinden biraz tadarak kilo almayı engelliyorlar. Gerçi ikisi de biraz kilolu ama... Ben yemeğe çok önem veririm. Fiziğimden belli mi bilmiyorum ama... Yemeğin getirdiği dünyayla çok ilgiliyim. Kendim de yaparım, deniz yemekleri falan elimden gelir.
FB’Yİ YENİNCE PATLATACAĞIM ŞAMPANYA 10’UNCU YILINA GİRDİ
“New York’ta Beş Minare”yi izledin mi?
- “New York’ta Beş Minare”... Eee... Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Semih Erdem... İki daha söyle... Mustafa Sandal kısa kalır. Yok daha izleyemedim yaa... Bu hafta izlerim kesin.
Koyu Galatasaraylı olduğunu biliyorum. Üç büyüklerin ilk üçte olmamasına ne diyorsun?
- “Harry Potter Anadolu Büyücüsü” diyorum! Biz artık Bundesliga olduk. Gerçekten. Werder Bremen Bursaspor falan... Ben bu duruma bayılıyorum. Acayip eğleniyorum. Artık Anadolu kulüplerinin maçlarını seyredebiliyorum. Dün mesela Bursa-Trabzon maçını seyrettim, gerçekten Astonvilla-Newcastle maçı gibiydi. Çok güzeldi. Biz bu tokadı hak ettik, bir Galatasaraylı olarak bunu söyleyebilirim. Fenerbahçeliler de hak etti, Beşiktaşlılar da. Büyük transferlerle büyük olunmuyor. Altyapı denen bir şey var. Hakemler de artık İstanbul kulüplerini kayırmıyor. İki senedir böyle ortadan giden bir durum var. Bu durumu çok eğlenceli buluyorum. Açılmayan şampanyayı göstereyim mi size? “Kadıköy’de Fenerbahçe’yi yendiğimiz gün açacağım” diye aldım ve 10’uncu senesine girdi. Bu sene direklerden döndü iş. En iyi arkadaşlarım Fenerbahçeli. Her Fenerbahçe maçında benim eve gelip yiyip içip, çakıp gidiyorlardı. Bu sene bir üzgün gittiler derdim ama yine patlatamadık şampanyayı.
E bozulmuyor mu? Bir ömrü yok mu şampanyanın?
- Yok, iyi bir şampanya. Bir de yatık saklıyoruz. Bozulsa da patlatıp içeceğiz artık.
Guiza kenarda otura otura Fenerbahçe’nin amigosu mu olacak mı sence?
- Guiza artık Fenerbahçe’nin sözleşmeli malzemecisi oldu. Bence Guiza şahane bir teknik direktör olur Fenerbahçe’ye. O kadar çok kenardan seyretti ki, takımın bütün sorunlarını biliyor. Amigo olmaz artık, futbol bilen bir adam, bence Fenerbahçe’nin yardımcı antrenörü falan olabilir. Ve çok yararı olur. Çünkü onun bir arabesk tavrı var ya, üzülüyor falan. İyice Türkleşti. Sevilsen de sevsen de antrenör duygusuna çok uygun.
BERLUSCONI İÇİN ‘BİZİM ÇOCUK’ OLAYIM
Dün gördün mü gazetelerde, Tayyip Erdoğan Washington’da Medvedev’le buluşmuş. Bunu duyan Berlusconi de koşa koşa gidip sohbete katılmış. Fotoğrafta bayağı eğleniyorlar gibi görünüyordu. Medvedev bir yana da, Erdoğan’ın Berlusconi’yle dostluğuna ne diyorsun? Nasıl bir ortak paydada buluşuyorlar sence?
- Zeytin ve zeytincilik üzerine bir muhabbet olabilir! Valla biz bilemeyiz, dünya liderleri sonuçta. Mutlaka vardır bir paylaştıkları. Mesela futbol olabilir. Şu 4-3-2-1 durumuyla ilgili olabilir. Onu bunu bilmem ama ben Berlusconi’yle arkadaş olmayı çok isterdim. İtalyan yemeklerini ve şarabını seviyorum. O villada bir gece de biz otursak, bir kadeh bir şey içsek...
