Kar’la birlikte yeniden o tartışma: Edebiyatın reklamı olur mu?
Bir insan bu kadar mı şanslı olur? Sen yazar ol, tut kar üzerine bir kitap yaz ve 15 yılda bir tekrarlayan kar felaketi senin kitabı yazdığın yıla ve piyasa çıkaracağın aya denk düşsün...
Bu da işin ilahi pazarlaması!
Dünyaca ünlü yazarımızın yukarıdan yardım aldığı kesin. Ama o kadarla da sınırlı değil...
Orhan Pamuk bunu hep yapıyor. Yeni Hayat'tan bu yana da, üç yılda bir her kitabının çıkışında, her defasında giderek artan bir dozda bu tartışma yeniden gündeme geliyor:
Edebiyatın reklamı olur mu?
İşte biz bu göbek sayfada Kar romanının pazarlamasında fikir kimden çıktı, nasıl uygulandı, yayınevi ne diyor, reklam şirketi ne diyor size bunları göstermek istedik.
Tabii bir de kitabın yazarı Orhan Pamuk var.
Ona da Kar'a dair merak ettiğimiz şeyleri sorduk...
Bu arada Kar onun yazdığı ilk siyasi roman, Kars'ta geçiyor. Türbanlıları, siyasi islamcıları, eski solcu şair Ka'nın duyguları ve Kars kentine atfedilen özellikleriyle epeyce tartışma yaratacağa benziyor. Ama ben yine de en çok tartışmayı pazarlama konusunda bekliyorum...
Bire ona oynadım ona göre!
Bütün romanlarınızı planlayarak mı yazıyorsunuz, bir duygu yakalayıp üzerine mi gidiyorsunuz? Yoksa var olan sorunları ortaya koyabilmek için anlatılacak bir şeylerin peşine mi düşüyorsunuz?
- İkisi birlikte. ‘‘Benim Adım Kırmızı’’da olduğu gibi var olan bir konu olabilir ya da bu son romanım ‘‘Kar’’da olduğu gibi Türkiye'nin siyasi çatışmaları olabilir. Ama o duygu dediğiniz şey olmadan da, kitaba giremiyorum. O duygudan ben, bir atmosfer, şiirsel bir şey, kendime benzeyen bir adam anlıyorum. Ve onu bütün olayların ortasına yerleştiriyorum. Her kitapta kendime benzeyen bir adam vardır. Bu son romanımın karakteri Ka gibi...
Yani o hafif yeteneksiz şair Ka'yı kendinizle mi özdeşleştiriyorsunuz!
- Ka'nın hafif yeteneksiz olduğunu düşünmüyorum. Onun yeteneğinin anlaşılmadığını düşünüyorum! Ka benim ünlü olmamış halim. Ünlü olmasaydım, ki ün rastlantısal bir şeydir, daha zor anlaşılır kitaplar yazsaydım, medya patlaması ünüme hizmet etmeseydi, ya da ilk gençlik yıllarımda düşündüğüm gibi şair kalmakta ısrar etseydim, Ka gibi biri olurdum... Kızgııın, öfkeliii, sinirliii, hüzünlüüü ve yalnız! Bende olan bazı başka itici özellikler de var onda...
Ne gibi yani?
- Başına kötülükler gelebileceğini düşünüp, küçük hesaplar yapıyor. Kendini sevdirmek istiyor ama sonra kararsızlıklar çekiyor. Öfkelenip bir şeyler yapıyor, sonra pişman oluyor. Korkuyor. Korktuğundan da korkuyor! O sadece bir kenara çekilip kendi odasında mutlu olmak istiyor! Bunlar benim özelliklerim...
Bu ‘‘Kar’’ romanının sebebi hikmeti nedir?
- Bir roman, tek bir düşünceden değil, pek çok düşünceden çıkar! Bir kere yıllarca içimde şu yer etmişti: ‘‘Efendim. Orhan, postmoderndir. Memleketin sorunlarından kaçar. Hayali çağlarda geçen hayali romanlar yazar. Zaten adamın Türkiye gerçeğinden haberi yok. O, Nişantaşlı muhallebi çocuğu burjuva Orhan!’’ Ne yalan söyleyeyim, bu romanda da kendimi Nişantaşlı burjuva Orhan'dan başka birine çevirmedim, Ka da Nişantaşlı bir kahraman ama elimden geldiği kadar, ülkem ve siyasi durumları hakkında ne düşünüyorsam yazayım istedim! Bir de şu fikir vardı: Bir adam artık hiçbir siyasi fikre inanmıyor. Eskiden inandığı solculuğu da çok fazla önemsemiyor. Fakat Türkiye'de bir taşra kentinde, siyasete fazla fazla inanan solcular, sağcılar ve siyasal islamcılarla yanyana düşüyor ama onun aklı fikri oradaki eski bir tüfeğin kızını tavlamakta! Artık başka da inandığı bir şey yok...
