Güncelleme Tarihi:
Birkaç saat yarenlik ettik. Dertleştik.
Ayrılma vakti, onu arabasına yolcu ettim. Bagajdan çok şık bir hediye paketi çıkarttı. ‘Münir Hocam Size layık deÄŸil ama..’ Â
O şık hediye paketini ellerime tutuşturduğunda, o hediyenin böyle bir makaleye konu olacağını nereden bilebilirdim?
Bilal’i Ankara’ya uğurladıktan sonra, bize de o ‘Ankara’nın en sevilen İstanbul’a geri dönüşü’nü gerçekleştirmek kaldı.
Yolda o güzel paketi açmaya kıyamadım.
O kadar güzeldi ki. Eve gelince eşim ve yavrularla birlikte açarız dedim kendi kendime. Öyle de yaptık.
Evde paketi törenle açtık J Ambalaj kağıdını çıkartınca, ortaya çok güzel bir deri çanta çıktı. Zarif bir çanta. İçine bir ekmek sığacak büyüklükteki bu çantanın, minik mandalını açıp, kapağını kaldırınca harika bir kalemin ışıltısı gözlerimizi aldı. Ne yalan söö’liyim, o gün kadar böyle güsel J bir hediye almamıştım. Böylesine güzel bir kalemim ise hiç olmamıştı.
Kutunun içinde, bağırmayan zarif bir Versace yazısı. Kullanma talimatı. Bakım talimatı. Garanti belgesi. Yedek kartuşlar. Ve gözlük camlarını silmede kullanılan en kalitelisinden mini bir güderi.
O muhteşem koruma kutusu içinde öyle boylu boyunca uzanmış kalemi, o güzel katafalkından J almaya kıyamadım. Ama dokunsal tarafım kalemi bir an önce elime alıp, öylesine güzel bir kalemin harika yazısı ile bir an evvel tanışmam gerektiğini söylüyordu sanki içimden.
Aldım. Varsace Madisson Pen. Ağırdı. Hani bir şeyin kalitesi için ağır tabirini kullanırız ya. Hem kaliteden hem de gramajdan ağırdı. Elinize aldığınızda, parmaklarınızı güçlendirmek için, sanki hafif aletli jimnastik yapıyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Tam bastıra bastıra yazma huyu olanlar için. Ama bunu bastırıp yorulmanıza gerek yok. Kağıda iz bırakacak kadar kendi kendini bastırıyor zaten.
Elinize bir altın parçası geçtiğinde, şöyle elinizde haifi bir tartma hareketi yaparsınız ya. Ben de öyle yaptım. Minik kızım Hümeyra beni taklit edip, o minicik eline fazlaca büyük ve yazmak için fazlaca ağır gelen kalemi elleriyle tartarak, ‘ya baba ne kadar ağır bu ya’ diyor. Yavrular sanki sıraya girdiler. O muhteşem kalemle yazı yazmalarına izin verip vermeyeceğimin nihai gerekçeli kararını bekliyorlar. Öyle yağma yok. Önce ben yazmalıyım. Siftah benden…
Yazarlık ve kalem bağlantısını anlatabilmek için, birkaç ay önce verdiğim bir ‘Yazarlık Semineri’nde 15-20 çeşit değişik materyallerle yazı yazdırmıştım katılımcılara. Kömürle, tebeşirle, kan kırmızısı boyaya bandığınız parmaklarınızla, hokkayla, divitle, en ince uçtan en kalın uçlu kaleme varıncaya kadar envai çeşit kalemle… Hepsinde de duygular değişiyordu. Kağıdı ve kalemi değiştirdiğinizde, tamamen farklı duygulara bürünüyordunuz. Bu kalemde de aynı duyguları test ettim. Kalem ya baba yaz benimle diyor sanki. Ve yazıyorsunuz. Ama yazmaya doyamıyorsunuz.
Kalemi yazmadığım zamanlarda bile elimde tutmak ayrı bir ayrıcalıktı. Yazar adamın oyuncağı diyebilirsiniz J Değil mi ama. Koskoca yazar adam. Çocuk gibi oyuncaklarla mı oynasın. Yazarın oyuncağı da kalemidir işte.
