Oluşturulma Tarihi: Mart 06, 2004 00:00
Sevgili okurlarım, bu öykü bana bir okurum tarafından gönderildi. Kimliği belirsiz biri tarafından yazılmış.İnanıp inanmamak elinizde. Ancak, bizlere öğretilen ama giderek unuttuğumuz bazı eski değerlerimizi hatırlattığı, iyiliği, merhameti, yardımlaşmayı, sevgiyi ve umudu anlattığı için sizlerle paylaşmak istedim. Ve belki de bugünlerde bu tür öğütlere hepimizin çok fazla ihtiyacı olduğunu düşündüm. Bize çocukluğumuzdan beri insanlara yardım etmenin önemi anlatılmadı mı? Yaptığımız iyiliğin günün birinde mutlaka karşımıza iyilik olarak çıkacağı söylenmedi mi? Kimsenin hakkını yemememiz, dürüst olmamız, insanlara sevgi ve saygıyla yaklaşmamız, iyilik yapmaktan hiç vazgeçmememiz öğretilmedi mi? İşte belki de bu nedenle bu satırlar beni çok etkiledi. Ve ben gerçek bir öykü olduğunu düşündüm, inandım. Bir de siz okuyun ve değerlendirin istedim.‘OĞLUM hadi şu yemeği yandaki yaşlı teyzeye götür, öp elini hayır duasını al.’‘Evladım bayram sabahı erkenden dedenin, ninenin elini öpmeye git. Sana hayır duası etsinler.’Yıllar önce küçük bir çocukken büyüklerim sürekli bana böyle telkinde bulunurlardı ve ben de hep merak ederdim, ‘Nedir bu hayır duası’ diye. Bir gün dayanamayıp anneme sordum, ‘Anne hayır duası ne demek?’Annem, ‘Oğlum iyilik yaptığında aldığın her hayır duası, ileride başına gelecek kötülüklerde sana kalkan olacaktır’ dedi. Ben gene pek fazla bir şey anlamadım ama büyükler böyle söylediyse iyi bir şeydir diye düşünüp fazla kafa yormadım. Derken okul yılları başladı. Ortaokulda bir Türkçe hocamız vardı. O da sohbetlerde, ‘Çocuklar sakın insanlara kötülük yapmayın, insanların hakkını yemeyin yoksa yaptığınız o kötülükler bir gün size geri döner’ diye tekrarlar dururdu. Daha sonra liseye başladık. Orada da bir muhasebe hocamız vardı. Onun da bize en büyük öğüdü, ‘İnsanlara karşılık beklemeden iyilik yapın ve onların duasını alın, kimsenin bedduasını almayın. Unutmayın ki ne verirseniz, o size gün gelir geri dönecektir’ olurdu. Biz gene kuzu kuzu dinler ve bu öğütlere uymaya, gerçekten herkese yardım eli uzatmaya çalışırdık.Aradan uzun yıllar geçti. Üniversite bitti, askerlik bitti derken çalışma hayatı başladı. Bir gün Kadıköy’de, nedendir bilinmez dalgın bir biçimde caddede karşıdan karşıya geçmeye hazırlanırken birden ‘Ne yapıyorsun oğlum?’ diye bir ses duydum ve koskoca belediye otobüsünün acı fren sesiyle irkildim. Aynı anda bir el beni hızla kaldırıma çekti. Aklım başıma geldiğinde, karşımda bir otobüs, bana söylenen bir şoför ve hálá eli enseme yapışmış iyi yüzlü bir yaşlı beyefendi vardı. Ben o beyefendiye nasıl teşekkür edeceğimi bilemezken, o bana döndü ve ‘Oğlum bana değil, sen asıl sana hayır duası edenlere teşekkür et ve onları sakın unutma’ dedi.O günden sonra elimden geldiği kadar, insanların yardımına daha fazla koşmak için yemin ettim. İşte belki de bu nedenle 1999 senesindeki depremlerde, her şeyi geride bırakıp deprem bölgesine gittim. Orada o insanlara yardım için çalışırken, gene dudaklarda aynı sözler vardı: ‘Tuttuğunuz altın olsun, Allah sizi korusun.’ Aylarca bu dualardan güç alarak oralarda ruhumu temizlemeye çalıştım.Ben çalıştığım şirkette satın alma sorumlusuyum. İşyerim Kartal’da ve alışveriş yaptığımız yerlerin pek çoğu aynı çevrede. O gün, gene rutin bir gündü. Her zamanki gibi, elektrik malzemesi satın aldığım şirkete geldim. Siparişleri hazırlamışlardı ve şoförle benim bunları arabaya koyup hemen çıkmamız gerekiyordu. Ama bu sefer ısrarcı bir ses, ‘Ağabey kahve söyledim içmeden çıkarsan gücenirim’ diyordu.‘Yok kardeşim, etme eyleme, bunlar acilen yetişecek mallar. Kahveyi daha sonra içeriz’ dedim. ‘Olmaz ağabey söyledim bile. Bu sefer hatırım için içeceksiniz.’ Kıramadık ve peki dedik. Tam kahveleri içmeye başlamıştık ki. Aman Allah’ım o da ne?Önümüzden bir anda yıldırım gibi geçen, önüne kattığı her şeyi sürükleyen bir metal canavar, kapısından döndüğümüz şirkete ait arabayı yamyassı edip, her yere ölüm saçmayı sürdürüyordu. Otomobiller, otobüsler, minibüsler bir anda tost gibi yamyassı olmuş ve yanmaya başlayan bir hurda yığını haline gelmişlerdi. Ben şoktaydım ve gözlerime inanamıyordum. Feryatlar, siren sesleri, kalabalığın uğultusu, yaralıların haykırışları birbirine karışıyordu. Kendimizi hemen toparlayıp, içinde çocukların ve velilerinin olduğu servis otobüslerine koşup, onları çıkarmaya başladık. Her çıkardığımız insan gene aynı şeyi söylüyordu: Allah razı olsun!Görünmeyen bir el beni kahve içmem için alıkoymuştu. Yıllardır alışveriş ettiğimiz şirkette ilk defa kahve içmiştim ve bugün o kahve sayesinde hayattaydım. Kartal’da yakıt dolu tankerin freni patlamış, bir faciaya neden olmuştu. Pek çok masum insan feci şekilde ölmüştü.Kim ‘Bu zamanda hayır duasına mı inanıyorsun, hayır duası mı seni kurtaracak, bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı olur muymuş’ diyorsa, otursun bir daha düşünsün. Bu öykümü okuduktan sonra gerçekten bir daha düşünün. O hayatımın kurtulmasına vesile olan kahve fincanını hatıra olarak aldım ve ömür boyu onu başucumda saklayacağım. Ona baktıkça yaşamın ne kadar güzel olduğunu düşünüp bir daha hiçbir şeye isyan etmeyeceğim. O fincan bundan sonraki hayatımı daha güzel ve daha mutlu geçirmeme sebep olacak ve ben o fincanla, kahvenin 40 yıl hatırı olduğuna inanan, gerçekten iyi yürekli ve hayırsever insanlara kahve ikram edeceğim.
button