Siz öyle biri miydiniz?
- Keskin solcu hiç olmadım. Kendimi, kültürle, siyasetin insanı hapse götürecek ürkütücü isteklerinden hep korudum. Kaçtım. Ama Ka gibi birini anlatmak istiyordum. Siyasetin taleplerine geçmişte heyecanla koşmuş, ama bugün aşkın ve bireysel mutluluğun taleplerinin peşinde koşmayı tercih ediyor. Herkes memleketi kurtarmayı düşünürken, o sevdiği kızla bir odaya kapanıp sevişmeyi düşünüyor! Bir taraftan vicdan azabı çekiyor ama ötekilerden daha önemli bir değere sahip olduğunun da farkında. Nitekim benzer bir hikaye de romanımda var.
Bu kitabı kızınıza ithaf etmenizin özel bir sebebi var mı? Ya hayatınızdaki en baskın kadın olarak ‘‘Bundan sonrakileri de banaa ithaf edeceksin baba!’’ derse, ne yaparsınız?
- Zaten öyle söyledi. Hiç kimsenin beni bu kadar çantada keklik görmesini istemem. Çok sevdiğim kızımın bile! Ama o ne derse hoşuma gidiyor...
Bu romanın yazılış süreci olarak öncekilerden bir farkı var mı?
- Yok. Üç seneden dört ay eksik. Ama diğer bütün kitaplarımın içerisinde en çok konu dışına çıkıp, sonra kendimi tekrar konuya çektiğim, yani vakit kaybettiğim kitaptır. Nedense, içimde bir ses hep hiciv yapmama yol açıyordu. Belki de bu yüzden bir daha siyasal roman yazmam diyorum. Hiciv, insanın bir şeylerle kolay alay edebilmesi. Evet, eğlenceli, okur da tavlayabilirsiniz ama çok da çabuk tadı kaçabilecek bir şey. Bu yüzden çok yazdım, çok çıkardım.
Neden Kars diye sormam gerekiyor mu?
- Kısaca anlatırsam, farklı siyasi görüşe sahip insanları bir şehirde topla. Kar yağsın, bu şehir Türkiye'den kopsun onlar aralarında savaşsınlar ve birbirlerini boğazlasınlar...
İyi de neden mesela Ağrı değil!
- 28 yıl evvel Kars'a kendi kendime gitmiş, çok beğenmiştim. Vatanımı görmeliyim diye bir arkadaşımla Türkiye'yi geziyordum. Bu romanı nerede geçirebilirim diye düşünürken, aklıma Kars geldi. Oraya ilk gidişimde iş neredeyse protokola bindi, Refah Partisi'nden Hadep'e kadar parti parti dolaştım, aklınıza neresi gelirse gittim. Her gidişimde videoyla çekim yaptım, fotoğraflar çektim, pek çok ses kaseti doldurdum. Bir röportajcının ‘‘yırtıklığı’’ nedir onu da anladım! Sanki o teyp benim her yerimi saklıyordu, onun arkasına gizlenip herkese herşeyi sorma hakkım var gibi geliyordu. Sonra o kayıtların hepsini İstanbul'a getirip izleyip, dinliyordum. Bana bir çeşit güven veriyordu...
Kars'a giderken kendinizi nasıl hissediyordunuz? a) sevinerek gidiyordum b) nereden çıkardım başıma bu romanı diyordum
- Bu iki duygu da vardı! Akşam yatarken ‘‘Hayır gitmek istemiyorum’’ diyordum. Sabah, ‘‘İyi ki yola çıktım’’ diye düşünüyordum. Oraya varınca da sevinçten çocuklar gibi ayaklarımı yere vuruyordum. Ama sonra öyle bir an geliyordu ki kendimi orada çok yalnız hissediyordum. Bir çeşit depresyona giriyor, koşa koşa otelime gidip uyuyordum. Hatta yanıma Proust'un Türkçelerini almıştım. Oradaki yoksulluk, imkansızlık, olanaksızlık ve insanların durmadan bana bunları anlatması o kadar ağır geliyordu ki Proust'un Paris aristokratlarını okuma ihtiyacı hissediyordum. Tam anlamıyla kaçış edebiyatı yani...
