Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 24, 2005 00:00
Bıyıklı, sarışın, uzun boylu adam elinde kadehiyle ayağa kalktı. Yanındaki kadının elini avucunun içine alarak konuşmaya başladı: ‘Yarım asırdır bu dünyadayım. Bunca yıl içinde sadece şunu öğrendim: Bir yollar vardır hayatta, bir de yollardan arta kalan arkadaşlar. Sevgili dostlarım, beni yaşgünümde yalnız bırakmadınız. Bazılarınız 17 yaşımdayken de yanımdaydınız, bir kısmınız ben ölümle hayat arasındaki o incecik köprüdeyken başımda beklediniz. Ne iyi ettiniz de buraya geldiniz...’
Bu sözlerin sahibi Rainer Hackenberg. 15 Ekim Cuma gecesi dünyanın dört bir tarafından gelen arkadaşlarıyla İstanbul’da, Ant Otel’in muhteşem manzaralı terasındaki lokantada 50. yaş gününü kutladı. Avusturya, Almanya, İsviçre, Antalya, Diyarbakır, Edirne ve İstanbul’dan 15’i yabancı, 9’u Türk 24 arkadaşı Hackenberg’in doğum günü için toplanmıştı. Çocukluk, ilk gençlik arkadaşları oradaydı. Erzurum’un Tortum ilçesinden bir uçurumun dibinden Rainer Hackenberg’i çıkaran Diyarbakırlı da oradaydı. Taa 1972’de tanıştığı hippilik döneminden kalan dostları da. İşte Avusturya’da doğan, at sırtında seyahat eden ve Türkiye’yi ikinci vatanı ilan eden Hackenberg’in dünyanın dört bir yanına yayılan hikayesi.
Dünyanın sayılı fotoğrafçılarından biri Rainer Hackenberg. 1955’te Avusturya’nın Scheibbs kasabasında doğdu. Scheibbs, 1160’ta kurulmuş muhteşem bir Ortaçağ kenti. Tarih boyunca bir yığın badire atlattı, 1537’de Türkler tarafından fethedildi. Kısa bir zaman sonra ise tekrar Avusturyalıların hakimiyetine geçti. Kenti çok sevmesine rağmen babası iflas edince 420 yıldır ailenin elinde bulunan şato dahil varını yoğunu satıp borçlarını ödedikten sonra Almanya’nın yolunu tuttu. Genç Rainer liseye başladığı yıl Almanya’nın Kolonya kentinde ailesiyle birlikte yeni bir hayata başladı.
OTOSTOPLA İSTANBUL’A HAREM’DEN HİNDİSTAN’A
Bildiğimiz kolonyanın ilk bulunduğu yer olan Kolonya’yı Rainer bir türlü sevemedi. Lise son sınıftayken Scheibbs’in yolunu tuttu. Ama orada da kalmanın bir yolunu bulamadı. Çünkü hiçbir akrabası yoktu, yalnızdı. Sonunda ‘Artık yurtsuzum’ diye düşünüp o yıllarda kendini yurtsuz hisseden herkesin yaptığı gibi Hindistan’a doğru yola çıktı. Çok az parası vardı ve Avusturya’dan otostopla İstanbul’a geldi. İki gün Beyoğlu civarında konakladıktan sonra arabalı vapura binerek Harem’e geçti ve TIR, kamyon, cip ne bulduysa ona binerek sınıra kadar uzun bir yolculuk yaptı. Oradan İran’a, Afganistan’a, Pakistan’a ve sonunda Hindistan’a vardı. İlk kez o sırada Afganistan’da ata binme fırsatı buldu. Bir at satın alıp yolculuğa devam etmek istiyordu ama tam o günlerde Rus orduları Afganistan’a müdahalede bulunmuştu. Tüm sınırlar Rus askerlerince tutulduğundan bu hayalden vazgeçti.
İSTANBUL’UN SUYUNU BİR KERE İÇEN MUTLAKA GERİ DÖNER
Hint yarımadasını boydan boya dolaşıp aynı yolla İstanbul’a döndü. Ve sonunda yolu Sultanahmet’e çıktı. 1972 Kasım’ında başlayan yolculuk 1973’ün Temmuz’unda sona erdi. Ama Kolonya’ya döndüğünde rüyalarında İstanbul’u görmeye başlamıştı. 1908’de İstanbul’a gelen ve yüzlerce fotoğraf çeken dedesinin sözlerini hatırladı: ‘İstanbul’un suyunu bir kere içen, Boğaziçi’ni bir kere olsun güneşli bir havada geçen mutlaka ve mutlaka bir gün bu kente yeniden döner.’ Dedesinin çocukluğunda bir masal gibi anlattığı İstanbul’u keşfetmiş, o suyun tadına bakmıştı. 1983’te artık karar verdi : Tıpkı efsanevi komutan General Helmuth von Moltke gibi Türkiye’yi bir uçtan diğerine atla gezecekti.
SİVEREK’TEN ALDIĞI ATIN SIRTINDA SEYAHAT
Almanya’dan çok güzel bir eğer satın alıp İstanbul’a geldi. İlk 15 günü Kapadokya’da, Kayseri’de, Malatya’da kendine uygun bir at aramakla geçti. Sonunda Kahramanmaraş’taki at pazarında bir at buldu. Ama tabii atlardan çok iyi anlamadığı için satın aldığı hayvanın koşumluk beygir olduğunun farkına çok geç vardı. Maraş’tan Siverek’e kadar at sırtında yoluna devam etti. Siverek’in Gökçetaş Köyü’nün hem muhtarı hem de aşiret reisi olan Murat Bey’le tanıştı. Murat Bey, bu sarışın adamı çok sevdi, evinde misafir etti. Ertesi gün de meradaki atlarını gösterdi, Rainer’e. O atlardan biri sürüden ayrılarak Rainer’in yanına geldi ve dudaklarını uzatarak genç adamı yanaklarından öpüverdi. Artık köyde kaldığı üç gün boyunca Rainer nerede at orada. Sonunda vedalaşma vakti gelmişti. Murat Bey’den atı ona vermesini istedi. Murat Bey biraz düşündükten sonra, ‘Vereyim sana bu atı ama bana bir söz ver. Hiç kimseye satmayacaksın ve ölene kadar yanından ayırmayacaksın’ dedi. Rainer, gözünü karartıp şartları olduğu gibi kabul etmiş. Atın adını ‘Leyla’ koydu ve yolculuk başladı.
