Biraz caka biraz da dans

Güncelleme Tarihi:

Biraz caka biraz da dans
Oluşturulma Tarihi: Haziran 18, 1999 00:00

Haberin Devamı

Düğünler de sosyal hayattaki değişimden nasibini aldı. Bir dönemin neredeyse ‘en büyük sosyal faaliyeti’ydi. Ailece gidilecek çok az yerden biri de düğünlerdi. Gelir dağılımının giderek çarpıklaşması, düğün salonlarını dolduranların yapısını baştan aşağı değiştirdi.

Günler öncesinden hazırlıklar başlardı. Kadınlar, düğün öncesi, saçlarını bigudilerle sarar, eski elbiselerinden çocuklarına asimetrik yakalı takım elbiseler dikerlerdi. Erkekler, birkaç gün ciltlerini dinlendirir, düğünden hemen önce tıraş olarak daha parlak bir yüzle salona girerlerdi. Ailece gidilecek, tango, rumba, ça-ça, twist yapılacak, yeni gelin ve damat adaylarının birbiriyle kesişeceği kaç yer vardı ki.

Orta halli ailelerin orkestra müziği dinleyerek eğlenebileceği tek yer düğün salonlarıydı. Hısım, akrabadan evlenebilecek birinin çıkması da sıkça rastlanılan bir durum olmayınca, biraz caka satmak ve dans edebilmek için birinin düğününü beklemek gerekiyordu.

Bir elin parmakları kadar değildi İstanbul'da ki büyük otellerin sayısı. O otellerin salonlarında düğün yapacak insan sayısı da otel sayısını geçemiyordu. Kapitalist desen değil, Sosyalist desen hiç değil, Türkiye'nin acayip bir ülke olduğu yıllardı. Zengini de çok değildi, fakiri de. Orta karar, içine kapanık bir vaziyette yaşayan, yemeklerinde Vita yağı kullanan, banyolardaki bakır termosifonun haftada bir kez yandığı, aile mensuplarının sırayla banyo yaptığı, La Comparsita'lı düğün salonları dönemiydi. 1976 öncesi yıllar.

Kaçak olarak ülkeye giren Levi's, Super Rifle marka blue-jeanleri Amerikan pazarından almanın hiçbir ‘‘harbiyesinin‘‘ kalmadığı, müzik setinden, nescafe’sine kadar herşeyin, her yerde bulunabildiği, nihayetinde zengini de bol, fakiri de bol bir ülke olmayı başardı Türkiye 1980 sonrası.

İstanbul'daki büyük otellerin sayısıyla birlikte afilli salonlarında düğün yapacak insan sayısı da arttı. Ne olduysa o zaman oldu düğün salonlarına. ‘‘Vakti geçmiş‘‘ binaların rutubetli zemin katlarında müşteri bulamaz oldular. Parası olanlar, mutfaklarında farelerin raksettiği salonlara yaklaşmadılar. Yoksul olanlar da salonları kiralayacak parayı bulamadılar.

İlginç dönem

İhtilal sonrası nikah dairesinde atılan bir imzayla düğünsüz gerdek dönemi başladı. Sıraselviler Caddesi üzerindeki salonlar sahnelerini bozarak bilardo salonuna, uzak mahallelerdekiler ise kumarın da döndüğü havalandırmasız kahvehanelere dönüştüler. Düğün salonlarının ünlü bateristi ‘‘uçan baget‘‘ Kerim Ekizoğlu'na göre müzisyenler de bu alemde para kazanılamayacağını düşünerek gerçek işlerine döndüler. Kimisi Kapalıçarşı'da ki derici dükkanına, kimisi de kunduracıdaki saya tezgahının başına. Ancak ‘‘Uçan baget‘‘, umudunu kaybetmedi. Anadolu'dan gelen ‘‘son parti‘‘ göçten umutluydu. Nihayetinde dediği de oldu. Memleketlerinde üç gün, üç gece halay çekerek evlenmeye alışık olan Anadolu insanı, İstanbul'da bu geleneğini ne pahasına olursa olsun sürdürmeye kararlıydı. Böylelikle mahalle kahvelerinde, zurnalı düğünler dönemi başladı. Daha sonra kondular çok katlı aparmanlara, uzak mahalleler de İlçe merkezi olmaya başlayınca törenler, kahvehanelere sığmaz oldu.

