Güncelleme Tarihi:
* “Vicdan”ın ardından “Yük”... Neden bir vicdan filmi daha?
- İnsanın kendi yükünü taşıması ile başkalarının da yükünü taşıması arasında büyük fark var. Sadece kendi yükünü taşımak insanı rahatlatıyor. Fakat burada adam bir cinayet işliyor, kaçıyor, onun yerine 16 yaşındaki küçük kardeşini cezaevine yolluyorlar. Bu arada onu kovalayan adam da karısının hayatının aşkı! Ben bu hikayeyi Zonguldak’taki maden işçisine anlattığımda, “Bu Tonyalı mı?” diye sordular. “Neden?” dedim. Daha öncesinden Trabzon-Tonya’dan biri gelip orada saklanmış. Benim ana karakterim de madende saklanıyor.
* Çektiğiniz hikayenin gerçek olduğunu biliyor muydunuz?
- Hayır, gerçekten böyle bir şey olduğunu sonradan öğrendim. Engin Çetin’in bir öyküsü. Bu öyküyü alıp eğip büktüm ve kocaman bir senaryo haline getirdim. Hasmı geliyor, aynı madende yaşamaya başlıyorlar. Çok büyük bir gerilim ve korku oluşuyor. Korkular birikince olduğundan daha cesur davranmaya başlıyor. Dayanamayacağı noktaya gelince de öldürülmek istiyor. Durum böyle olunca, hasmının elindeki tüm kozları almış oluyor. Sonunda cezasını kendisi kesiyor. Biraz da “Bir erkeğin bir kadını ele geçirme isteği ne demek? Öç almak ne demek? Vicdan azabıyla dolu bir adamın korkularının cesarete dönüşmesi ne demek?” gibi sorulara yanıt veren bir film. Tam anlamıyla psikodrama... Bu içsel gerilimi madenlerde yani labirentte anlatmak çok kolay oldu benim için.
* Film ekibinde sadece beş gerçek oyuncu var, onların haricinde hepsi madenciler ve eşleri...
- Evet, aynen öyle oldu. Oyuncular da çok kısa zamanda adapte oldu duruma, madencilerle arkadaşlık kurdular. Çok zor şartları bir oyun haline getirebildik.
* Meydan okuma isteği miydi bu?
- Ben biraz zor işleri severim. Zor konulardan bir şeyler çıkarmaya çalışırım. Yine zor ama çok sevdiğim bir film oldu. Yıllardır minimalist bir iş yapmak arzusundaydım, sonunda üstesinden geldik. Çok az görüntüyle çok katmanlı bir psikolojik gerilim yansıtabildik. Çok beğendiğim Fransız yönetmen Robert Bresson’a bir nevi gönderme oldu da diyebiliriz. Ama daha fazla oyuncularımdan bahsetmem lazım. Üç oyuncu da gerçekten tüm benlikleriyle çalıştı. Çok iyi bir ön çalışma yapmamız, setin işleyişini hızlandırdı. Oyuncuların yeteneklerini kısıtlamamak lazım. Kısıtlamadığınız zaman enerji dolu oluyorlar.
SEYİRCİ DİZİLERLE ÇOK TEMBELLEŞTİRİLDİ
* Ön çalışmaların hepsi 700 metre aşağısı içindi değil mi?
- Evet. 700 metre de indik, 400 metre de. Kömürün çıkarıldığı yere “ayak” deniyor. Ayakta yaklaşık iki saatlik bir çekim vardı. Suni havalandırma olduğu için beni oraya almadılar. O kadar zor koşullar vardı ki, çekimler bitince “Bir dahaki film plajda çekilecek” dedim. Filmi izlediğiniz zaman o zor şartları anlayacaksınız.
* Tülin Özen, “Vicdan” filminizde de rol almıştı. Diğer oyuncuları nasıl seçtiniz?
- Tansu Biçer, Onur Ünlü’nün filmi “Beş Şehir”de Aydın diye bir polisi canlandırıyordu. Bir repliği vardı, “Çok yalnızım, ne olur beraber olalım” diyordu, ona işte orada çarpıldım. Gözlerim yaşarmıştı. Nadir Sarıbacak’ı ise “Uzak İhtimal”deki İmam karakterinde beğendim. Nadir’i bu filmde tanıdım ama onunla yeniden çalışmak isterim.
* Oyuncular arasında hiç klostrofobisi olan yok muydu?
- Hayır yoktu. Ama kamera arkasından birkaç kişinin rahatsızlığı vardı, onlar aşağı inmiyordu. Bunu anlayışla karşıladım.
* Neden seyircilerin algılarıyla oynamaya yönelik bir senaryo?
- Seyirci, dizilerle çok tembelleştirildi. Bir fikrin insanların aklına açıkça ifade edilmeden düşürülmesi, zaten dramatik formun özünde var. Bir şeyi doğrudan söylediğinizde o kadar etkili olmuyor. İnsanların o durumu kendi başına keşfetmesini sağlarsanız, sonuç çok daha etkilidir her zaman. Birinci prensibim şu: Az olan daha çoktur. Yani minimalist çalıştım. İkinci prensibim ise alışılmadık dramatik form... Film, bulmaca gibiydi. Ahmet Boyacıoğlu ve Nurgül Yeşilçay’ın iteklemesiyle yeni bir düzenleme yaptım ama... İlk hali daha gizemliydi. Gizemli filmler, kibirli olur. Kibirli film de sinema seyircisini iter. Yönetmenin de, filmin de kibirli olmaması lazım. Adana’da gösterdiğimiz kopya daha az gizemliydi. Ama ona rağmen itirazlar geldi. Çünkü seyirci yönetmenin dizine oturuyor ve “Hadi bana filmi anlat” diyor.