Kendi romanının pazarlamasını en iyi şekilde yapabilecek olan o romanın bizzat yazarı mıdır?
- Benim Amerika'daki ajanım öyle der.
Size pazarlamacı-romancı denmesi sinirinizi bozmuyor mu?
- Böyle şeyler beni kızdırmaz gocundurmaz. Ama bir yazar, kitaplardan ve edebiyattan söz ederken pazarlama ve tanıtım gibi kelimeleri kitap dünyasının hakettiğinden fazla kullanmaya başladıysa... Bu aslında onun mevcut kitap dünyasıyla, okumakla yazmakla sorunlu bir ilişkisi olduğunu gösterir. Çok satmak gibi sorunları olduğunu düşündürür.
Sizin çok satmak gibi sorununuz yok mu?
- Benimkiler zaten çok satıyor!
Bu kitabınızı da uluslararası arenaya çıkaracak mısınız?
- Tabii ki. ‘‘Benim Adım Kırmızı’’ 17 dile çevrildi ve hepsinde başarılı oluyor. Bu kitap da uluslararası arenaya çıkacak. Ben istemesem de. Ve orada da aslanlar gibi koşturacak!
ÊParanoyak olduğunuz söylenebilir mi?
- Evet paranoyağım ama bu insanların hakettiğimden daha fazla bana saldırdığı gerçeğini değiştirmiyor. Bu paranoya değil, gerçek!
Peki aşk ve sevişme anlamında karın özel bir yeri var mıdır?
- Dışarıda kar yağdığını bilirseniz, elbette içeride birine sarılmak daha güzeldir... İnsana mutluluk verir.
Bekletilmek Ka gibi sizin için de aşk acısıyla eş değer mi?
- Aşk acısının en kuvvetli yanı yokluksa, buna koşut diğer en büyük aşk acısı da bekletilmektir! Birine randevu veriyorsunuz, sizin için çok değerli. Aşıksınız. Acaba ne olacak beni bırakacak mı endişeleri taşıdığınız biri. Beşte geleceğini söylüyor. Saat beşi beş geçiyor, on geçiyor, yirmi geçiyor. Hala gelmemesi bana korkunç acılar veren bir durumdur! Karnım ağrır... Biraz sonra içimdeki paranoyak Orhan da daha derin bir şeyler olduğunu söyler. Aşkla paranoya arasında da bir ilişki olduğunu düşünüyorum...
Kadınlar mı erkekler mi daha çok sevecek bu romanı?
- Kadınların sevmesini isterim, erkeklerin de berbat etmesinden korkarım...
Nesli tükenen adamlardan biri olduğunuzu düşünüyor musunuz?
- Öyle görülmek hoşuma giderdi. Ama neslim tükenmez. Daha çok yaşamayı ve daha çok roman yazmayı planlıyorum....
İLK VE SON POLİTİK ROMANIM
Kar, ilk güncel politik romanım. Ama kesinlikle bir daha politik roman yazmam. Çünkü edebi yanının değil, siyasi yanının öne çıkarılacağını ve yaptığım harika edebi buluşların farkına varılmayacağını düşünüyorum.
MÜZMİN MUHALİFLERİM YİNE ELEŞTİRECEK
Bir kere, her zaman yaptıkları gibi çok sattığı için. Medyaya çıktığım için. Reklamının yapılmasına sinirlenecekler, niye televizyona çıkıyorsun diyecekler. Müzmin muhaliflerin ortak yanlarından biri de, ne yazık ki kitaplarımı okumamaları! Güncel olması belki kitabı onlara okutur. Ama bu sefer de cımbızla ayıklanmış sloganlarına takılacaklar...
Romanın, Kars Kalesi’nde tuğla olarak kullanılma ihtimali yokHangi akla hizmet bir kitabı 100 bin bastınız?
- Biz bunu hep yapıyoruz! ‘‘Benim Adım Kırmızı’’nın da ilk baskısını 50 bin yapmıştık. Ve ne oldu? Çok kısa bir sürede 100 binin üstüne çıkmak zorunda kaldık. ‘‘Yeni Hayat’’ta da benzer bir durumla karşılaştık. Eee bu sefer de namımız yürüsün diye, 100 bin bastık! Dünya çapında bir yazara bu baskı sayısı yakışmaz da kime yakışır!