Putin’in villadaki yatağında da uyurdun.
- Putin’in yatağında yatmam, baştan söyleyeyim. Tanımadığım adamın koynunda ne işim var! Judo falan da biliyor, sakata gelmeyelim. Bana bir yer yatağı yapsınlar orada... Bence renkli bir insan ya Berlusconi. O yüzden onunla arkadaş olmak isterdim. Yani “bizim çocuk” olayım, ona da razıyım. “Hey Allora! Gel buraya!” falan dese, Alitalia’ya binip uçsam, beni bir Milan maçına götürse, ondan sonra bir Montalcino içsek beraber... “Ben otelime gideyim” deyince, “Yok olur mu, bırakmam! Allah aşkına, lütfen” dese. Ben de “Peki seve seve” diyerek villasına gitsem. Kenarda bana bir yer yatağı... Cep telefonunu falan bırakırız girişte.
Hemen uyunmuyor ama o villada biliyorsun. Aksiyonu bol...
- Evet! Zaten herhalde yerimi yadırgarım, uyumam.
KILIÇDAROĞLU’NU ÇOK BEĞENİYORUM
Sen Bozcaada’da gündemi ne kadar takip ediyorsun bilmem ama... Birçok eski bakan tacizden suçlanıyor şu anda.
- Aaaa hiç bilmiyorum. Valla benim eski bakanlardan tanıdığım ve çok sevdiğim bir adam var. O da Hüsamettin Özkan. Tanıdığım en iyi denizcilerden biridir.
Listede o yok...
- E denizci adam abi. Onun derdi denizler. Biz denizden konuşuyoruz. Bir keresinde bir balık vurdum ben. Bayağı bir balık vurdum ama, barbun avladım. Sudan çıktım, bir baktım şahane bir tekne. Baktım, şahane bir tip var içinde. Bana baktı böyle, “Nasıl balık var mıydı?” falan filan. Ondan sonra bir muhabbet. Çıkardım balıkları, koydum teknenin içine... Oradan tanışıyoruz, denizlerden. Denize bulaşan adamdan korkmayacaksın.
Bir mizahçı olarak hangi siyasetçi ilgini çekiyor?
- Kemal Kılıçdaroğlu’nu çok beğeniyorum, çok seviyorum. Bu ani çıkışlarını falan çok eğlenceli buluyorum çünkü. Bu aralar çok eğlenceli bulduğum bir adam da Ali Ağaoğlu. Siyasetçi değil ama reklamı güzel: “Havuzlu eviniz olsun dedik! Kapıcısı yüzerek gelsin dedik! Satılır dedik! Satılır!” Bir de lafları desteklemek için eller ikide bir havaya kalkıyor. Karizmatik bir hava veriyor aynı anda o hareket.
VÜCUDUNA SAHİP OLAMIYORUZ BARİ TERLİKLERİNİ ALALIM
Senin şu gladyatör sandaletler duruyor mu? Hani Ayna’ya yazmıştım...
- O sandaletleri niye aldığımı sana söyleyeyim mi? Hikayesi şu: Yedi bölüm “Spartaküs” seyrettim. Korsan CD’den... Spartaküs’ün vücuduna sahip olamıyoruz, bari terliklerini alalım. Bence kadınlara çok yakışıyor o terlik. Berlusconi’nin villasına gidersem giyeyim diyorum.
Bir daha giydin mi onları?
- Yazın adada giydim. Ama bak nasıl, biliyor musun? Siyah şile bezi pijama gibi bir şey, üstüne yırtık pırtık beyaz bir tişört ve altına bunlar. Arada bir giyip ayağımı kaldırıyor “This is Spartaaa” diyorum, bütün arkadaşlarım gülüyor. Sırf o hareket için bile alırım ben onları. Biliyorsunuz Spartaküs de Trakyalı. Ondan zaten o kadar sıkıntı yaratıyor. Kolpacı ya... Veriyorlar buna bir şişe rakı, ağzını burnunu kırıyor adamların. İncir rakısı, o yıllarda öyle. Gladyatör okulunun sahibiyle arası iyi ya... Kesin ona da veriyordur şişeyi bak.
