Güncelleme Tarihi:
*
20’li yaşlarda aslan yelesi gibi saçlarım vardı. O zaman uzun saç modaydı. Asgarî Che kadar, mümkünse Ian Gillan yahut Jon Anderson gibi omuzlara dökülen.
Lisede, her ne kadar papazlar – Allah için – azamî hoşgörüyü gösterse de, öyle fazla uzattırmazlardı saçımızı. Belli bir tolerans haddini tecavüz ettiniz mi, toprağı bol olsun Mösyö Marcoul kapıdan çevirirdi adamı, makasa davranıp kesmezse eğer...
Üniversite çağında yurt dışındaydım. Kampüste 3 Frank 70’e bir öğün yediğimiz günlerde, en ucuz berber 40 Franktı. Küçük bir servet yani. 4 senede sadece bir kere kestirdim saçımı Fransız berberlerine. O da 10 Frank verdim sadece. Neden sadece 10 Frank, sonradan anladım, iş işten geçtikten sonra.
Tarihî bir koltuk, sırı dökülmüş bir ayna, orta yerde bir kömür sobası, sırasını bekleyen (ki aslında kimseler yoktu) müşteriler okusun diye 1920 tarihli Illustré dergileri... Berber salonu, Honoré de Balzac kitaplarından çıkmış gibiydi, işin kötüsü berber de öyle!
Ahşap kepenkleri kapalı, iki sarı lambaya rağmen insanın burnunun ucunu göremeyeceği kadar loş berber salonunda, iki kişiydiler ben girdiğimde, müşteri bekleyen (muhtemelen de yaklaşık 15-20 senedir bekleyen) bir berber ve sohbet için gelmiş bir arkadaşı. İkisinin kümüle yaşı 200’ü buluyordu muhtemelen.
Bu karanlıkta, kırılmaz Paşabahçe bardaklarının dinibe benzeyen gözlükleri ve yüzü devirmiş yaşıyla bu berber, nasıl görüp de saçımı kesecek, diye endişe ederken, sol gözünün de kör olduğunu fark ettiğimde, artık çok geçti. Tarihî deri koltuğa gömülmüştüm ve boğazıma (boynuma demiyorum boğazıma) tertemiz bir beyaz önlük sarılmış, arkadan, ense derimi de içine alacak şekilde, iğnelenmişti. Sesim çıkmadığı, zor nefes aldığım için bağırmam, yardım istemem mümkün değildi.
Kalk git be çocuk, diyeceksiniz. Çocukluk işte, gençlik, “Ayıp” diye düşündüm herhalde, belki de 2.Dünya Savaşı’ndan beri bu anı bekleyen berberi üzmek istemedim.
Saç mı sakal mı, diye sordu.
Sakal traşımı sabah olmuştum, moralim bozulmaya başladı iyice.
- Sağç amağ çoğk kısğaltmaağğğğ, gibi bir ses çıkarabildim boğazımın hava alabilen dar geçidinden. Nafile. İlerleyen saatlerde, arkadaşıyla sürdürdükleri karşılıklı monologlardan ikisinin de duvar gibi sağır olduğunu anlayacaktım zaten.
- Biegn jeune ômeu!
Bu yaşta bir kadavradan beklenmeyecek bir çabuklukla, 10-12 dakika gibi bir sürede ince makası eliyle koymuş gibi buldu.
Zaten gözlüğüm yok, ışık yok, aynanın sırı yok... Zar zor seçiyorum aynadan berberi.
Enseme doğru eğildi, sol kör gözünü kapadı, 18 derece miyop üstüne kataraktlı sağ gözünü kıstı, makası tüfek gibi göz – gez- Serdar’ın kulak memesi nişanladı ve ya Allah!
Bismillah, dedim gitti kulak.
Yooo, inanmayacaksınız ama saçın ucunda bir yeri, hem de tek seferde, tutturup kesmeyi başardı.
Gerçi sıra kulağın üstündeki saça, yahut kâküle geldiğinde, niye yalan söyleyeyim, daha bir korkulu dakikalar yaşadım, ama bir buçuk iki saat gibi bir sürede saçımı epey kesmeyi başaracaktı berber.
Nişan almaktan, saçıma doğru her zaman hedefi bulmayan hamlelerden yorulduğunda, arkadaşının yanına çöküyor, ben de bu arada biraz nefes alıyordum.
İki arkadaşın, Harbi Umumî’de başladıkları tartışma, ağır ağır da olsa bir konsensüse doğru gidiyordu.
- İmkanı yok beni ikna edemezsin, Verdun’de Boşlar’ı durdurduktan sonra Paris’in teslim olması hataydı, savaşı kazanmak üzereydik.
- Sen bunak bir ihtiyarsın Olive! Louison Bobet daha doğmamıştı o zaman... 1906’da Paris-Roubaix’yi kazanan bisikletçi P’tit-Breton idi... P’tit-Breton. Son etabını seyrettim diyorum sana...
Uzattığım 10 Franklık banknotu tek gözüyle nişanlayıp, zangırdayan sağ eliyle tutabildiğinde tartışma sürüyordu hâlâ. Kesmek istemedim. Bir cumartesi öğleden sonramı geçirdiğim berber salonundan ve iki ihtiyardan biraz hüzünle, ama aslında yara bere almadan kurtulmuş olmanın verdiği iç rahatlığıyla çıktım ve 20.yüzyıla döndüm.
Akşam yemeğinde Annick adında bir arkadaşımızın evinde buluşacaktık. Geç de olsa yemeğe yetiştim.
Tam 15 dakika aralıksız güldüler.
Gözlüğüme kavuşup kendime bakacak bir ayna bulunca, niye güldüklerini anladım.
Doğrusu hatasız kesmişti saçımı berber. Ama ya beni, gözü iyi seçemediği için, 9-10 yaşında bir kız çocuğu zannetmişti ya da genç bir seyis.
Saçımı... Jeanne d’Arc modeli kesmişti.
Hani kafaya bir kase geçirip taşan saçları keserler ya...
Üniversitede okuyan, 20 yaşında bir delikanlıyı... hele hele 1970’lerin sonunda, bu halde, düşünebiliyor musunuz!
Ne mi yaptım?
Hiç vakit kaybetmeden, madem ki Roger Daltrey hatta Che olmak için artık çok geç, bari... Yoldaş Stalin modeli olsun diye, eli makas tutan kızlardan birine emanet ettim kendimi.
O gün bugündür kısadır saçlarım!
*
Yahu insan geveze olmaya görsün, “Erkekler neden peruk takar? ” diye sormak için yola çıktım, geldiğim yere bak.
Neyse, zaten bu soruya benim bir cevabım da yok...
Sizin bir fikriniz var mı bu konuda?