Bir koltukta sekiz karpuz

Güncelleme Tarihi:

Bir koltukta sekiz karpuz
Oluşturulma Tarihi: Mart 20, 2011 00:00

Hakan Karpuz 52 yaşında bir dinamo. Hayali gazeteci olmaktı, tuttu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde kardiyoloji profesörü oldu. Yetmedi, üstüne iletişim yüksek lisansı ve doktorası yaptı. Hız kesmeden bir de adli bilimler doktorası tamamladı. Televizyon programı yaptı, sualtı arkeolojisiyle ilgilendi, saksofon çalmayı bile öğrendi! Kendisini öncelikle ‘iletişimci’ olarak tanımlayan Karpuz; tıp camiasındaki kongre ve toplantıların da en popüler konuşmacılarından. Sahneye çıkar gibi performans sergiliyor ve ağır mevzuları stand-up tadında anlatıyor. Karpuz, “İletişime her zaman açım. Hem kardiyolog hem de konuşmacı olarak kalplere sesleniyorum” diyor.

Haberin Devamı

Pek çok kimliğiniz var. Sizi en iyi tanımlayan hangisi?

- Babalık ve Galatasaraylılık. Dünyada evlattan daha büyük bir mutluluk yok. Oğlum, Galatasaray’ı kazandığında “Tamam” dedim “Artık her şey bitti”. Onun için başka hayalim yoktu. Fakat o da benim yolumu seçti, Cerrahpaşa’dan sonra şimdi İsviçre’de kardiyoloji ihtisası yapıyor. Galatasaray bir hayat okulu, verdiklerini başka bir yerde almanız çok zor. Üstelik ben yatılı okudum, bu sayede arkadaşlarım ailem oldu. İletişimi de orada öğrendim. Özgüven aşıladıkları için kendinizi özgürce ifade edebiliyorsunuz.

İletişimciliği meslek olarak seçmemişsiniz ama…

- Galatasaray’ı kazandığımda hayalim gazeteci-yazar olmaktı. Gazeteciliği akışkan bir yaşam tarzı olarak görüyordum. En sevdiğim ve sevmediğim huyum merak, onu tatmin edecek bir işti. Fakat başarılı sayılan öğrenciler arasında tıp popülerdi. 

Haberin Devamı

Gazeteci olamasanız da yıllar sonra iletişim okudunuz.

- Tıp kariyerimden çok sonra. 45 yaşında LES imtihanına girdim. Aynı sıralarda oğlum da üniversiteye girmişti. Tıp mezunlarının doğrudan doktora yapma hakkı var ama sosyal bilimler farklı bir disiplin olduğu için, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisansa ön hazırlık da okudum. Tezimin konusu ‘Popüler Kültür ve 1980 Sonrası Habercilik Anlayışındaki Değişimler’di. 80 sonrasını tezim sayesinde daha iyi anladım. Doktora tezimse kurumsal dergicilik, özellikle ilaç sektöründe dergiciliğin yeri.

Ayrıca bir de adli bilimler doktorası yapmanızın sebebi nedir peki?

- Tamamen kişisel merak. CSI uzmanı değilim ama neyin, nerede ve nasıl çözüldüğünü bilmek istedim. Benim için her türlü çözüm önemli, hele de bunlar zekiceyse merakım iyice kabarıyor.

Böyle, merak ettiğiniz her konuda doktora mı yapacaksınız Allahaşkına?

- (Gülüyor) En büyük meraklarımdan biri de sualtı arkeolojisi. Aynı zamanda iki yıldızlı dalgıcım ve rehberlik de yaptığım için arkeolojiye meraklıyım. İkisini birlikte yapmayı çok isterdim. Hayalim; sualtında arkeolojik araştırma yapılırken işlenen bir cinayetin araştırmasını kaleme dökmek!

Haberin Devamı

Siz biraz hiperaktif misiniz?

- Aslında durgun bir adamım, sadece günü 28 saat yaşıyorum! Kendimi yapmak istediklerime göre tembel bile buluyorum. Sinema-televizyon alanıyla da ilgilenmek isterdim.

ODACI KADROSUNDAN HOCALIK

Daha tıp öğrencisiyken Galatasaray Lisesi’nde biyoloji dersine giriyormuşsunuz.

- Lisedeyken de özel ders veriyordum. Galatasaray’da odacı kadrosundan, iki yıl biyoloji hocalığı yaptım. Öğretmenlik iki ihtiyacımı çok iyi doyuruyor: Paylaşım ve iletişim. İletişimde yaşadığınızı ve var olduğunuzu hissedersiniz. Paylaşmanın tek yolu da iletişim.

Fransa’da tıp bursu kazanmanıza rağmen Cerrahpaşa’yı tercih etmişsiniz…

- Arkadaşlarımdan ayrılmak istemedim. Galatasaray’ın bahçesinde top oynarken üniversite tercihlerini yazıyorduk. Sekiz arkadaştık, “Karpuz nereyi yazarsa biz de orayı yazalım” diyerek onlar da Cerrahpaşa’yı yazdı. Liseden dereceyle mezun oldum, beni abim yönlendirdi tıbba. Okulu değil ama kardiyolojiyi çok sevdim.

