OluÅŸturulma Tarihi: Ekim 15, 2004 00:00
Ä°stanbul Edirnekapı surlarının hemen ardında, kapının bitiÅŸiÄŸinde, altıncı tepenin üzerine mükemmele yakın bir ustalıkla oturtulmuÅŸ Mihrimah Sultan Camii’ni görürsünüz. Yapıldığı dönemde Ä°stanbul’a kara yoluyla gelenlerin ilk, gidenlerin son gördüğü anıtsal yapı bu camiydi. Yapıya yalın bir güzellik, soylu bir tevazu hakim.Mabedin içine girdiÄŸinizde anında soluÄŸunuzu kesen bir duygu taÅŸkınıyla karşılaşıyorsunuz. Cami, kubbe kasnağından baÅŸlayıp her yönde yayılan ışık çavlanlarının arasında yüzüyor gibi. Sanki yapı elemanlarını ışıktan seçmiÅŸ Mimar Sinan. Edirnekapı’dayız...Bizans devrinde bu kapıya, Porta Miriandrion, yani ‘Onbinler kapısı’ denirmiÅŸ. V. yüzyılın baÅŸlarında, DoÄŸu Roma Ä°mparatoru Theodosius II, kentin surlarını nihai sınırlarına dek geniÅŸletme kararını aldığında, beÅŸ bin işçiyi Marmara kıyısında, günümüzde Mermer kulenin yükseldiÄŸi yerden, bir beÅŸ bin kadarını da Haliç’ten, bugünkü Ayvansaray’a yakın bir noktadan iÅŸe koÅŸmuÅŸ. Her iki grup büyük bir yarış halinde aradaki mesafenin neredeyse orta yerinde birleÅŸtiÄŸinde oluÅŸan bölüme büyük bir coÅŸkuyla, ’Onbinler Kapısı’ anlamına gelen Miriandron adını uygun görmüşler. Fetihten sonra, Osmanlı’nın eski baÅŸkenti olan Edirne yoluna çıkışı saÄŸlaması nedeniyle, aynı yere ‘Edirnekapı’ denmiÅŸ.Åžimdi amaçladığımız geziye baÅŸlayalım. Surun hemen ardında, kapının bitiÅŸiÄŸinde, Altıncı tepenin üzerine mükemmele yakın bir ustalıkla oturtulmuÅŸ Mihrimah Sultan Camii’ni görüyoruz. Zaman içinde geriye doÄŸru 500 yıla yakın bir yolculuÄŸa çıkarsak, karşımızda duran kütlenin çevre ile iliÅŸkisini ayni anda anlayabiliyoruz. Ä°stanbul’a kara yoluyla dışardan geliyorsan ilk, veya kentten çıkıyorsan son gördüğün anıtsal yapı bu oluyor. Altıncı tepenin doruÄŸundan ufuk çizgisini belirliyor. Çevredeki her yapının üzerinde devinimsiz bir gemi gibi duruyor. Yürüyüp, meydan kotundaki dış kapısından içeri giriyoruz. Bir dizi taÅŸ basamak bizi caminin cümle kapısına taşıyor. Hemen içeri girmeden dış yapının inceliklerine şöyle bir göz gezdirmek için önce doÄŸu yüzüne, sonra da batı yönünde kalan külliyesinin çevrelendiÄŸi revaklı bahçe tarafında dolaşıyoruz. Yapıya yalın bir güzellik, soylu bir tevazu hakim. DoÄŸu fasadında dikkatimizi çeken en önemli husus büyük kemerin içine bir kanaviçe örgü gibi yayılmış, deÄŸiÅŸik geometrik formlardaki pencereler oluyor. İç mekana geçtiÄŸimizde uÄŸrayacağımız ÅŸaÅŸkınlığın temel öğesini de bu yapılanma oluÅŸturacak zaten. Teknik ayrıntıya girmeden dış kütleyi, dört dayanak noktasına askı kemerleriyle oturan ve köşelerde kullanılan ağırlık kuleleriyle desteklenen, tek bir merkezi kubbenin altına yayılmış iç hacim diye tanımlamak yeterli olacaktır sanırım. Åžimdi, nefeslerimizi tutalım ve içeriye girelim.Mabedin içine girdiÄŸinizde anında soluÄŸunuzu kesen bir duygu taÅŸkınıyla karşılaşıyorsunuz. Bir süre başınızı her yöne doÄŸru çevirip, mihrap niÅŸinin önünde, porfir sütunların taşıdığı ince galerilerin altlarında, minberin mermerden tığ iÅŸi gibi iÅŸlenmiÅŸ merdiven korkuluÄŸunun yanında, kısaca iç mekanın bütününde geliÅŸigüzel dolaşıyorsunuz. Henüz düşünecek durumda deÄŸilsiniz!.Bir gariplik var...