Güncelleme Tarihi:
En önemli şikayetlerimden biridir, sık sık size de ağlarım, biliyorsunuz, “balık hafızam var benim” diye. Akşam eve gittiğimde güzel kadınım sorar “Öğlen ne yedin?” diye, hatırlamak ne mümkün. (Gerçi artık o sormuyor, ümidi kesti, ben de - kolesterol belası çıkalı beri - aynı cevabı veriyorum zaten, düşünmeden: “Otladım!”)
Çok az insanı kıskanırım, başta güçlü bir hafızası olanları. Yüzleri, isimleri, olayları hatırlamak isterdim. “Sen hiç kin tutmuyorsun” diyorlar, övgüyle, diyemiyorum ki “Bana yapılan kötülüğü bile aklımda tutamıyorum ben...” Ama aksinden korkarım, nankör denmesinden!
Okuduğum hiçbir kitabı hatırlamam ben. Altını çizerim, notlar alırım, bazen dönüp üç kere, beş kere okurum ki... aklımda bir iki şey kalsın. Bir konuda derinleşmek çok zordur böyle olunca. Duvarcı olduğunuzu düşünün, sabah geldiğinizde ... bir gün önce ördüğünüz duvarın yerinde yeller esiyor. “Üstüne koymanız” mümkün değil! Kâbus!
Bunun sosyal ilişkilerde (1500 kişinin çalıştığı bu binada, önüme gelene gülümsemekten anam ağladı, hani tanıyorumdur da ayıp olur endişesiyle...), mesleki hayatta (beyni gazete arşivi gibi olanlar vardır), özel hayatta... akıl almaz olumsuzlukları vardır.
Olumlu yönü (çok sıkışınca ‘Unuttum’ diyebilme bahanesi) acıcıktır!
*
Böyle olunca, HAFIZA HAPI haberine çok sevinmem lazım. Değil mi?
Belki bize bile yetişir, umuduyla sevindim tabii ki, ama bir küçük tereddüt geçirdim:
HER ŞEYİ HATIRLAMAK İSTEDİĞİMDEN EMİN DEĞİLİM!
Hani derler ya “Adamın hafızası o kadar zayıfmış ki, bir gün bu zaafını unutup, herşeyi hatırlayıvermiş.”
Hafızamın derinliklerinden neler çıkacak, bilmiyorum. İyi mi, kötü mü?
Mahcubiyetlerim (İnsan öyle haltlar yemiştir ki, çoğu incir çekirdeğini doldurmaz gerçi, ama hatırlamak istemez bunları. Öyle gençlik ayıplarımı bilirim ki, aklıma geldikçe ‘Aman Serdar, aman, başka şeyler düşün, başka şeyler düşün...’ diye itelemek isterim her seferinde, kafamı sallar, atmaya çalışırım aklımdan...), insanlarıma yaptığım ayıplarım, başarısızlıklarım, yalan kurgularım... (Bir yaşa geldiğimde, küçükken anlattığım bazı palavralara kendimi de inandırdığımı, bu küçük efsanelerimin bir kısmının yalan olduğunu idrak edince yıkılmıştım.)
Bunlar, Pandaro’nın Kutusu’ndan çıkabilecek kötü hatıralar. Bir de beni korkutan ‘iyiler’ var.
Ölümünü kabullenemeyip unutmayı yeğlediğim sevgililer, dedemin talaşla karışık mis gibi ter kokusu, çocukluğumun tatları, renkleri, çocukluk aşklarım, evimin bahçesi, Boğaz’ın serin suları, elifli kirazın tadı, Değirmendere’nin ılık rüzgarı...
Ya birden, herşeyi, kristal gibi berrak görüverirsem?
Kokular, renkler, sesler, sevgiler... şelale gibi geliverirse üstüme?
Bir daha asla unutulmayacak gibi...
Bilemiyorum, korkuyorum. Ama yine de...
Varım anasını satayım, ne olursa olsun!