Güncelleme Tarihi:
J. Edgar bugün ırkçı, kadın ve eşcinsel düşmanı, yalancı, egomanyak, şizofren, paranoyak ve manipülatör kişiliği ve 50 yıl boyunca ülkesinin başkanlarının korkulu rüyası olarak hatırlanıyor. Chris Matthews yeni kitabı ‘Jack Kennedy: Elusive Hero’da, Jack Kennedy’nin J. Edgar’a işini kaybetmeyeceğine dair güvence vermek zorunda kaldığını (s. 321) ve 1962 yılında J. Edgar’ın Başkan Kennedy’yi ziyaret edip başkanla gayrimeşru ilişkisini tartıştığını (s. 356-357) yazıyor. Bu adam bu kadar kötü bir adam mıydı, diye düşünecek olursak, J. Edgar aynı zamanda polisin suçluları yakalamak için kullandıkları bilimsel, teknolojik yaklaşımların öncüsü olarak da, bir şüphelinin haklarını savunan ilk kişilerden biri olarak da, II. Dünya Savaşı sırasında Japon asıllı Amerikalıların gözaltına alınmalarına karşı çıkışıyla da hatırlanıyor... 2011 yılının önemli filmlerinden ‘J. Edgar’da işte bu kolay anlaşılamayan, kusurlu adamla bir devrin portresi çiziliyor ve bu portre bir anlamda günümüze ışık tutuyor.
Sinema dünyasının en büyük sanatçılarından Clint Eastwood’un yönetmenliğini üstlendiği ‘J. Edgar’ filminin senaryosu 2009 yılında yazdığı ‘Milk’ filmiyle Oscar ödülünü kazanmış olan yazar Dustin Lance Black’e ait. Filmde 24 yaşından 77 yaşına kadar J. Edgar’ı Leonardo DiCaprio, annesini Judi Dench, sekreterini Naomi Watts ve yakın çalışma arkadaşını da Armie Hammer canlandırıyor. Eastwood’un 30 dakikasını makaslamak zorunda kaldığı film 137 dakika uzunluğunda. Clint Eastwood filmin müziği için bir Hollywood müzisyeninden ağdalı bir müzik sipariş etmek yerine filmin düşünceli, ince müziğini kendisi yapmış.
Clint Eastwood ‘J. Edgar’ı soluk renklerle ve özellikle kahverengi ve yeşil tonlarla ekrana taşıyor. Filmde duyduğumuz ilk ses J. Edgar’ın. Aksan Boston aksanını da, Brooklyn aksanını anımsatıyor. J. Edgar’ın anlatıcı olduğu filmin sonunda küçük bir sürpriz seyircileri bekliyor, ama o ana kadar 70’li yaşlarındaki adamın anılarıyla hikâyede ilerliyoruz...
ONU YÖNLENDİREN ANNESİ
J. Edgar 24 yaşında ve annesiyle yaşıyor. Adalet Bakanlığı’nda çalışan genç adam üstüne başına dikkat eden, iyi giyinen, doğrunun peşinde koşan, çalışkan, titiz, idealist biri. 1920’li, 30’lu yılların Amerikası’ndayız. Gangsterlerin kol gezdiği, Al Capone’un gerek gazetelerde, gerek beyazperdede günün yıldızı olduğu günler. Ülkedeki anarşiyle baş edebilmek için J. Edgar FBI’ı kuruyor. Kurumda imaj, yapılan iş kadar önemli... Kazandığı bütün başarılara rağmen J. Edgar’ın hayatını yönlendiren kişi hep annesi...
Büyük İngiliz oyuncu Judi Dench’in canlandırdığı anne, oğluna daha küçük yaşlardan itibaren hayatta en önemli şeyin güç olduğunu öğretiyor. Anne oğluna babasının ölmek üzere olduğunu ve babası ölünce Edgar’ın ülkedeki en kuvvetli adam olacağını söylüyor. ‘J. Edgar’ filmindeki Judi Dench’i uzun yıllardır (Macbeth günlerinden beri) bu kadar korkusuz bir rolde izlememiştik. Judi Dench anne rolüyle insanın kanını donduruyor...
İnsanlara yaklaşmakta güçlük çeken J. Edgar’ın çalışma arkadaşı Clyde Tolson’la ilişkisinin anlatıldığı sahnelere gelince... Armie Hammer’ın canlandırdığı Clyde Tolson iş görüşmesi için J. Edgar’ın ofisine geliyor. Karşısındaki adamın kendisinden daha uzun boylu olmasının J. Edgar için ne kadar önemli olduğuna da, sözlerine başlarken J. Edgar’ın kekelediğine de, Clyde’la konuşurken dudaklarının üzerinin terlediğine de bu sahnede şahit oluyoruz.