Çok farklı, sıradışının epey ötelerine kayan, kolay tanımlanamayacak bir duygunun sarmalındasınız. YavaÅŸ yavaÅŸ bu farkın ışık olduÄŸunu anlıyorsunuz. Evet ışık. Cami, kubbe kasnağından baÅŸlayıp, her yönde yayılan ışık çavlanlarının arasında yüzüyor gibi. Sanki yapı elemanlarını ışıktan seçmiÅŸ Sinan. Kütleyi öylece, ışıkla bütünleÅŸen ilahi bir biçimde kurmuÅŸ. Dört askı kemeri yerden bahar coÅŸkusuyla fışkırmış çiçekler gibi yükseliyor ve kubbeyi üzerlerine bir gökkuÅŸağı gibi alıyor. Her yönde içleri yuvarlak, köşeli ve geometrinin olanak tanıdığı her formda vitray camlı prizmatik pencerelerle bezeli. Işık, dinamik bir yapı elemanı gibi içeriye akıyor ve mekanın tamamını etkisi altına alıyor. Işığın taÅŸkın etkisinden sıyrıldığınızda, bunun olayın ancak yarısı olduÄŸunu anlamaya baÅŸlıyorsunuz. Işıkla bütünleÅŸen pastel renklerin kütleye kazandırdığı armoninin, sarhoÅŸluÄŸa varan hazzı bütünleyen unsur olduÄŸunu anlamanıza yetiyor. Genelde camilerde görmeye alışmadığımız canlılıkta, uçuk pembeler, saman sarıları, mint yeÅŸilleri, sümbül morları ve daha insana yaÅŸama sevinci veren pek çok uçarı rengin yarattığı floral motifler, ışığın verdiÄŸi devinimle ilahi bir semanın raksıyla dönüyor gibiler. Sanki izleyicisini kadın ruhunun sonsuz derinliklerine doÄŸru gizemli bir gezintiye çıkarmak istiyorlar! Kütleye sanatsal açıdan yapılmış her dokunuÅŸ feminen öğeler taşıyor. DoÄŸanın kadın türüne bağışladığı özgün zarafeti taÅŸa nakÅŸetmiÅŸ sanki Sinan.Duyguların spiral kıvrımlarında girdiÄŸiniz bu girdap giderek sizi daha üst boyutlara taşıyor. Gözleriniz kemer kıvrımlarını izleyerek kubbeye ulaÅŸtığında ani bir tokat yemiÅŸ gibi farkına varıyorsunuz bunun. Sevginin betimi bu!Evet, her türlü fazlalığından arınmış, cinsellikten uzak, saf, platonik bir sevgi. Mabedin bu denli kusursuz inÅŸa edilmiÅŸ olmasının ardında yatan temel motif bu olmalı. Sinan, hançeresi olmayan bir dille sonsuza dek hatırlanacak bir aÅŸk ÅŸiiri yazmış bu eserinde. Sessiz hacimleri içinde ebediyeti betimlemiÅŸ. Kavram dışı boÅŸlukları ışık ve renk taÅŸkınlarıyla insanın boyu hizasına indirerek tutsak etmiÅŸ. Bir kadının cismani varlığından yansıyan duygularıyla, ilahi aÅŸkın insan ruhunda hep deÄŸiÅŸen yansımalarını cisimlendirmiÅŸ.Dünya yüzünde gördüğüm Tac Mahal, Partenon, Potala ve benzerleri gibi onca anıtsal yapının ötelerinde bir yerde, Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin iç dünyamda çok özel bir konumu vardır. Onlarca kez ziyaret edip, içinde uzun saatler geçirmiÅŸ olmama raÄŸmen, bana her seferinde deÄŸiÅŸik heyecanlar, içsel coÅŸkular vermeye devam ediyor. Onun herkese söyleyeceÄŸi farklı bir öyküsü olan, ruhsal planda yüksek titreÅŸimlerle yüklü, çok özel bir mekan olduÄŸuna inanıyorum.Mimar Sinan’ın ışığa yazılmış sevda ÅŸiirini ve daha pek çok yapıtının gizlerini merak ederseniz, Mehmet Coral’ın Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım adlı edebi yapıtı önerilir.Â
button