B planınız nedir? Satmazsa ne yapmayı düşünüyorsunuz?
- ‘‘Karlaaar düşeeer... Düşer, düşer ağlarıııım’’ şarkısını hep bir ağızdan söyler ve Kars Kalesi'nin restorasyonunda kitabı ‘‘tuğla’’ olarak kullanırız! Espri bir yana, böyle bir olasılık yok. Varsa da Orhan Pamuk'a feda olsun...
Seka'nın hurda kağıt alış fiyatıyla bir kitabın maliyeti arasındaki fark ne kadar? 100 bin bastınız, 20 bin sattınız diyelim; zararınız ne kadar olur? Bunu Türk halkına gösterebilir misiniz?
- 100 bin basılan bir kitabın 20 bin satması durumunda ortaya çıkacak zararı isterseniz, Türk halkına hiç göstermeyelim! Çok üzülürler. Bu arada Seka'ya hiç kitap satmadık, satacağımızı da sanmıyoruz!
Bu kadar maliyeti üstlenebilmeniz mümkün mü? Orhan Pamuk cepten para veriyor olmasın!
- Endişe etmeyin. Böyle bir ihtimal söz konusu değil! Zaten ilk iki gün içinde 50 bin kitabı dağıttık. Kaldı ki, İletişim'in fikri, zikri ve mali kapasitesi bunun üzerinden gelir.
Bu pazarlama yöntemlerini kim icad ediyor? a) Siz, yani İletişim b) Profesyonel bir ajans ya da pazarlama şirketi c)Bizzat yazar Orhan Pamuk
- D şıkkı: Hepsi! Kampanyamızın amacını elbette yayınevimiz belirledi. Tabii ki Orhan Pamuk da fikrini ve onayını belirtti. Daha önemlisi, reklamcı dostlarımızın büyük desteğini aldık. Kampanyayı Ultra Ajans yürüttü. Serdar Erener'in gönüllü katkıları oldu. Ama kampanyamızın bütçesi yarattığı gürültüye oranla epey mütevazı gerçekleşti. Tüm bunlar, reklamcı dostlarımızın kültür kıyağı olarak kabul edilmeli. Emeği geçen herkese teşekkürü borç biliriz!
SERDAR ERENER (Reklamevi)Reklam dandik şeyleri güzel gösterme sanatı değilReklamın parlak çocuğuyla edebiyatın parlak çocuğu nasıl buluştu? Hangi vesileyle?
- Ölmeden önce, yeteneğine, yaptıklarına hayranlık duyduğum herkesle iş yapmak istiyorum! Aklımın erdiği, o insanların da beni içinde görmek istediği her işte, arsızca olmak istiyorum. Allahtan sayıları az! Orhan da bunlardan biri! Bir kitap çıkarıyoruz biz, bir fotoğraf kitabı. Ve ben Orhan'dan bu kitaba bir önsöz yazmasını rica ettim. Buluştuk. Kitabımızı beğendi, tamam yazarım dedi. Biz, resmi olarak bu işin içine medya şirketimiz Media Edge nedeniyle girdik. Kampanyada hangi medyayı kullanmak gerektiği bize soruldu, tavsiyede bulunduk. Çok da iyi bir indirim sağladık.
Orhan Pamuk şimdiye kadar kendisini pazarlama yöntemleriyle sattıran bir yazar olmakla suçlanıyordu. Şimdi pazarlama aşamasını daha da ileri götürüyorsunuz. Ters tepki yaratabilir mi?
- Vallaha, geçen sefer ne kadar ters tepki yarattıysa, o kadar yaratır! Yetenekli insanlar, içlerindeki ‘‘nemodan’’, yani varoluşun hiçliği duygusundan yaptıkları büyük işlerle kurtulurlar. ‘‘Ne kadar az insan anlarsa beni, o kadar iyi olur’’ diyenler çapsızlar ve ukalalardır! Büyük yetenekler, en kötü ihtimalle bir yüzyıl sonra anlaşılacaklarını düşünürler...
Radyolarda kitaptan pasaj okumayı kim akıl etti?
- Biz. Orhan da beğendi fikri. Hakkı da uygun buldu. Orhan'la stüdyoya girdik, çok eğlendi. İçindeki tiyatrocuyu keşfettiğini söyledi! Okuması tabii ki profesyonellikten uzak, tam da bu yüzden iyi oldu ya. Hiç reji vermedik. O da aşırı zeki her insan gibi, söyleneni hemen anladı ve yaptı.
