Kaçamağın belgesi olur mu?! Birlikte fotoğrafları var mı yok mu? Yazılıp çizildiği gibi ortada gerçekten bir Anti Medya Timi var mı yok mu? Adamlarını paparazzilerin peşine saldı mı, salmadı mı? İşin içine telekulak girdi mi girmedi mi! Kardeşim bant var mı, bant?! Hangi gazeteci kiminle ne yapıyor, delili var mı? Öyle mi böyle mi? Bir Okan Bayülgen'dir gidiyor ki... Fena, çok fena. Gereğinden ve hakettiğinden daha fazla
magazin. Gürültüye giden ne Cansu Dere ne Deniz Seki ne de Okan Bayülgen. Gürültüye giden Türk televizyonlarında yapılan en iyi işlerden biri, bir zeka örneği, gençlerin delicesine sevdiği: Zaga. Bu vesileyle biz de magazinin gündemindeki Okan Bayülgen'le, magazinin gündeminde olmak istemeyen Okan Bayülgen'i konuştuk.
HAMİŞ: Bu girişe uygun başlık ‘‘Hayatımda bir tek huzur eksik’’ti. Doğru ve gerçeği yansıtmasına rağmen bana zayıf geldi. O yüzden kadın erkek meselesinden başlık atmayı tercih ettim.
Hayatınızda eksik olan şey nedir?
- Huzur.
Peki aklınıza gelince size huzur veren bir şey...
- Leica M6. Biri bana yılbaşı hediyesi olarak aldı. Tamamen manuel çalışan bir fotoğraf makinesi. Bana müthiş huzur veriyor. Dün gece ona sarılıp yattım.
Deniz Seki'yle sevgili misiniz, sadece arkadaş mı, yoksa hiç tanışmıyor musunuz?
- Artık herkes biliyor ne olduğumuzu...
Hangisi daha çok koyar: Bir daha hiç aşk yaşamayacağını bilmek mi? Bir daha hiç sevişemeyeceğini bilmek mi?
- Aşk yaşamayacağımı bilmek. Seks, aşktan bağımsız bir şey değil ki. Aşk ve seksi ayırmıyorum ben.
Bu da iyi! Bugüne kadar seviştiğiniz bütün kadınlar aşık olduğunuz kadınlardı yani...
- Yüzde 99 öyleydi. Her erkeğin başına gelebileceği gibi aksi örnekler olmuştur ama çok seyrek...
Neyiniz kimselere benzemiyor?
- İş hayatımdaki mükemmelliyetçiliğim...
Evin içinde televizyonda gördüğümüz adam mısınız?
- Ih-ıh. Televizyon, benim adrenalin basılmış halim. Ekranda doping almış sporcu gibiyim. Aslında çok korkuyorum. Herkesin sandığı gibi çok rahat bir adam değilim. Panik olan, vesveseli, acayip ayrıntıcı, her şeyi kafasına takan bir herifim.
Peki tersiymiş gibi nasıl gösterebiliyorsunuz.
- Bu benim işim... Ben bir oyuncuyum.
Neden sizden vazgeçemiyorlar?
- Çünkü emek harcanmış bir ilişki aramızdaki. ‘‘Allah razı olsun, beni siz var ettiniz’’ yapmadım. Önce antipati duydular. Sonra bana inanmaya başladılar. Çocuklar arkadaşlarına, onlar annelerine babalarına karşı savundu beni... Nietzsche ‘‘Bütün harikalar, ürpertici kılıklara bürünmeli ancak bu şekilde insanların kalplerinde bir yer edinebilirler’’ der. Çünkü sempatik ve aptal bir şey, sempatik ve aptal bir şey olarak hayatımızdan gelip geçer. Ancak uğruna çaba harcadığımız, önce korktuğumuz, direndiğimiz sonra kabul ettiğimiz ve sevdiğimiz bir şey kalbimize yerleşir. Ve ondan kolay kolay vazgeçmeyiz...
Kadınlarla ilişkilerinizi de böyle mi kuruyorsunuz?
- Evet. Bir tür aşk-nefret ilişkisi.
Çok itişli kakışlı yani?
- Hayır. Evde sütlaç kıvamında olduğum zamanlar da oluyor.
Ama son sözü söyleyen hep siz olacaksınız değil mi?
- Bir Kızılderili filminde izledim, adam ‘‘Bu evde ilk sözü ben söylerim, tamam mı?’’ diyordu, kadın da ‘‘Emin misin? İstediğin bu mu? Buysa kabul edeceğim.’’ Adam da hıyar gibi ‘‘Evet’’ dedi. Kadın da şöyle dedi: ‘‘Peki o zaman, ilk sözü sen söyleyeceksin. Son sözü de ben!’’ Benimki de o hesap. Sonunda her zaman golü yerim aslında!
Kadınlarla ilişkinizdeki frekansın şiddeti ne?