DERT OLMADAN FİLM ÇEKİLMEZ
* Gişe beklentiniz ne?
- Filmin kendi içinde sürprizi çok... Gişede de aynı sürpriz neden olmasın! Çünkü “Yük”ün garip bir yolculuğu var.
* Gişe fimleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Kaba güldürüler, 200-300 kopyayla çıkıyor. Ne kadar kopya, o kadar perde demek. Bağımsız filmlere salon bulmak çok zor. Böyle olunca da kaba güldürülere gidiyor seyirci. Benim filmime ilgi duyan kitle bellidir ama uzun vadede bir seyirci birikimi olacaktır diye düşünüyorum
* “Vicdan” serisine bir üçüncü film eklenecek mi?
- Şu an yeni bir film üzerinde çalışıyorum ama bakalım.
* Peki vicdan sizin için neden bu kadar önemli?
- Toplumun ve insanın vicdanı çok önemli. Ben de sinemamda sürekli ahlaki sorunlarla uğraşıyorum.
* Derdiniz direkt vicdanla yani...
- Dert olmadan film çekilemez. Hayatın içindeki çelişkiler olmasa sanat yapamayız.
FATİH AKIN BİR ALMAN YÖNETMENİ
* Almanya’da da sinema geçmişiniz var. Almanya’daki Türk asıllı yönetmen ve oyuncuların dahil olduğu sinemayı, Türk sinemasının bir alt kolu olarak görebilir miyiz?
- Bir filmin sahibi yapımcıdır. Bir filmin yapımcısı Alman’sa ya da Alman vatandaşıysa onlar Alman filmi kategorisinde değerlendirilmeli. Algı dünyaları çok farklı çünkü. Ben orada yaşadım ama oradan sermaye alıp Ağrı’ya, Hakkari’ye götürdüm. Fatih Akın dersen, o bir Alman yönetmeni... Alman Yönetmenler Derneği’nde, Alman vatandaşı. Öyle bakmak lazım. Ama bu bir zenginlik. İki dünya görüşü var sonuçta...
* Ama biz Türk sayıyor ve başarılarıyla gururlanıyoruz.
- İhtiyacımız var da ondan! Bizim için de bu böyle... B sınıfı bir festivalden alınan ödül, gazetelerde birinci sayfadan veriliyor, çok seviniyoruz. Çünkü kendimizi iyi hissetmeye ihtiyacımız var. Avrupa komplekslerimiz var ki bu da çok insani. Toplum olarak uluslararası başarıya ihtiyaç duyuyoruz. Ama gerçek başarılarla çakma başarıları birbirinden ayırmak gerekiyor.
* Bu sene de Türk filmi yokmuş Cannes Film Festivali’nde...
- Ben onu da eleştiriyorum. Orada tuhaf bir mayalanma var. Oraya bir Fransız veya Alman distribütörle gitmek lazım. Berlin’e Alman distribütörle gitmek lazım, Cannes Film Festivali’ne de Fransız distribütörle. Kısacası buradan bir video yollayıp da “Şuna bir bakın” demekle olmuyor. Bu konuda çok profesyonel çalışmak lazım. Türkiye’de bunu yapabilen sinemacılarımız var. Cannes’da olsun, Berlin’de olsun filmleri gösteriliyor. Ben en son 2005’te Venedik Film Festivali’ndeydim. Bu filmle de Cannes’ı denedim ama olmadı.
UNIVERSAL İSTANBUL TİCARİ ODAKLI BİR ÇABA
* Türk sinemasının en önemli sorunu ya da eksiği nedir sizce?
- Bizim eksikliğimiz tamamen yabancı dil. Yönetmenlerimizin ve yapımcılarımızın yetersiz dil bilgisinden kaynaklanan bir sorun yaşıyoruz. Bu sorunu aşmak, doğrudan yabancı yapımcılarla ilişki kurmak gerek. İkincisi ise çok içe kapandık. İçe kapanınca milliyetçi olduk. Başbakan’ın kahvaltısında da söylemiştim, Türkiye Sinema Kurumu Yasası hazırlanması gerek diye, kendisi de ilgileneceğini söylemişti. Ama o sırada seçim stresine girildi ve unutuldu. Ben aslında hazırladığım tasarıyı hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı’na sundum. Bugün özerk bir sinema sistemine gerek var. Fransa’nın sinema yasasından örnek alarak tasarladık biz de taslağımızı.
* Ama mevcut sorunlar bir kenara bırakıldı, Universal İstanbul kurmaya çalışıyorlar. Sonuç ne olur dersiniz?
- Bana ticari odaklı bir çaba gibi geliyor bu... Böyle bir planın hiçbir yararı yoktur.