Tüm bunları parasız yaptığınız doğru mu?
- Evet. Benim için bu işteki asıl kazanç, olağanüstü bir yetenekle iş yapmaktı!
Otobüs duraklarında billboard'larda Orhan Pamuk'un kitap kapağı olacak. Sizce o edebiyatın Tarkan mı olmak istiyor?
- Çoktan oldu zaten! Bir kaç hafta önce İngiliz Economist Dergisi'nde dünyada 2001 yılının en iyi dokuz edebiyat eseri arasında ‘‘Benim Adım Kırmızı’’ da vardı. Daha ne olsun?
Pazarlama yöntemleriyle bir kitabı satın aldırabilirsiniz ama okutabilir misiniz acaba!
- Reklam, insanlara dandik şeyleri güzel gösterme sanatı değil ki! Öyle olduğunu sananlar yanılıyor. Reklam, iyi, faydalı ve güzel olan şeyleri insanların hayatlarına daha hızlı sokabilmek için bir araç. Bazen de güzel olan şeyleri, daha güzel algılamamıza sebep olabilir tabii. Adam BMW'sini almış, elaleme hava atıyor, her haftasonu yıkıyor... Ama kullanmıyorsa reklamcı ne yapsın? Orhan'ın kitaplarını iyi edebiyat okumak için değil de, bilgili gözükmek amacıyla çay takımlarının üzerindeki büfeye dizenler olabilir. Ama bu, Orhan'ın az okunduğunu değil, nasıl büyük bir marka olduğunu gösterir...
HAKKI MISIRLIOĞLU (Ultra Ajans)Orhan’ın değil Ka’nın reklamını yapıyoruzBir romanı televizyon reklamıyla tanıtmak sizin aklınıza mı geldi? Yoksa Orhan Pamuk mu rica etti?
- Orhan, zeki bir adam. Birilerinin onun yerine düşünmesi gerekmiyor. İkimizin aklına birden geldi. Rica değil yani. Gerçi, ilk hareket noktamız sinemaydı. Yaptığımız reklam filmi,
sinema filmlerinden önce gösterilecekti. Birden böyle bir şey çıktı. ‘‘Benim Adım Kırmızı’’da da birlikte çalıştık. İletişim'in ‘‘çekingenliği’’ yüzünden yaptığımız kampanya biraz ilan tadında kaldı. Nedir ‘‘ilan’’la ‘‘reklam’’ arasındaki fark; ikisinde de para ödüyorsunuz ama reklam, zekanın daha fazla devreye sokulduğu ilandır!
Bir yazar, televizyon reklamına çıkmayı kabul ettiyse, daha agresif olması gerekmez mi? Yoksa siz Orhan Pamuk'a mahçup bir imaj mı belirlediniz?
- Orhan'ın değil, kitabın reklamını yapıyoruz biz. Ve oradaki Ka karakteri mahçup bir karakter. Yani filmde ve kitabın kapağında görülen adamın Orhan Pamuk olduğunu sadece biz biliyoruz. Çok da belirgin bir tip değil. Pekala Ka da olabilir! Benim reklamda önceliğim Ka, Orhan değil. Zaten Orhan'ın da çok mahçup olduğu söylenemez. Hem mahçup hem de saldırgan biri Orhan Pamuk! Ben kitap kapaklarında yaşayanların yüzlerini, cisimlerini göstermekten yana değilim. Ama Kar kitabı farklı. Kapaktaki, eski solcu şair Ka. Ve Ka'nın kişiliğinde Orhan ne kadar varsa, kitap kapağındaki fotoğraflarda da ancak o kadar var! Biraz gizli yani.
Kitap kapaklarınızda bir konsept bütünlüğü var mı?
- Pazarlama açısından görsel bütünlüğü hesaba katmak gerekiyor. Kar'daki harf karakterleri, ‘‘Benim Adım Kırmızı’’yı çağrıştırıyor. Ve yazardan çok kitabın öne çıkması gerekiyor.
Anlaşılması zor olduğu iddia edilen bir yazarın kitap kapağını nasıl cisimleştiriyorsunuz?
- Ben Orhan'ın yazdıklarının anlaşılması zor olduğunu düşünmüyorum ki! Türkiye'de okuma alışkanlığı pek gelişmemiş, böyle bir sorun var, bir şeye emek vermek zul geliyor bazı insanlara. Bir de tabii anti-Orhan'cılar var. Şu ya da bu nedenle ondan hoşlanmıyorlar...