- Aşk-şehvet-nefret... Hiçbir zaman osurarak televizyon filmi seyretmek şeklinde gerçekleşmiyor tabii. Çoğunlukla şiddetli, zaman zaman sağnak, yağışlı ve mutedil dalgalı. Ama fırtınalar da oluyor.
Nasıl bir sevgilisiniz sizce...
- Çok seviyorum ve seviliyorum, ama sanırım kötü bir sevgiliyim.
Sinirlenmiş bir kadını sakinleştirmek için taviz verir misiniz mesela?
- Hayır.
Peki yeteri kadar dinler misiniz bir kadını?
- Kavga ediyorsak evet. Çünkü o zaman iyi dinlemek lazım. O bir teyp. Ve kaydediyor. Her kelimeyi. Usturuplu davranmak gerekir. Amerikan polisinin söylediği gibi ‘‘Söylediğin her şey aleyhine kullanılabilir.’’ Bir kadınla kavga ederken avukat çağırılması taraftarıyım. Ciddiyim.
KENDİMİ BİR KADINA BIRAKABİLME İHTİMALİM YOK
Sizin kendinizi ‘‘bırakabilme’’ ihtimaliniz yok değil mi?
- Nasıl olsun? Hem kime bırakacağım ki?.. Peter Gabriel, bir stadyum konserinden sonra, sırt üstü seyircilerin üzerine devrilmişti. Hiç bükülmeden. Kendini sahneden öylece bırakmıştı. Olağanüstü bir görüntüydü. Giriş kapısına kadar resmen binlerce seyircinin üzerinde yüzdü. Suratı çok güzeldi. Mutluydu...
Tam da bunu söylüyorum siz böyle kime ''düşebilirsiniz'', kendinizi bırakabilirsiniz....
- Arkadaşlarım var. Şöhretli olmayan çocuklar.
Bir de sevgiliniz sanırım.
- Yok ona düşmem. Çünkü kadın. Çok düşersen bir gün çekilir kadınlar. En azından ne olacağını görmek isterler. Yapmamak lazım...
Kadınlara yeteri kadar güvenmiyor musunuz?
- Karşılıklı güvensizlik oyunun bir parçası... Kadın ve erkeğin yapıları farklı, rolleri farklı. Birlikte oynadığımız nefis bir satranç ama kuralları var. Mesela benim gibi bir adam sevdiği kadının yanında bir kere ağlarsa muhteşem bir şey olur...
Ama ikinci kez ağlamaması gerekiyor değil mi?
- Kesinlikle. Çünkü başka bir adam olmaya başlayabilirsin. Kadınların yanında ağlamak güzeldir ama işin bokunu çıkarmamak gerekir. O zaman kadın, erkeğini bulamaz karşısında. Bu kadar basit. Oyunun kuralı... Samimiyet, içtenlik, dürüstlük de oyunun kurallarını yok etmiyor. ‘‘Ama ben çok aşık oldum’’ diye kendini deniz anası gibi ilişkiye bırakırsan, hayatının ilişkisinde o muhteşemlikten nah eser kalır! Çünkü kuralları ihlal etmişsindir... Ama kadınlar itiraz ederler böyle şeylere, çünkü aşk konusunda salakça düşünmek isterler, e bu da doğal! Onlar şöyle konuşan bir erkeği tercih eder: ‘‘Biliyor musun, ben kedilerle bir aşk ilişkisi yaşıyorum. Aaaa sende mi? Annem de çok sever. Evimizdeki kedilerin sayısı 30'u geçer. Ah ne şeker şeydir onlar...’’
OKAN ABİ SENDE BİZİM BANTLAR VARMIŞ Medyayla alıp veremediğiniz ne var?
- Medyayla beraber yaşamayı reddediyorum. Hani bazı meşhurlar için, ‘‘Mutluluklarını gazetecilerle paylaştılar’’ diye yazılır ya, ben onlardan değilim. ‘‘Sabahın ilk ışıklarıyla bilinmeyen bir yöne doğru uzaklaşan çapkın erkek’’ olmayı da reddediyorum...
Medyaya dayılanıyorsunuz, neyinize güveniyorsunuz?
- Aklı selimime! Yaptığıma da dayılanmak değil, dalga geçmek denir. Ben dalga geçerken, benimle beraber Zaga stüdyosundaki 300-400 üniversite öğrencisi ve onların karesi ya da küpü kadar beni izleyen insan da dalga geçiyor. Onlara güveniyorum...
Anti Paparazzi Timi’niz herhangi bir başarı yakalayabildi mi?
- Böyle bir şey yok ki. Gazeteciler birbirlerine kıtır attılar...
O ne demek?
- Yalancıktan birbirlerine yem attılar yani. ‘‘Falan gazeteci, sevgilisiyle yakalandı, bantları Okan'da!’’ Bir anti paparazzi timi kurup, gazetecilerin üzerine salacak kadar salak değilim. Mekanizmayı tersten çalıştırmak olsa olsa bir fantezidir. Hayata geçirirseniz, siz de aynı ahlaksızlığı yapmış olursunuz.