Kaynaklar

Düğün salonu müzisyeni ve konservatuvar öğrencileri, Fatih Perin, Cengiz Gökdemir. Düğün salonu işletmecileri Birol Tüer, Mehmet Koyuncu, Feridun Ünsal ve Aydın Armağan, Baterist Abdülkerim Ekizoğlu, Eski Düğün Salonu ve Gazino müzisyenleri Bilal Kartal, Selim Çavuşoğlu, Tanju Demirci ve Saim Gürcan.

Sur içi, sur dışı ve tesettürlü

Düğün salonları sur içi, sur dışı ve tesettürlü olmak üzere üç gruba ayrılıyor. İçlerinde düğün salonlarının Maksim'i olarak kabul edilen Aksaray'daki 19 Mayıs Düğün Salonu, aynı Cadde üzerindeki Çağdaş Düğün Salonu, sur dışında olmasına rağmen Bağcılar'daki Mehtap Düğün Salonu ve Bayrampaşa'daki Mine Düğün Salonu bu tarzın öncüleri oluyor. Sur içi tipi salonlarda orkestra müziği yapılırken hizmet kalitesi de yüksek tutuluyor. Cam bardakla limonata servisinin yanısıra yenilebilir düğün pastası sunuluyor. Gelinle damat La comparsita eşliğinde tango yapıyor.

Sur dışı salonlarda küçük kutu meyve suları ve yenilmemesinde fayda görülen pasta ikramında bulunuluyor. Orkestranın yerini komplike klavyeler alıyor. Müzisyen sahneye atılan parayı almak için yerinden kalktığında müzik de aynen devam ediyor.

Tesettür tipi törenler ise yalnızca ilahilerin okunduğu düğünler ve sazlı sözlü düğünler diye ikiye ayrılıyor. Düğün salonları büyük bezlerle ikiye bölünüyor. Erkekler ve kadınlar ayrı yerlerde oturuyorlar. Orkestra erkeklere açık bölümde bulunuyor ve yalnızca erkekler göbek atabiliyor.

Bazı düğünler de ise erkek garsonlar salona bile alınmazken müzisyenin önüne perde asılıyor. Müzisyenlerin çoğu böyle birşeye sıcak bakmıyor ancak kabul edenler nasılsa perdenin öbür tarafından görülmeyeceğini bildiği için bir teybi müzik sistemine bağlayarak kuliste maç seyrediyor.

Yaz ayları artan düğün talebi karşısında aynı salonda vardiyalı düğünler yapılıyor. Sabah öğle ve akşam düğünleri. Düğünler Ayna gurubunun Ceylan şarkısıyla başlıyor. La comparsita ise yerini çoktan Canısı'ya bıraktı bile...

Salonlar yeniden doğuyor

90'lı yıllarda kayıt dışı ekonominin kahramanı eski konducular, kahve düğünlerinde önemli bir noktayı daha keşfetmişlerdi. Düğün, gerdek öncesi 'şamata' olmaktan uzaklaşarak tam olarak 'takı' törenine dönüştü. Kahvelerdeki gazozlu düğünlerle yeterince altın ve para toplanamayacağı görülünce yeniden düğün salonlarına yönelmeye başlandı. Eski salonlar kepenklerini açarken, yeni binaların altındaki sığınaklar da düğün salonu olarak düzenlendi. Örneğin Bağcılar'da birbirlerine yirmi metre uzaklıkta kırk adet, Beşyüzevler'de otuz adet düğün salonu açıldı.

Yıl 1997. Yalnızca İstanbul'daki düğün salonlarının sayısı binin üzerine çıkınca tören biçimleri de faklılaştı. Herkes kendi düğününde geldiği yörenin motiflerini kullanmaya başladı. Ama ortak bir nokta yakalanmıştı ve asla taviz verilmiyordu. O da takı merasimiydi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!