Bir fenomen Okan Bayülgen

Güncelleme Tarihi:

Bir fenomen Okan Bayülgen
OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 09, 2005 00:00

Hangi birini anlatmalı ki? Bir Gece KuÅŸu. Ama yıllar önce bu ismi taşıyan programının daha ilk bölümünde, ‘bir gecede’ ünlü olduÄŸundan deÄŸil; sahiden de sabah dokuzda, o da iki saat sürecek uykusuna yatana kadar uyumadığı için... Bir Televizyon ÇocuÄŸu. Yine yıllar önce aynı isimli programıyla ününe ün kattığından deÄŸil, televizyona çok yakıştığı için...Bir sosyal model. ‘Köyümüze elbirliÄŸiyle kütüphane yapalım’ türünden duyarlılıklara bayıldığından deÄŸil, büyük depremden sonra ilk eÄŸlence programını yapabildiÄŸi, önemli ulusal kampanyalarda sunucu olarak ilk akla gelenlerden olduÄŸu için... Sonra sıkı bir sinema oyuncusu. FotoÄŸrafçı. KonuÅŸmayı ‘dehÅŸetle seven’ bir hiperaktif; dolayısıyla en ukalasından, reytingi olan bir ÅŸovmen; etkili bir reklam oyuncusu; bir zamanlar tiyatro yönetmeni; stüdyo tasarımcısı; baÅŸarılı bir dublaj sanatçısı; Zaga fenomeninin baÅŸaktörü, paparazzilerin can düşmanı; kötü televizyoncuların belalısı, hepsi... Åžimdilik biraz yazar, azıcık gitarist, belki geleceÄŸin akademi öğrencisi, ardından hocası, daha ileride Kültür Bakanı... Hakkında bilinmedik pek bir ÅŸey kalmamışken, ÅŸimdi niye Okan Bayülgen derseniz; son olarak ‘herkesin konuÅŸtuÄŸu’ tartışma programını yarattı ve baÅŸarılı bir ÅŸekilde sürdürüyor. Ve bu program yüzünden ona ‘özüne dön’ diyenler oldu; ‘Sen ÅŸovmensin, ÅŸovmen kal’ kontenjanından... Oysa böyle düşünen fakülte dekanları sit-com’larda oynayabiliyorsa, o da ‘ciddi’ bir tartışma programını deÄŸme tartışmacılardan daha iyi yapabileceÄŸini gösterebilirdi. Öyle yaptı. Åžu aralar, NTV’deki Herkes Bunu KonuÅŸuyor’la, Kanal D’deki Zaga arasında kendi reytingini bölmekle meÅŸgul... 23 Mart 1964’te Ä°stanbul’da doÄŸduÄŸunda (ve tabii ‘artık büyüdü’ denecek yaÅŸa gelene kadar), ÅŸu bildiÄŸimiz adamın tıpatıp ama küçük halidir. Bol bol boÅŸanılan ve yeniden evlenilen bir ailenin içine doÄŸduÄŸu için, birkaç dedeli, iki babalı, iki anneli, ‘zengin’ bir çocukluk geçirir. Öz babası hukukçu Ãœmit Bayülgen’dir ama ressam annesi Ayla Hanım’ın daha sonra evlendiÄŸi Ä°smet Görgün’ü de gerçek babası kabul edecektir (O da onu evlat edinir). 19-20 yaşına kadar, yatılı okul yatakhaneleri dışında, anneannesinin ÅžiÅŸli’deki apartmanında ya da Bostancı’daki bahçeli sayfiye evinde, annesinin Ege ve Güney’deki evlerinde, babasının evinde birer odası olur, her birinde kendi dünyasını kurar.Türkiye’nin ilk kadın ceza hakimlerinden olan anneannesi Rahime Hanım’ın eski ve sonraki eÅŸleri, yani iki dedesi, çocukluÄŸunun en baÅŸ kahramanlarıdır. Öz dedesi Hamdi Ãœge, bütün servetini baÅŸarıyla sonuçlandırdığı ceza davalarından edinmiÅŸ, zarif bir Ä°stanbul beyefendisidir. Ãœvey olmasına raÄŸmen torunları arasında en çok Okan’ı seven diÄŸer dedesi Muammer Akman ise askeri okuldan mezun olduktan sonra kimya okumuÅŸ, Hitler hayranı bir ‘tatlı faÅŸist’tir. Bayülgen’in belli ki pek çok özelliÄŸini aldığı, baÅŸarı timsali, güçlü karakterlere sahip her iki dede de öyle tonton, kolay yaÅŸlılar sayılmazlar; aile fertleri arasında her daim varlığını koruyan mesafe, onlarla iliÅŸkide saygıyla korku arasında gidip geldiÄŸi için, biraz daha açık-aradır. Ancak hiddetlendiÄŸinde, koskoca ceza hakimi Rahime Hanım’ı bile kaçıran Muammer Bey, Okan’ın o uyurken her yanını baÄŸlaması