Peki bu anti paparazzi timi fikri nereden çıktı o zaman?
- Birkaç gazeteciyle, ‘‘Ben sizin suratınıza flaş çaksam, siz nasıl şaşı çıkardınız acaba?’’ diye sohbet ediyordum. ‘‘Vayyy! İyi fikir’’ dediler. Bir süre sonra baktım, iş dallanıp budaklandı, ismini de kendileri buldu: Anti Medya Timi. Arkadaşlar pek yaratıcı! Sonra olmayan haberlerle devamını getirdiler. Millet aramaya başladı: ‘‘Okan Abi sen de bantlar varmış.’’ Yok öyle bir şey diyorum, kimseyi inandıramıyorum.
Sizin zekanızdaki birinin ‘‘yakalandı’’ ‘‘yakalanmadı’’yla uğraşması zaman kaybı değil mi?
- Benden beklenen şu mu: ‘‘Köyden geldik kente ve şöhret olduk. Hazır bak güzel güzel paraları da yiyoruz, halkımız da bizi seviyor, ses etmeyelim, bu gazetecilerle de iyi geçinelim. Tamam mı kardeşim?’’ Değil işte! Ben buldumcuk değilim, görgüsüz hiç değilim, hayatım boyunca da ‘‘Aman herkesle iyi geçineyim de, bana bir zararı dokunmasın’’ gibi bir derdim olmadı.
İyi de ‘‘yakalansanız’’ ne olur? Bunun veremeyeceğiniz hangi hesabı olabilir? Evli ve üç çocuk babası bile olsanız, en kötüsü ‘‘Seviyorum bu kadını, aşığım’’ dersiniz olup biter...
- Yok, yok o kadar basit değil. Ormanda bir ayı sana tecavüz edecek, yapılan tavsiye de şu: ‘‘İşi geciktir, git ufak ufak kalçaları okşat.’’ Yok ya! Son dört, beş yıldır hakkımda çıkan haberlerin hepsi ahlaksızlık üzerine. Yok çocuk aldırttı, yok aldattı, yok kavga etti, yok girişti...
İyi de ‘‘Seni biz meşhur ettik’’ diyenlerin hiç mi haklı tarafı yok. Onlar sizin etrafınızda bir rüzgar yaratan haberleri yazan adamlar değil mi?
- O zaman gazetecileri birbirinden ayıralım: Benimle Gece Kuşu'ndan beri röportaj yapmış sapasağlam kalemler var, ben onlara gazeteci diyorum. Katkılarını inkar edecek kadar hıyar değilim. Yarattığım auranın daha fazla insana ulaşmasını sağladılar. Ama bir de diğerleri var, benim mücadelem onlarla. Çünkü onların çizdiği adam ben değilim.
Peki birlikte olduğunuz kadınla oraya buraya gittiniz ve kimse sizinle ilgili haber yapmıyor, bir kelime dahi yazmıyor... Şok geçirmez misiniz?
- Tam tersine çok memnun olurum. Çünkü şunu bilirim, nasıl olsa yaptığım o saatli bomba gibi programa, iyi bir oyuncu olmama,
sinema filmlerime ve gençlerin bana sevgisine kayıtsız kalamayacaklar. Var mı böyle bir ihtimal? Hiç sanmıyorum.
DÜNYANIN EN SEKSİ ERKEKLERİ BEYİN CERRAHLARI
İddia ediyorum, beyin ameliyatları canlı olarak yayınlansa, dünyanın en seksi adamları beyin cerrahları olurdu. Çünkü yaptıkları iş bizim yaptığımız işlerden çok daha saygıdeğer ve komplike. Üstelik hiçbir şekilde şansa yer yok. Bir sevgilimin yalan yanlış bir açıklaması yayınlanmıştı: ‘‘Okan'la şöhreti için beraberim.’’ Kızcağız da ben böyle bir şey söylemedim diye dövünüyor evde. O sırada bir arkadaşım vardı yanımızda, dedi ki ‘‘Ya niye yoruluyorsun? Herifin şöhreti olmasaydı beraber olacak mıydın? Başka bir iş yapıyor olsa, tanışmayacaktın bile.’’ Tabii ki toplu bir paketten söz ediyoruz. Hepsi içinde. Kadınlarla ilişkimde şöhretin etkisi vardır. Ama ünlü bir adam değilken de, ben etkileyici bir heriftim. Bütün ailemi, zekamı, okuduklarımı, yaşadıklarımı, yeteneklerimi, bir kenara koyup, şöhretim olmasa, karılar benim gibi kısa boylu ve kepçe kulaklı bir herife yüz vermezdi mi diyeyim? Sizi kırmak en son isteyeceğim şey, ama yapamayacağım!