İzledin mi dizinin tamamını?
- Bitirdim ben ya. Ama televizyonda yayınlanan şey çok sansürlü. Orijinali çok ağır. Onun için seyrediyor insanlar. Ben dünyasını seviyorum. Çok absürt ama. Düşün... Sahada Spartaküs kapışırken arenanın tribünlerinde halk galeyana gelip sevişiyor. Olmaz ki bu yani! Yanındaki hatunun memesini mıncıklıyor falan filan. Ne o, herif diğerini kesti diye gaza geliyor! Bak ama gerçek bunlar. Şimdi de sinemaya gidiliyor manitayla. Ergen dönemde pek film seyretme derdinde olan yok. O zaman arena, şimdi sinema.
Alışveriş demişken... Geçenlerde bu H&M’in açılışında kapıda yüzlerce metrelik kuyruk vardı. Ona ne diyorsun?
- “Sabah 5’te geldik. Çok güzel şeyler varmış, onun için geldik” diye... Ulan okula gitmezsin sabah 5’te. Allah seni kahretsin yani. Kazak almak için sabah 5’te sıraya girilir mi ya? İnanılmaz bir şey. Bir de o teknoloji mağazalarına hastayım ben. Teknoloji mağazasında indirim mesela... Kapıyı kırıp “Bir leptap alacahtıhhhh yaaa” diye. “Çabuh, coh uçuz bişiii vir baha. Bi tilifon, bişiii bul yaaa.” Cansız mankenleri bile alıyorlar. Acayip bir şey.
HÜSEYİN’İN HİKAYESİNİ TACİZ ETMEK İSTEMİYORUM
“Eyyvah Eyvah”ın ikincisi ne zaman giriyor vizyona?
- 7 Ocak’ta. Fragmanı hazır. Kaba montajı bitti. Müziklerini yapacağız şimdi. Zaten bir bölümü hazır gibi. Fahir Atakoğlu ve Serkan Çağrı yaptı. Sonra post-production dönemi bitiyor.
İlkinin devamı gibi, değil mi?
- 400 sayfalık bir kitap düşün. İlk film 200 sayfasıydı. Bu da diğer 200 sayfası. Ve devamı olmayacak. Bu filmde hikaye bitiyor.
Bundan biraz daha nemalanayım demiyorsun yani...
- Yok. Hüseyin Badem’in dünyası öyle bir dünya değil zaten. Nemalatmaz kendini. Benim için çok önemli ve değerli bir çocuk, onun hikayesini taciz etmek istemiyorum. Aslında başta tek film olarak düşünmüştüm. Fakat filmi çekerken ben de doyamadım ve çekim esnasında finaldeki replikleri değiştirdim. Final lafını attım ve “Daha kız isteyeceğiz abi”, “Ne? Kız mı isteyeceğiz?”, “Evet beraber çıktık yola”, “Eyvah eyvah” cümlelerini ekledim. Birinci filmi sevenlerin hepsi bu ikinci filmi hak etti, tamamen seyirci için ve kendim için yaptım bu filmi.
BOZCAADA KISKANÇ BİR KADIN
Yazlarını Bozcaada’da mı geçiriyorsun?
- Genelde. Kışın da giderim. Geçen hafta oradaydım. Geldim, çünkü sahnelere dönüyorum. 10 ve 17 Aralık’ta gösterim var. Biraz aktüaliteyle ilgili yenilemeler yapmam lazım. Bozcaada’da oturup da İstanbul’la ilgili bir iş tasarlamak mümkün değil. Kıskanç bir kadın, oraya gittiğinde sadece onunla ol istiyor. O yüzden onu terk ettim, şimdi buradayım.