Neden?

Haberin Devamı

- Çünkü kalp yaşayan bir organ, sadece basit bir pompa değil. Beyniniz dursa ölmezsiniz ama kalbiniz durursa her şey biter. Hayatta her şeyin sevmek üzerine kurulması gerektiğini düşündüğüm için de kalp çok önemli.

İsviçre vatandaşlığınız da var değil mi ?

- Evet, çifte vatandaşım. Bütün ihtisaslarımı İsviçre’de yaptım ve orada 12 yıl kaldım. Mecburi hizmetimi Mardin Nusaybin’de yaptıktan sonra Cenevre’ye geçtim! Nusaybin’dekilerle de hala iyi ilişkilerim vardır. 

 El atmadığınız başka bir şey kaldı mı?

- Saksofon çalarım! Bir ara konservatuvarda Levent Altındağ hocamdan ders de aldım.

 3 Z KURALI: ZEKİ, ZARİF, ZEVKLİ

Rahatlığınızın da faydasını görüyor musunuz insanlarla iletişim kurarken?

Haberin Devamı

- Biraz deli ve tuzu kuru olmanın de etkisi var ama rahatlığımın asıl kaynağı iyi niyetli olmam. Kendimi kasmadan doğal davranırım, insanları severim ve empatiye inanırım. Bu yüzden de istediğimi söyleyebiliyorum, Fransızlar der ki; istediğiniz her şeyi söyleyebilirsiniz, yeter ki şeklini bulun. Beni rezil durumuna düşüren bir espriye bile herkesten çok gülerim, iyi niyetli ve zekice olmalı tabii. 3 Z kuralım vardır; bir insan zeki, zevkli ve zarifse tadından yenmez. Hayatı çok ciddiye alırım ama çok ciddi yaşamam. Mümkün olduğunca yumuşak ve esprili yaklaşırım, çünkü iletişimin temeli hissetmek ve hissettirmektir.

Sizin bir de Güneri Cıvaoğlu’yla ‘Şeffaf Oda’ programını sunma maceranız var.

Haberin Devamı

- Aynı zamanda Türk Kardiyoloji Derneği’nin de basın ve halkla ilişkiler kurulu başkanıyım. Kalple ilgili olarak daha çok insana ulaşmak için, bilimsel bir programı televizyon programı şeklinde yaptık. Çok keyifliydi, kıyafetim bile Güneri Bey’inkiyle aynıydı.


Hiç muayenehane açmadınız. Bu bilinçli bir tercih miydi?

- Evet, çünkü zamanım yoktu. Diğer sebep de şu: Doktor olarak 10 hastayı tedavi edebilirsiniz ama doktorlar yetiştirerek bin hastaya faydanız dokunur.

TOPLANTI YAPMAYI VE TEMASI ÇOK SEVERİM


Dersleriniz ve kongrelerdeki sunumlarınız hep çok dolu oluyor, insanlar salonlara sığmıyor.  Nedir sizin sırrınız?

- Gelenler orada makyajsız olacağımı biliyor. Kendim de dinleyicilerden biriymiş gibi hazırlanırım çünkü dinlemekten çok sıkılırım! Dolayısıyla benimki özentilik, kendimi dinletmek için özeniyorum. ‘Benden ne bekliyorlar’ ve ‘Ne verebilirim’ diye düşünüyorum. Bir de ‘Gerçekte neye ihtiyacımız var?” diye düşünüp bu üçünün sentezini yapıyorum. Çok içtenimdir, hatta bazen nasıl küfretmediğime şaşıyorum. Bir arkadaşım var “Gebertirim seni” der, aslında beni yaşatmak istediğini anlarım. “Sersem” der, dünyanın en zeki adamı gibi hissederim. Ne söylediğinden çok, nasıl söylediğin önemli. Bende baskı mekanizması zayıf ama kendimi çok baskılama ihtiyacı da duymuyorum.

Sahnede performans sergiliyorsunuz denilebilir mi sizin için?

- Bir anlamda öyle. Aslında her şey bir satıştır. İletişim de bir satıştır. Bildiklerinizi ve kendinizi satıyorsunuz.

Konuşmalarınızın ne kadarı doğaçlama?

- Doğaçlama tuğlaları birleştiren çimento. Her konuşma birkaç aylık emeğin ürünü. Hala her toplantıya katıldığımda ilk defa konuşacak gibi heyecanlanıyorum.

Dikkati canlı tutmak için kullandığınız teknikler var mı?

- Örneğin biri soru sorduğunda cevabı sadece ona bakarak değil, herkesi kapsayacak şekilde vermek. Göz iletişiminin tek kişiye takılmaması. Tansiyon düşünce espriler ve popüler örneklerle canlandırmak. Slaytlarla renkli geçişler yapmak. Seslendiğiniz insan grubunun kim olduğunu iyi bilmek de önemli:
Genç bir popülasyon mu, uzman mı yoksa meslek dışı mı? Din ve siyaset gibi ağır konulara giremezsiniz, cinsellikte de dozu kaçırmamanız gerekiyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!