gibi yaramazlıklarına bile sesini çıkarmaz.O her zaman farklı bir çocuk olmuÅŸ, hep özel muamele görmüştür.KARÄ°ZMA LÄ°SE YILLARINDANÇocukluÄŸunun bir baÅŸka önemli figürü ise o altı yaşındayken intihar eden, Rahime Hanım’la Muammer Bey’in tek oÄŸlu, Siyasal Bilgiler öğrencisi Atilla dayısıdır. Sanki çok uzun sürmüş bir iliÅŸkiymiÅŸ gibi, onun gizemi hálá içindedir; hiç bitmeyecek bir iliÅŸkidir bu. Travma yaratacak kadar uzun süre gizlenir ölümü ondan; gitarı, kitapları, fotoÄŸrafları da bir bir alınır elinden. Aslında hiç söylenmez öldüğü, kendisi parçaları biraraya getirip öldüğüne karar verdiÄŸinde ilkokulu bitirmiÅŸtir. Bostancı’da ve ÅžiÅŸli’de süren, kabuslar ve güzel anılarla dolu debdebeli hayat da Atilla’nın ölümüyle sona erer, yerini hayatı boyunca onun da üzerine sinecek hüzne bırakır.Sonradan anlatılanlara göre haylaz bir çocuk deÄŸildir; ama elbette meraklı, soran, ‘dikkatle’ karıştıran. Fazlasıyla hayalperest, sürekli kahraman. 1970 yılında, annesiyle babası, boÅŸandıklarını anlamasın diye onu Göztepe’deki TaÅŸ Mektep’e yatılı gönderir. Hiçbir zaman aÄŸlayan zırlayan bir çocuk olmadığı için, hüzünlü yatakhane anıları yoktur. Zaten yaramazlıktan dolayı birkaç kez kalorifer dairesine kapatıldığı ortaya çıkınca, derhal alınır o okuldan, ÅžiÅŸli 19 Mayıs Ä°lkokulu’nu bitirir.Sonra Galatasaray Lisesi yılları baÅŸlar. Solculuk ve ilk gençlik aile reddediÅŸleri gibi nedenlerle, meydanda gazete sattığı; aşık olduÄŸu kızla birlikte bütün paralarını yatırdıkları resim kitaplarını evde bırakmaya kıyamayıp yanlarındaki iki bavulla gezdirdikleri; aynı zamanda birbirlerinden de ayrılamadıkları için okulla tuhaf bir iliÅŸki kurduÄŸu yıllardır bunlar. Bir sene takdirle geçerken, sonraki sene sınıfta kalmacasına... Sınıf arkadaÅŸları onun da onlarla beraber Galatasaray’dan mezun olduÄŸunu sanır. Oysa 11. sınıfta, sınıf üç ÅŸubeye bölünmüş, herkes onun baÅŸka bir ÅŸubede olduÄŸunu düşünmüştür. Halbuki, okulda yokken bile var sanılacak kadar güçlü mevcudiyeti, annesinin ‘oÄŸlum aÅŸk hastalığından liseyi bile bitiremeyecek’ paniÄŸiyle derdest edilip Bodrum’da bir liseye yazdırılmıştır çoktan. Ama oradan da deÄŸil, ÅžiÅŸli Lisesi’nden mezun olur (1984).Bu arada tüm evlerdeki odalarında, müzik aletleri, resim malzemeleri, kitaplar arasında fotoÄŸrafçı, ressam, müzisyen, avukat, romancı, gazeteci olmak isteyip durur. 16 yaşından, sıkılıp hepsini sattığı 26 yaşına kadar fotoÄŸraf makineleriyle yapışık yaÅŸar. Resimde baÅŸarılı deÄŸildir, bu yüzden annesi resim yaparken yanında, dünya, insanlık, iyilik kötülük üzerine, kendi çapında makaleler yazar. Daha o zaman baÅŸlar ‘Neden böyle kardeÅŸim?’ diye sormaya...Liseyi bitirdiÄŸi yıl, fotoÄŸraf okumak amacıyla gittiÄŸi Fransa serüveni de tam ona yakışır geliÅŸmelerle doludur: Tours Ãœniversitesi Hukuk ve Ekonomik Bilimler Fakültesi’nde hukuk okumaya baÅŸlar. Öğrenci iÅŸlerindekilerin aklını karıştırıp ekonomiye geçer. O arada yine aşık olur. Tüm Fransa’yı otostopla dolaşırken, antikaya merak sarar. Ä°stanbul’u, oradaki sevgilisini, arkadaÅŸlarını özler, döner. Ä°ÅŸletme mi, iktisat mı derken tiyatroyla ilgilenen sevgilisinin sınava 15 gün kala çalıştırmaya baÅŸlamasıyla Mimar Sinan Ãœniversitesi konservatuvar sınavlarına girer, kazanır. Nedense, ‘bunun bizim aramızda ne iÅŸi var?’ bakışlarına maruz kaldığı bu okulu bitirir (1989). Hatta yeterliliÄŸini vermediÄŸi bir de master yapar. Okurken, Ali