Birkaç ay sonra yere düşmek suretiyle, kalem kapağındaki o güzel Varsace arması kayboldu. Kalem mükemmel yazıyor. Hiçbir problem yok. Ama ben biraz da dokunsal olmanın verdiği hisle, kalem kapağındaki o hafif kabarık arma ile oynamasam rahat edemiyorum. Üstelik arma düştükten sonra ortaya çıkan arma yatağı elime bir tuhaf geliyor.
Arayıp taradıktan sonra, yurt dışından alınmış bu güzel kalemin temsilcisinin Acarsoy Saatçilik olduğunu öğrendim. Ve yetkili kişi Didem Özgen Hanım’a e-mail gönderip durumu anlattım. Nereden alındığını bilmediğim bu hediye kalemin kapağındaki armanın düşüp kaybolması dolayısı ile ne yapılabileceğini öğrenmek istediğimi belirttim.
Sevgili Didem Hanım’ın mesajı şöyleydi :
‘Sayın Münir Bey. İsviçre’den gelen cevapta önerilen çözüm, size bu kalem için, bedelsiz olarak yeni bir kapak vermek. Bu çözümü onaylıyorsanız bize bildirin. Kapağı sizin için getirtebiliriz.’
Nasıl onaylamam. Anında teşekkür ederek bu çözümü kabul ettiğimi bildirdim.
Bir müddet sonra, tam da söz verdikleri hafta, Didem Hanım yeni bir e-maille durumu bana bildirdi.
‘Sayın Münir Bey. Kalem kapağınız Ä°sviçre’den elimize ulaÅŸtı. EÄŸer Ä°stanbul'da iseniz, lütfen aÅŸağıdaki adreslerin hangisinden teslim almak istediÄŸiniziÂbize bildirin. Cevabınıza göre bayiimizin tam adresini size bildireceÄŸim ve kapağı bayiye göndereceÄŸim:
Etiler Akmerkez, Kapalıçarşı, Ataköy Atrium, Eminönü, Bağdat Caddesi, Altunizade Capitol…
Neresinden bakarsanız bakın mükemmel bir profesyonellik. O güne kadar böylesini kullanmadığım bir kaleme nazire yaparcasına, böylesini görmediğim hoş bir durumla karşı karşıyayım.
Hemen Didem Hanım’a bir e-mail yolladım:
Değerli Didem Hanım. Nazik mesajınız ve profesyonel hizmetiniz dolayısı ile şahsınıza Ve şirketinize tebriklerimi sunuyorum. Kapalıçarşı bana daha uygun. Cevabınızı bekliyorum...
Ve tabiî ki Didem Hanım’dan anında cevap:
Sayın Münir Bey, Kalem kapağınızı isterseniz PerÅŸembe gününden itibaren Bahçekapı Arpacılar Cad. No. 37 Eminönü adresindeki Acarsoy Saat Ticaret'tenÂ(Kemal Usta ya da Åžadiye Hanım) (Tel: 0212 511 22 65), dilerseniz deÂCumartesi günü öğleden sonradan itibaren Kalpakçılar Cad. No:59 Kapalıçarşı adresindeki Anadolu Kuyumculuk'tan (Tel: 0212 522 74 60) teslim alabilirsiniz…
Perşembe günü Bahçekapı’daki Acarsoy Saatçiliğe gittim. Kemal Usta’yı gördüm. Ben Münir Arıkan dedim. Bir Madisson Pen’in kapağını almaya gelmiştim. Şadiye Hanım hemen yukarıya çıktı. 1 dakika içinde elinde zarif bir paket. Buyurun Münir Bey dedi. Biz de Sizi bekliyorduk. Paketi aldım. Kısa bir teşekkür ve bir şey değil faslından sonra dışarı çıktım.
????
Dışarı çıktığımda aynen bu durumdaydım.
Nasıl olmuştu da böyle bir şey olabilmişti.
Hangi birini anlatayım ki şimdi size zihnimde dolanan düşüncelerin?
Başından sonuna kadar beni derinden etkileyen bir durumla karşı karşıyaydım.
Değerli okurlarım. Şimdi bunca ciddi mesela arasında Irak, Filistin, Büyük Orta Doğu, Avrupa Birliği, Yeni Dünya Düzeni v.s. vs. Bir de ben kalkmış ‘Versace Kalem Öyküsü’ yazıyorum.