HAKKARİ’DE AJANSANIP HAPSE ATTILAR
Mardin, Adıyaman, Siirt ve derken sonunda Hakkari’ye vardı. Uludere’de Leyla yorgun düşünce bir köye bırakıp Hakkari’ye arabayla devam etmeye karar verdi. Yol çatında minibüs beklerken askerler kuşattı etrafını ve ‘Teslim ol!’ diye bağırdı komutan. Ellerini kaldırıp, ‘Ben zaten teslimim’ diye seslendi Rainer Hackenberg. Alıp jandarma karakoluna götürdüler. Bir hafta boyunca karakolun bodrumunda kaldı. ‘Ajan mısın?’ diye sordular ona. ‘Hayır, ben sadece bir garip yolcuyum hayat yolunda’ diye yanıtladı, o biraz komik ama hiç de fena olmayan Türkçe’siyle. Diyarbakır’a gönderildi. Orada da bir karakolun hücresinde kaldı iki gün. Sonra bir sabah kapı açıldı ve en büyük general girdi hücreye. Çok güzel bir Almanca’yla, ‘Hadi artık özgürsün Herr Hackenberg’ dedi. General onu karakolun kapısına kadar geçirirken devam etti : ‘Kusura bakma, bizimkiler burada senin gibi sarışın adam görmeye alışık değil, seni casus sanmışlar. Eh sizin ülkenizde Baider Mainoff çetesi gibi sorunlar varsa bizim de benzer sorunlarımız var. Uludere’deki köyde Leyla seni bekliyor. Al atını ve batıya doğru yoluna devam et. Hadi sana uğurlar olsun.’ Köyden Leyla’yı alıp dört ay süren bir yolculuğun ardından İstanbul’a kadar geldi. Terkos’un Balaban Köyü’nde bir arkadaşının akrabası vardı. Atı ona emanet etti. Baharda gelip almaya söz verdi. 1984’ün baharında gelip atı aldı ve Bulgaristan, Yugoslavya, Macaristan sınırlarını aşarak Avusturya’ya kadar gitti Leyla’nın sırtında. Leyla, iki ay önce Avuturya’da öldü. Rainer muhtar Murat Bey’e söz verdiği ölene kadar Leyla’nın yanından ayrılmadı.
TORTUM’DA AZ KALSIN ÖLÜYORDU
1989’un Şubat ayında uzun bir yolculuk için tekrar geldi Türkiye’ye. Erzurumlu bir avcı arkadaşıyla Horasan’da kayakları geçirdiler ayaklarına ve vadileri, platoları, köyleri, kasabaları aşarak taa Van’a kadar gittiler. Konakladıkları yerlerde fotoğraflar çekti Rainer. Zaten 1990’da stüdyo fotoğrafçılığını tamamen bırakıp foto-muhabiri oldu. Bu meslek onu yeniden yollara düşürdü. Hong Kong’dan Japonya’ya, Hırvatistan’dan Rusya’ya, Amerika’ya kadar boydan boya gezdi dünyayı. 1991’de, Fox televizyonuna bir belgesel çekmek için Erzurum’a geldi. Bindiği araç Tortum’da uçurumdan yuvarlandı. Minibüs parçalanmıştı. Yanındaki kameramanın soluğu kesilmişti. O ise, hiçbir uzvunu oynatamıyordu. Tamam, dedi kendi kendine yolun sonuna geldik. Aradan dakikalar geçti. Bu sırada birisi geldi yanına. Onun da kafasından kan sızıyordu. ‘Gözlerini kapama Rainer, merak etme seni kurtaracağım’ dedi.
Bu Ömer Araz’dı. Diyarbakır’da tanışmıştı onunla. Belgesel çekeceği zaman telefon etmiş ve ekibe katmıştı. Onu kucakladı ve Erzurum
Atatürk Üniversitesi Hastanesi’ne götürdü. 3 günü koma halinde geçen hastane günlerinde sevgilisi Monika, arkadaşı Helmut Loser, Gobi Brinkhues ve akrabası Werner Hackenberg yanından eksik olmadı. İyileştikten bir müddet sonra da Monika’yla evlendi.
ÜLKE DEDİĞİN BİRKAÇ ARKADAŞTAN İBARETTİR
Rainer Hackenberg, hayatın güzel olduğuna inanan bir adam. Hayat güzel olmasaydı güzel insanları bana getirmezdi, dostlarımı benimle buluşturmazdı diye düşünüyor. Ve o akşam doğumgünü partisinin açılış konuşmasını şöyle tamamladı: Evet, bir yollar vardır hayatta, bir de yollardan arta kalan arkadaşlar. Arkadaşlar yolların kilometre taşlarıdır. Ülke dediğin aslında birkaç arkadaştan ibarettir. Eğer her yerde arkadaşların varsa; dünya senin evindir, bütün alem senin memleketin. Sizleri benimle buluşturan hayatı çok seviyorum. Kadehimi iki anavatanım Türkiye ve Avusturya için, bütün dünya toprakları için ve kalbini benim evim kılan dostlarım için kaldırıyorum. Varolun...’