PoyrazoÄŸlu’na skeç, yarışma programlarına soru yazmak, fotoÄŸraf çekmek gibi pek çok iÅŸ yapar. Her zaman çalışır, hiç parasızlık derdi olmaz. Ailesindeki diÄŸer insanlar gibi. Sonraki dönem (1989-94), Devlet Tiyatroları’ndadır. Ä°stanbul ve Trabzon’da, en genç yönetmen olarak Kamuoyu’nu sahneye koyar. Aslında oradaki geleceÄŸi yönetmenlikte gibi görülmektedir ama iki oyuncu tesadüfi olarak (onun bir dahli olmadan) bacağını kırınca, yönettiÄŸi oyunlarda oynamak zorunda kalır. Böylece oyuncu yönü de ortaya çıkar. Sonra, ilki Mustafa Altıoklar’ın teklifiyle gelen Ä°stanbul Kanatlarımın Altında olmak üzere, yedi filmde rol alacaktır.En eski özel radyoculardan biri olarak Kent FM’de, sonra Radio Contact’da, elbette ukala ukala konuÅŸmalı programlar yaparken, televizyona geçer. Gece KuÅŸu’nun ilk gecesinde adını tüm Türkiye’ye duyurur. O günden, pardon geceden sonra, antipatik göründüğü sırada sevimli olabilmeyi baÅŸaran yegane ÅŸovmen olarak, zekasına hayran bırakarak hep hayatımızdadır. ASLINDA ACAYÄ°P VESVESELÄ°Geceler boyu milletin telefonunu yüzüne kapatır, fırçalar, susturur, ÅŸarkı söyletir, dans ettirir, üzerine tükürdüğü için kibarca özür diler, acımasızca eleÅŸtirir, kısaca zagalar. Hem kızılır, hem sevilir. Onu küstah bulanlar vardır elbette ama belki de riyakar olmamak tam da böyle bir ÅŸeydir.Ama eleÅŸtirinin dozu giderek artarken süresi de uzar, bazen kendini kaybeder, konukları unuturcasına doÄŸaçlama tiradlar atar. Ãœstelik hepsini yaparken feci kontrollüdür. O sırada kullandığı tek ‘uyarıcı madde’ adrenalindir. Kelimenin gerçek anlamıyla ‘bağırıp çağırarak’ kendini dinletir. ‘BoÅŸ konuÅŸma’ programı der Zaga için ama haksızlık eder; çoÄŸunun arkasında saÄŸlam bakışlar, sıkı eleÅŸtiriler mevcuttur.Evde sütlaç kıvamında olduÄŸu zamanlar fazladır, sanıldığının aksine ekibiyle kamera arkası iliÅŸkisi de oldukça ÅŸefkatli ve dostçadır. Ãœstelik onlar kadar, onlardan çok çalışır; programlarının stüdyo tasarımından diyaloglarına her aÅŸamasında vardır. O zaman bu hal nasıl açıklanır? Felsefi olarak açıklamak gerekirse, belki Nietzsche’nin dediÄŸi gibi, bütün harikalar ancak ürpertici kılıklara büründüklerinde insanların kalbinde bir yer edinebildiÄŸinden... Belki sadece çok korktuÄŸu için; göründüğü gibi rahat deÄŸil, acayip vesveseli bir adam olduÄŸundan... Arada gittiÄŸi psikiyatr da ona bu iÅŸi düzenli yapmamasını salık vermiÅŸtir zaten!Aslında yaparken kendini nasıl kaybettiÄŸine bakılırsa, çok sever iÅŸini; ama televizyonda yapılan ‘aptalca’ iÅŸler, bu ülkede olup biten saçmalıklar, insanların büyük büyük paraları kazanmayı bitirememiÅŸ olmaları, harcamak konusundaki görgüsüzlükleri kadar, yaptığı iÅŸten, hatta Okan Bayülgen olmaktan da sıkıldığını sık sık hissettirir.Ä°ÅŸte o zaman, 17 yaşına kadar neleri hayal ettiyse, onları düşünmeye baÅŸlar. Åžimdilerde olduÄŸu gibi. Yeniden gitarcı olmak, romancı, fotoÄŸrafçı, üniversitede öğrenci; sonra hoca olmak, tiyatro sahnelemek, film yönetmek, baÅŸkalarının filmlerinde oynamak, moda fotoÄŸrafı, reklam filmi çekmek, Zaga’yı müzik grubu yapıp albümünü çıkarmak, grupla sahnede varyete yapmak, Kültür Bakanı olmak ve (böylece Meclis’e gidip geleceÄŸi ve geceleri artık erken yatacağı için) çocuk sahibi olmak ister. Yani, odalarında hayal kuran o küçük, mesafeli, meraklı çocuÄŸun, tıpatıp ama büyümüş halidir sadece...Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!