Adamları, şirketlerini, Didem Hanımı, Kemal Beyi, Şadiye Hanımı valla tanımam etmem. Sadece kalem kapağını almaya gittiğimde gördüğüm Kemal Usta ve Şadiye Hanım’dan başka bir zatla, yüzyüze görüşme şansım da olmadı zaten. Tamamen sanal bir ortamda yürütülen iletişimle, tamamen hakiki bir gerçeğe ulaşmak çok hoş.
Benim ulaştığım hakiki gerçeğin birincisi, hakiki kalem kapağım. Gerçek. Hakikaten gerçek. Elle tutulur, gözle görülür bir gerçek. Ama elle tutulup, gözle görülmemesine rağmen, en az şu kalem kapağı kadar gerçek olan bir başka hakikat de, insanın hoşuna giden tüm şu olayları yaşamış olmam.
Düşünün bir. Hediye almak. Hediyenin paketi. Ambalajı. Muhafaza kutusu. İçine kalemi silmek için kullanacağınız güderinin düşünülerek konması…Kalem kapağındaki minik armanın (kalemi yere düşürdüğüm için) düşüp kaybolması.
Hakikaten düşünün bir. Kaliteden yoksun bir şirkette başınıza neler gelebileceğini. ‘Kaaardeşim. Nerden aldın bunu.
Hediye efendim.
Ne demek hediye. Faturası yok mu faturası.
Hediye kutusundan çıkmadı efendim. Hediye paketinin içine (bildiğim kadarıyla) 18. yüzyıldan bu yana nezaketen fatura konmuyor.
Bak bir de tarih dersi veriyor. Fatura yoksa bişi yapamayız. İmkanı yok.
Ama efendim, o arma benim için çok özel duygular yaşatıyordu bana.
Çok özel duygular yaşamak istiyosanız Ayşe Arman’a gidin. Çok özel duygular yaşatacak aletler onda var.
Hayır, hayır o tür özel duygular değil. Ne biliim. Görüntüsü… Dokunuşu.. Onunla daha bir güzel yazıyordum sanki.
Kaardeşim. Kalem şimdi yazmıyor mu? Armasıyla mı yazıyorsun bunu?
Yoo. Yazıyo da. Yine de armalısı bir başka.
İmkanı yok. Yapacağımız bir şey yok. Yasak. Arması düşürülen kalem kapağı bizde değişmez. Eğer çok istiyorsan yenisini al. 1.000$ Hem düşürmüşsün bunu. Bak bir de kendi ağzınnan sö’lüyong. Bana ne kaardeşim. Düşürürken bana mı sordun. Bir de yazar olucan. İnsan hiç kalemini düşürür mü? Sen kesin kağıtlarını da yere düşürüp, kirlenince de temizlerini istiyorsundur Allah bilir….
Peki efendim ben müsaadenizle gideyim isterseniz. Anladım. Hata bende. (içimden: Evet evet bende tabi ki. Senin gibi bir ayıyla muhatap olduğum içim hata vallaha da bende, billaha da bende)
Bakın değerli dostlarım. Yazının ilk bölümünde okuduğunuz diyaloglar, bu son bölümde okuduğunuz gibi olabilirdi. Ondan sonra uğraş uğraşabilirsen…
İşte ben, bir insan olarak, insan olduğunuzun farkına varılmasından, size insan muamelesi yapılmasından, gönlünüzün alınmasından ve her şeyden önemlisi;
En sonunda işinizin görülmesinden dolayı bu kadar mutluyum.
O kadar mutluyum ki, bu mutluğumu Sizinle de paylaşayım dedim. Belki aynı hizmeti veremeyen başka birilerine ders olur. Kim bilir?
Ayrıca bu öykünün sonunda asla unutmamanızı istediğim bir iki şey var:
Birincisi: Her insan keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir. Kalem kapağını, ya da kalemini kaybetmesi, düşürmesi, kırması… Bütün bunlar onun içindeki hazineleri yok saymamızı gerektirmez.
İkincisi: İnsanlar sizin ne olduğunuza ve sizde ne olduğuna bakmazlar. Mühim olan, sizde var olanı nasıl sunduğunuzdur. Ve yaşam bu açıdan baktığınızda bir ‘Servis Sanatıdır’ Ve ‘Servisi İyi Olan Kazanır’
Kazanan ve kazanılan olmak dileği ile… Kendinize ve birbirinize çok iyi bakın canlarım…