J. Edgar ve Clyde’ın hayat boyu yakın arkadaş oldukları, birlikte tatile gidip yemek yedikleri de biliniyor ama bundan ötesi hiç dedikodudan ileri gidememiş ve kanıtlanamamış. Filmdeki ateşli öpüşme sahnesi Amerikalı muhafazakarları ne kadar rahatsız ettiyse, iki adamın ilişkisinin yeterince ileri gidememesi de liberalleri bir o denli rahatsız etmiş. Yönetmen de senarist de aslında bu iki insana gerekli mesafeden bakıyor. ‘J. Edgar’ filminde Clyde’la Edgar’ın birbirlerine duydukları şefkat ve 70’li yaşlarında birbirlerine merhametle bakan iki adamın beyazperdedeki varlığı Amerikan sineması için bir ilk.
Clint Eastwood filminde J. Edgar’ı bir kahraman ya da bir hain olarak göstermekten kaçınsa da insanların sırlarını araştıran, insanlar hakkında dosyalar hazırlayan, telefonları, otel odalarını dinleten J. Edgar’ı bu konularda eleştiriyor. J. Edgar ülkenin First Lady’si Eleanor Roosevelt’in mektuplarını çaldığı gibi ülkesinin başkanlarını izletip, dinlettirebiliyor da.
J. Edgar bir gün Amerikalı yurttaş hakları hareketi lideri Martin Luther King’in bir otel odasında metresiyle sevişme kayıtlarını dinliyor. İşte o anda telefon çalıyor ve FBI’ın patronu Başkan John F. Kennedy’nin (JFK) bir suikaste uğrayıp hayatını kaybettiğini öğreniyor. J. Edgar, başkanın kardeşini arayıp bu zor haberi verdiği zaman sadece üç kelime kullanıyor.
EN DİSİPLİNLİ OYUNCU
Her türlü karakter bozukluğuna rağmen Leonardo Di Caprio’nun canlandırdığı J. Edgar sevme kapasitesi olan ve zaman zaman acıyabildiğiniz bir adam. Eastwood, Di Caprio’nun bir yıldız olmasına rağmen bugüne kadar çalıştığı en disiplinli, en çalışkan oyuncu olduğunu düşünüyor. Di Caprio J. Edgar’ın kekelemesinden kaşlarını çatmasına kadar birçok mimiğini abartmadan beyazperdeye taşıyor. Ünlü oyuncuya J. Edgar’ın yaşlılığını canlandırması için yapılan makyaj kusursuz olmasa da Di Caprio’nun J. Edgar’ı, belki de oyuncunun bugüne kadar canlandırdığı en iyi rol.
Clint Eastwood ‘J. Edgar’ filminde oldukça tartışmalı bir karaktere olabildiğince insancıl yaklaştığı gibi düne ve bugünün dünyasına da ayna tutuyor. Kendi sırlarının başka insanların sırlarını öğrenmekle saklanabileceğine inanan bir adamın kendisine yapılan siyasi teklif ve promosyonları reddettikçe daha büyük bir güce sahip olduğu dünyanın kapıları ancak bugün açılmaya başlıyor...
WHITNEY HOUSTON
Geçtiğimiz hafta sonu sıra dışı bir kadını kaybettik. 1980’li ve 90’lı yıllarda müzikseverleri etkilemiş olan Whitney Houston’ın aramızdan ayrılması sanatçının hayranlarını derinden sarstı. Whitney’i kaybetmenin verdiği üzüntü sanatçının üç oktavın üzerindeki sesiyle de, kusursuz tekniğiyle de açıklanamaz. Whitney, şarkılarının her notasında en büyük duyguyu dinleyenleriyle paylaşabildiği için özeldi.
Dinleyicisiyle bu kadar özel bir bağ kuran kaç yorumcunun ismini sayabiliriz? Michael Jackson, Nina Simone, Jeff Buckley, Barbra Streisand ve Nilüfer’den başka kaç yorumcuyu Whitney Houston’la aynı kategoriye koyabiliriz ki?
The New York Times’ın baş müzik eleştirmeni Whitney’in sesinin Stradivarius olduğunu söylerken Billboard dergisinin editörü Danyel Smith, bir Whitney şarkısı çaldığı zaman radyonun sesinin açıldığını ve eğer araba park edildiğinde bir Whitney şarkısı çalıyorsa şarkının sonuna kadar arabadan çıkılmadığını söylüyor. Beyonce’nin de hatırlattığı gibi hayatının birçok anısını Whitney şarkılarıyla bağdaştıran insanların sayısı hiç de az değil.
Bir gün, Oprah Winfrey röportaj yaptığı Whitney Houston’a büyürken idolünün Diana Ross olduğunu, aynı şeyin muhtemelen Whitney için de geçerli olduğunu söylediği zaman Whitney Oprah’nın sözünü kesip, ‘Hayır, benim idolüm hep Barbra Streisand oldu’ demişti... Whitney’nin ölümü üzerine bir açıklama yapan Barbra Streisand eski dostu, büyük yorumcu Whitney için şunları söyledi, “Her şeye sahipti; güzellik, muhteşem bir ses. Yeteneğinin, kabiliyetlerinin bize verdiği mutluluğu kendisinin tadamamış olması ne acı...”